Yazar ÜLKÜ YAĞMUR URAL ile bir araya geldik. Yazmaya nasıl başladığından, ilk kitabı Kağıttan Kayıklar’dan, pandemi döneminde yazdığı ikinci kitabı Cadı Kazanında Pandemi’den ve bundan sonra neler yapacağından konuştuk…

Öncelikle hoş geldiniz, nasılsınız? Bize kendinizden bahseder misiniz?

Merhaba Yağmur Hanım, çok teşekkür ederim. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo-Televizyon-Sinema bölümü mezunuyum. Yüksek lisansımı ise Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaptım. Uzun yıllar, ulusal televizyon kanallarında çalışma hayatı, eğitim, sağlık ve parlamento muhabirliği; ayrıca editörlük yaptım. Kamu kurumlarında basın danışmanı ve müşavir olarak çalıştım. Halen, iletişim uzmanı olarak görev yapmaktayım. Yazan bir kadınım. Uzun zamandır öyküler yazıyorum. Açıkçası, yazmadan duramıyorum. Bir çeşit delilik hali benimki. Kalemim, defterim ve dizüstü bilgisayarım hep yanımdadır. Çünkü ilham dediğimiz o duygusal iştah hali gelince ruhumu doyurabilmemin tek yolu yazmak. Yazdığım kitaplar sayesinde, insanlarla ortak noktada buluşmanın hazzını tatmış olmaktan memnunum.

Yazmaya nasıl başladınız? Sizi teşvik eden biri ya da bir olay olmuş muydu?

Yazmaya gazetecilik yaptığım dönemde başladım. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki gazeteciler, yıllar içinde mesleklerini yaparken tarihe tanıklık eder ve hep anı biriktirirler. Binlerce insan, yüzlerce olay sadece hafızamızda değil, kalbimizde de izler bırakır. Savaş, terör saldırısı ya da deprem gibi travma yaratan olaylara şahit olduğumuz gibi büyük başarılar, kahramanlıklar ve sevinçlere de tanıklık ediyoruz. Öylesine dolmuştu ki içim bir yerden sonra artık içeride ne varsa dışarı çıkması gerekiyordu. Bu nedenle önce anılarımı öyküleştirerek yazmaya başladım. Yine gazeteciliğin olmazsa olmazı röportajlar... Bu bir alışkanlık bende. İnsanlar hiç farkında değiller ama ben onlarla sohbet ederken aslında röportaj yapıyorum. Bu noktada iyi bir dinleyici olduğumu söyleyebilirim. İnsanların anlattığı olaylar, yaşanmışlıklar benim içimdeki çarkları harekete geçiriyor. Böylece, kendi yüreğimden süzüp öyküler kaleme alıyorum. Öyle zannediyorum ki öykülerimin sevilmesinin nedeni o yaşanmışlıkların okur tarafından hissedilmesi.

İlk kitabınız Kağıttan Kayıklar’dan bahsedelim isterim. Nasıl çıktı ortaya? Neler anlattınız?

Kağıttan Kayıklar benim ilk göz ağrım. Yeri çok özel ve hep öyle kalacak. Hem gerçekçi hem fantastik öykülerin bulunduğu bir kitap. Mesela, kitaba adını veren “Kağıttan Kayıklar” adlı öykümde, kendi hayatımdan bir kesit bulunuyor. Üniversiteden mezun olduğum dönemde olumsuz sonuçlanan bir iş görüşmesi sonrasında yaşadıklarımı anlattım o hikayede. Kitaptaki hikayelerde kimi zaman da simgesel ifadeler kullandım. Doğrudan söylemek istemediklerimi, dolaylı olarak anlattım. Bu nedenle de masalsı hikayeler ortaya çıktı. Kağıttan Kayıklar okurla buluştuktan sonra şunu anladım ki yazdıklarınızla insanların ruhuna dokunabiliyorsunuz. Okurla bir çeşit yol arkadaşlığınız oluyor.

Bir de “Cadı Kazanında Pandemi” var. Pandemi döneminde mi yazmıştınız? İsmi neden Cadı Kazanında Pandemi oldu?

