1980'Lİ YILLAR:
Ancak 12 Eylül 1980 tarihinde ülkemizin yönetimine el koyan askerler ülkemizin her bölgesi böylesine büyük bir kargaşayı yaşarken dönemin hükümeti; hükümetin emrindeki emniyet güçleri, siyasi parti yöneticileri, üniversiteleri, öğretim üyeleri, hukukçuları, iş adamları, bu kargaşa ortamını önlemek adına değil bir araya gelebilmek, tam tersine bu fikir karmaşasına onlarda sürüklenmişti. Bu ortamın giderek artan bir kan gölüne dönüşmesini sadece seyretmekle yetinirlerken, ne yapılmalıydı?
Çare ne olmalıydı?
Bunu yıllarca düşünmüş, doğrusu tatmin edici bir yanıt bulamamıştım. Ama bu acılı tablonun çok önemli bir başka yüzü de vardı!
O gözü yaşlı yılları yaşayan ülke insanlarımızın öz kaynağı olan aile yapımız, böylesi bir ortamda nasıl etkilenmişti?
12 Eylül sürecine giden o yıllarda yaşanan sokak çatışmalarında, her gün gencecik çocuklarımızın öldürüldüğü o süreçte, anne ve babalar neler yaşamıştı?
Bir de olayın bu yönüne bakmak, üniversitelerde ve hatta liselerde okuyan evlatlarının o kargaşadan sağ salim eve dönmelerini elleri yüreklerinde, büyük bir endişe içerisinde bekleyen anne ve babaların; o çatışmaların yoğun yaşandığı dönemlerde döktükleri gözyaşlarını, evlatlarını kaybeden ana ve babaların yüreklerimizi yakan feryatlarını unutmamak gerekir diye düşünüyorum.
Pekiyi böylesi acıların yaşandığı, pek çok ailenin paramparça olduğu, on binlerce aydınımızın yitip gittiği böylesi kötü bir dönemi hak etmiş miydik? Bu kargaşa döneminin yaşandığı, neredeyse iç savaşın eşiğinden dönen ülkemizin siyasi yapısını temsil eden parti liderlerinin, iktidarda bulunan hükümetin hiç mi suçu yoktu?
Şu gerçeğinde altını kalın bir çizgi ile çizerek, şunu da ifade etmeliyim ki! Hiçbir gerekçe askeri müdahaleleri haklı gösteremez. Hiçbir neden, demokrasinin ve halkın iradesinin önüne geçemez, insanların hürriyeti gasp edilemez. Ama 12 Eylül 1980 de gerçekleşen askeri müdahale olmasaydı, giderek artan olayların uçurumun kenarına sürüklediği ülkemiz nasıl bir son ile karşılaşırdı?
O dönemi sorgulayan binlerce kitap yazıldı. Dönemi yaşayan on binlerce 12 Eylül mağduru, her biri haklı gerekçelerini ortaya koyan yüzlerce olaya tanıklık etti, binlerce hukuk ayıbı ortaya çıktı.
Ve hatta 2010'lu yılları anlatırken detayına gireceğim 12 Eylül 1980 askeri yöneticilerinden hayatta olan iki komutan hasta yatağında yargılandı! Kimilerinin dediği gibi askeri müdahaleye giden bu süreç; bölgede yeni bir dönüşüme, yeni bir yapılanmaya giden Amerikan stratejistlerinin 2000'li yıllarda orta doğuda ön gördükleri politikalar adına ülkemiz üzerinde planladıkları, oynadıklar kanlı bir oyun muydu?.
12 Eylül 1980 askeri müdahalesi; öncesiyle ve sonrasıyla yaşanan tüm olaylarıyla; devletimizin arşivlerinde, dönemin her türlü hukuksuzluğunu yargılayan mahkeme kararlarında ve tarihin gerçek sayfalarında bir daha silinmemecesine yerini almıştır.
Asla yaşanmaması gereken bu ayıplı süreç; sadece ülkemiz değil, dünya yaşadıkça daima sorgulanacak ve asla unutulmayacaktır. Ama asıl bu süreci unutmayan, unutamayanlar; ülkemizin 50'li, 60'lı ve 70'li yıllarının gençliği ve bu gençliğin anne ve babaları olacaktır.
Çünkü onların büyük bir bölümü, ülkemizin geleceği için çok büyük bedeller ödemişler, neredeyse bu üç nesil ve onların çocukları bu acılı ve gözü yaşlı yıllar içerisinde kaybolup gitmişlerdir.
Kuruluşundan çok kısa bir süre sonra, 60'lı, 70'li ve 80'li yılların kargaşalı dönemlerini yaşayan genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti, o dönemleri yaşamak yerine; okuma yazma sorunu olmayan, ilmin ve bilimin gücü ile aydınlanan bir toplum düzeyine erişme yoluna girmiş, ekonomik düzeyi giderek gelişen, öz kaynaklarıyla bunu destekleyen, dışa bağımlı olmayan, bir ülke olma yolunu seçebilseydi eğer!
Kardeş kavgalarının yaşandığı o gözü yaşlı yılları hiç yaşamamış olacaktık…