Hiçbir şey bulunduğu yerde kendisi için yer almıyor. Mesela bir taş kendisi için değil, binanın inşasında kendisine verilen görevi ifa etmesi için yerine konuyor.

Bir ağaç da, dikildiği yere, kendisi için dikilmiş değil, vereceği meyvalar için, ona bakılıyor, sulanıyor.

Nitekim kendisinden beklenen meyvayı vermeyen ağacı keserler.

Bir kelimedeki harfler, kelimede kendileri için değil, bir mânâyı ifade etmek için o kelimede yer alıyorlar. Öyleyse kelimelere; kelimeyi teşkil eden harfler adına değil; bütününün ifade ettiği mânâyı harfî / harfin ve harflerin taşıdığı, bilinmesine vesile olduğu mânâ hesabına bakmalıdır.

Zaten Kur’ân ve Hadis de, böyle bir bakışı yani okuyuşu istiyor bizlerden. Çünkü esere ustası namına bakmak, yapanı açısından nazar etmek, yani bütün mes’ele, lâfız-mânâ ilişkisini görmek; ona göre anlayışımıza yön vermektir.

Her varlığa, her maddeye, her mevcûda MÂNÂYI İSMİYLE yani o şey adına değil; MÂNÂYI HARFÎSİNİN gösterdiği husus, yani o şeyden beklenen gaye ve hizmet noktai nazarından bakmak asıl olmalı. Delâlet ettiği, gösterdiği veya göstereceği, işaret ettiği ve edeceği hedefler zaviyesinden ona değer vermeli.

Kısaca mânâyı harfî; Allah’ın mâsivasına / kâinata O’nun / Yaratanın hesabına bakmakdır.

Evet, kâinata / evrene mânâyı ismiyle / sadece ona kendisi için bakmak hatalı ve yanlış bir bakıştır. Çünkü her şeyin iki ciheti vardır. Bir cihetı Hakk’a / Yaratana, öteki ciheti ise Halk’a / yaratılana, maddeye bakar.

Evet asıl olan, baktığımız her şeyde Hakk’a bakan yüzü görebilmektir. Çünkü ancak Hakk’a yönelik yüzüne nazar etmekle; nimette Mün’imi / Nimet Vereni görebilir, san’ata bakmakla Sâni’i yani San’atla Yaratan Allaha yol bulabilir, esbaba / sebeplere bakmakla da, Müessir-i Hakîki / asıl tesir edici ve etkileyici olan Yüce Allahı fikredip düşünebiliriz.

İşte bu bakış Marifetullahtır. Allahı bulduran, bildiren, O’nu sevdiren ve O’nun istediği gibi bir kul olmayı gerektiren bir bakıştır.

İşte bu bakış; maddede mânâyı görmek, maddenin yaratılış sebebini anlamak, yaratılıştan istenen-beklenen biliş ve anlayışı, derk ve idrak etmektir.

Maddî bir vücud ve bedenle dünyada var edilen insanın; var edilişinden nasıl bir mânâ çıkarmak gerektiğini düşündüren bir bakıştır.

Beğenilen bina için mimarını, yapılan bir iş için yapanı, resim için ressamını, beste için bestekârını öğer, tebrik ve tahsin ederiz. Çünkü her fiil fâilini, her san’at san’atkârını gösterir.

Yapılanın şahsında yapanın övülmesi gerekir. Zaten yapan da, bilinmesi ve övülmesi için eserini ortaya koymuştur.

Kâinat da, bir kitap olduğuna göre, bütün cemadat / cansızlar, bütün nebatat / bitkiler, bütün hayvanat / hayvanlar ve tüm insanlar; kâinat kitabındaki harfler, kelimeler, cümle ve satırlar hükmündedir. Okunmalarından çıkarılacak olan mânâlar; onlara mânâyı harfî ile bakmanın; yani kendileri adına değil de, Yaratanın hesabına / mânâyı harfî adına bakmanın bir netice ve sonucudurlar.

Evet, câmidat, nebatat, hayvanat ve insanlar olarak tabiatta yer alan tüm mevcudat; aslında, bu isimlerle tecelli eden, yansıyan ve görülenler; Allahın isim ve sıfatlarından başka bir şey olmayıp, onların taşa toprağa bürünerek görünmelerinden ibarettir.

Tıpkı Yunus’un “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.” demesi gibi.

Fakat hemen hatırlayalım ki, aynalar menba / kaynak değil mazhardırlar; o şeylerin zuhur ettiği yerlerdir. Aslın kendisi değil, aslın yansıdığı perde ve ekranlardır.

Elbette ekran görülenlerin kaynağı değil, asıllarının aksettiği, tecelli ettiği yerlerdir.

Evet, görülenler aynadadırlar, fakat aynadan kaynaklı değillerdir.

Çünkü aynalar menba değil, mazhar yani ekrandırlar.

Varlıklar da mazhar olup, menba / kaynak değillerdir.