Ertuğrul remziyle yorumlar yapan ve bu zemin’e önemli katkılar veren Pek Muhterem Kardeşim.
Öncelikle, teşvik edici, cesâretlendirici iltifatlarınıza teşekkür ederim. Merhûm Büyüğümüzün aktif siyâsetle münasebetleri, 12 Eylül 1980 Darbe-i Hükûmetiyle kesilmiştir. Merhûm Büyüğümüz, 1965-1969, 1969-1973, 2 dönem, Kütahya Milletvekili, 1977-1980, tabiî ki, 12 Eylül 1980 tarihine kadar kısaltılmış bir dönem, İstanbul Milletvekili olarak Parlamento’da bulunmuştur. Her üç dönemde de, hattâ, 12 Eylül 1980 sonrası Darbe-i Hükûmet döneminde de, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi üyeliği yapmıştı. Bu dönemler’de, gerek Avrupa Parlamentosu Türk Grubu üyeleriyle, gerekse Avrupa Konseyi’nin muhtelif ülkeleri parlamenterleriyle kurduğu yakın ve samîmî münasebetler, muhtelif Avrupa ülkelerinde yaşayan Türk-Müslümanlarının, din eğitimlerini ve dinî vecibelerini rahatlıkla yerine getirebilmelerini kolaylaştırmıştır.
Demirel’i ve partisine hâkim zihniyyeti çok öncelerden keşfetmesine rağmen, niçin o partide kaldı, sorusunun cevabı olmalıdır.
Değerli Kardeşim, aslâ kin tutmamamız gerekenlere duyduğumuz kin ve nefretle, ebediyyen kin tutmamız gerekenlerin desteklenmesi gerçekten de, ifade buyurduğunuz gibi, “Ve mine’l-Acâyip ve mine’l-Garâip,”... Ertuğrul Kardeşim, bir yerde fitne zuhur ettiğinde, orada haklı-haksız aranmaz. Yangınlara benzin pompalarından benzin sıkılmaz, söndürücü su veya köpük pompalanır.
“Bir de öyle bir fitne’den sakının ki, o içinizden sadece zulm edenlere erişmekle kalmaz (umûma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfâl 8/25)
Abdullah İbn-i Mes’ud radiyallahu anh Efendimiz, Enfâl Sûresinin 25.âyet-i Kerimesi nâzil olduğunda, biz ashab birbirimize bakıştık. Bu fitne neme nem bir şeydir, bilmiyorduk. Biz hepimiz Allah’ın Resûlü’nün bir işaretine bakardık, ne emir buyurursa, Allah’tan her neki getirirse, “Başımız gözümüz üstüne,” der ve hemen kabullendirdik.
Ama, ne zaman Haz.Osman radiyallahu anh şehid edildi ve ne zaman Hz.Ali Kerreme’llâhu Vechehû Efendimiz Halife oldu.
Herkesi kuşatan, etrafı yakıp-kavuran büyük fitne’nin ne olduğunu gördük,” buyuruyor.
Ashab-ı Güzin arasında zuhur eden fitne kadar büyük olmasa da, maalesef, İmam-ı Rabbânî Evladı arasında da fitneler zuhur etmiştir.
Fitneler zuhur ettiğinde, gördük ki, ba’zıları bu fitnelere elini, avucunu oğuşturarak, benzin sıkarak katıldı. Ba’zıları, bu fitneleri söndürmek için elinden geleni yaptı, ba’zıları da fitnelerden uzak durdu.
Garip bir tecellidir ki, fitneye benzinle giden, fitneyi alevlendirenlerin ba’zıları, bu alevlerin içinde kaldı, fecî yaralar alanlar oldu. Zuhur eden fitnelerden birisinin doğrudan muhaplarından birisi de bu satırların yazarıydı. Fitne ba’zen, sizin dışınızda tezgahlanır, sizin dahliniz, kusurunuz olmadan kaçınılmaz hale gelebilir. Bilerek veya bilmeyerek bu fitneleri alevlendirenler de dâhil olmak üzere, hiç kimseye kırılmadım, kimseyi ta’n etmedim. Daha sonra, zuhur eden fitnelerin muhataplarıyla da münasebetlerimi hiç kesmedim. Ateşin, kurunun yanında yaşı da yakacağını bildiğim için, fitne’nin ma’sumlara da isâbet etmesinden korktuğum için, fitne’ye muhatap olanlarla münasebetlerimi kesmemek için, devrin Büyüğünden izin aldım. O’nun bilgisi ve iradesi dâhilinde herkesle konuştum, konuşmaya devam ettim. Allah’ım şâhidimdir.
Ayrıca, hâlen hayatta olan, devrin Büyüğü’nün Naibi olan, Pek Muhterem Hocamız, Hüseyin Kumaş Hoca’mız da şâhidimdir.
Evet! Büyük bir fitne zuhur etmiş, bazı’larımız başka yerlere savrulmuşlardır. Tekrar ediyorum, fitne zuhur ettiğinde haklı-haksız aranmaz, öncelikle fitne’nin ateşi söndürülür, keşke söndürebilseydik, savrulmasaydık, birliğimiz, beraberliğimizi, ebedî kardeşliğimizi muhafaza edebilseydik, elbette çok daha iyi olurdu.
Gerekçesi, sebebi ne olursa olsun, hiç bir Müslüman bir başka Müslüman’a sövemez, hakkında kötü bir söz söyleyemez. Bırakınız bir Müslüman’a şetmi, (sövmeyi), kötü söz söylemeyi, “Allah’tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin, sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.” (En’am 6/108)
Allah’tan başka putlara tapanlara bile sövülmeyi Rabbim yasaklamıştır. Diğer taraftan, kimden-kimlerden duydunuz bilmiyorum. Evren Paşa’lı hikâyelerin tamamı hilâf-i Hakîkattir.
Ertuğrul Kardeşime iğneleyici soru soran Taner Tarım remzini kullanan Kardeşime, yaşını, bu yolda müktesebatını, ilmî dereceni bilmiyorum. Bildiğini farzederek, İ’tikâdî ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat-Mâtürîdî-Eş’arî Mezhebinden ihtilâf çıkararak, meselâ, Mürtekib-i Kebîre (büyük günahlardan herhangi birisini irtikâp etmiş olan) mümin de değildir, kâfir de değildir,” diyerek, iman ile küfür arasında bir menzile isbat ederek, büyük günahlardan herhangi birisini irtikâp edenlerin cehennem’de ebediyyen kalacaklarını iddia ederek, ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in önemli imamlarından Hasan el-Basrî rahimehullah’ın Meclisini terk edip ayrıldığı için, î’tezele (ayrıldı) dediler, bundan sonra da kendisine ve ona tâbi olanlara “Mu’tezile” adı verildi.
Allahu Zülcelâl ve’l-Kemâl Hazret’lerine nâmütenâhî Hamd-ü Senâ’lar olsun! Ki, Ben, Allah’ın, Resûlü’nün, Pîran’ın, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid, Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretleri’nin, onun adına bizlere hizmet tevcih eden büyüklerimizin bana tahmil buyurdukları hizmetlerin hiç birisinden ayrılmadım, bu can bu ten’de kaldığı müddetçe de ayrılmam, Allah, ayırmasın!
Yüce İslâm Dini, Nasrânî’leştirilmeye, Şiî’leştirilmeye çalışıldığında neredeydiniz?
Ashab-ı Güzîn’e iftira ve bühtan’da bulunulduğunda, Haz.Muaviye radiyallahu anh Efendimize la’net yağdırıldığında, neredeydiniz?
Sahibizaman, Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’lerine bühtan ve iftira ile, Sebetaist olduğu telmihi yapıldığında, neredeydiniz? Yine Sahibizaman ve Müceddid için, yazılan kitaplarda, “Kur’ân Okutma İcâzeti Yoktu” iftira ve bühtanı karşısında hâlâ, neredesiniz?
Buna benzer sorulacak sualler çok, ama hiç birisine aslâ, cevap verilmeyecektir-verilmeyecektir!...
Pek Değerli Mislîna Kurt Kardeşim. Du’a’nıza herkes katılır, tabî ki, bendeniz de Cân-ü Gönülden katılıyorum.
Ahmer, remzini kullanan Değerli Kardeşim. Rüyâ’larınız, gizli halleriniz sadece ve sadece sizi alakadar eder. Rüyâ ve ilhamlar, ehl-i Sünnet akîdesinde, kesinlikle delil değildir. Ancak, Peygamber’lerin Rüya-i Sâdıka’ları vahy’in yollarından birisidir. Mürşid-i Kâmillerin rüyâ’ları da mürid’leri için tasavvufî bir delil olabilir. Fakat, benim gibi, sizin gibi avam-ı Nâs’ın ruya’ları, aslâ delil teşkil etmez. Mutlâk İtaat, Allah’ın ve Resûlü’nün emirleri için geçerlidir. Çünkü, Sevgili Peygamber’imiz Hadis-i Şerif’lerinde “Lâ Tâa’te Lilmahlûk-ı Inde Isyan’ıl-Hâlık” (Hâlika ısyan olan hiçbir şeyde mahluka itaat olunmaz.)
Aziz Kardeşim. İmam-ı Ma’sûm, Lâ Yuhtâ, Lâ Yü’sel, İlmü’l-Evvelîn ve’l-Âhirîn’e vâkıf imam inancı, Şîa’aya aittir.
Sefer’de ve gaza’da, burnu halkalı bir zenci bile emir ta’yin edilmişse itaat şarttır.
Fahr-i Kâinat Efendimiz vahiyle müeyyed bulunduğu halde, “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şâyet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları afvet; bağışlanmaları için du’a et; iş hakkında onlara danış (onlarla meşveret et,) kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i İmran 3/159)
Ümûr’da, (bütün işlerde) ashabıyla meşveretle emrolunmuştur.
Sevgili Peygamber’imiz de ashabı’na, “Ben, sizin dünyânıza ait mes’eleleri sizlerden daha iyi biliyor,” değilim, buyurmak suretiyle istişare’nin, hele hele, dünyevî, ticârî ve siyâsî mes’elelerde istişâre’nin ehemmiyetine işaret buyrulmuştur. Dünyevî, ticâri ve siyâsî işlerde ehliyle istişâre, hatalardan korur.