Yağmur Hanım, hepimiz çok iyi biliyoruz ki her ne yaşarsak yaşayalım güneş ertesi gün yine doğar. Bu nedenle Cadı Kazanında Pandemi kitabının ilk cümlesi “Hayat da su ve zaman gibi akıp gitmeye meyilliydi” oldu. Pandemi döneminde yaşanan ölümler, hayal kırıklıkları, pişmanlıklar, ayrılıklar; zaman geçse bile geçmeyen acılar ve onların hayatlarımızda bıraktığı izler var Cadı Kazanında Pandemi’de. On altı insanın pandemi döneminde yaşadıklarını kendi süzgecimden geçirip kaleme aldım. Aslında, sizden, benden, okuyan herkesten izler var kitapta. Kitabın ismine gelince; “cadı kazanı”, kaosu, insanların birbirine düşmesi ve arkadan konuşmaların artmasıyla oluşan karışıklığı ifade ediyor. Pandemi döneminde, hayatlarımızı eve sığdırmaya çalışsak hatta bunu başarsak da kendi içimize sığamadık. Bazen kendi evimizi bir çeşit hapishane gibi algıladık, bazen o evin içindeki insanlarla aslında ne kadar farklı olduğumuzu gördük. Biraz yalnızlaştık, çokça kendimizi dinledik. Tüm dünya, her birimiz pandemi döneminde farklı bir savaş verdik, farklı sınavlara tabiydik. Kimimiz sağlığıyla, kimimiz bir yakınının kaybıyla, kimimiz etrafındaki insanlarla sınandık.  Kitaptaki öykülerde, pandemi döneminde değişen düzenimiz, aile içi sorunlar, ayrılıkla noktalanan kadın- erkek ilişkileri, yaşanan ölümler sonrasındaki sancılı yas süreci ve tüm bunlar olurken insanların yaşadığı kaos anlatılıyor.

Bundan sonrası için yeni kitaplar gelecek mi?

Görkem Ahi ile gerçekleştirdiğimiz röportajımız Görkem Ahi ile gerçekleştirdiğimiz röportajımız

Üçüncü kitabımı yazmaya başladım. Bu kez bir öykü kitabı değil bir roman kaleme alıyorum. Bir kadının hayatını yazıyorum… Yaşanan bir trajedinin,  tüm aileyi etkisi altına alan bir travmaya dönüşmesini ve aile fertlerinde bıraktığı izleri anlatıyorum. Hikayelere gelince, ben aslında öykü yazmayan bir Ülkü düşünemiyorum. Yeni öyküler yazmaya da devam ediyorum. Bu öykülerden de ayrı bir kitap dosyası oluşturuyorum. Yani sonraki dönemde yeni öykü kitaplarımla da okuyucuyla tekrar buluşmayı planlıyorum.

Siz hangi yazarları okuyorsunuz ve örnek alıyorsunuz? Başucu kitabınız var mıdır?

Yazabilmek için şüphesiz ki çokça okumanız gerekir. Bu nedenle, ayrım yapmaksızın, çok fazla okuyorum. Kişisel olarak merak ettiğim ve ilgimi çeken kitaplara, tavsiye edilenler de eklenince okumak için hayli mesai harcadığımı söyleyebilirim. Bu arada şunu da eklemeden geçemeyeceğim. Sadece kitap değil, edebiyat dergilerini de takip ediyorum. Çünkü dergilerde çok nitelikli ve çarpıcı öyküler yer alıyor. Şu an İtalyan edebiyatının önemli isimlerinden Alberto Moravia’nın “Düzen Adamı” adlı kitabını okuyorum. Moravia’nın hayatı, yazım tekniği ve tüm kitapları ilgimi çekiyor. Başucu kitabıma gelince… Benim başucu kitabım değil, başucu yazarım var o da Sabahattin Ali’dir. Kitaplarını keşfetmem lise yıllarına dayanıyor. Fakat üniversite dönemimde, TRT’de yayınlanan “Yitik Zaman Peşinde” adlı belgeselde yönetmen yardımcısı olarak görev aldım. Bölümlerden biri Sinop Cezaevi’nde çekilmiş ve Sabahattin Ali anlatılmıştı. O dönemden beri ayrı bir hayranlık beslediğimden olsa gerek her bir kitabını defalarca okumuşumdur.

Yazarlık dışında neler yapıyorsunuz?

Bir kısa film projesi içinde yer alacağım. Öykülerimden birinin senaryolaştırılması gündemde. Şu an üzerinde çalışıyorum. Bu da ayrı bir tecrübe olacak benim için. Kaleme alınan bir öykünün, beyaz perdeye yansıyacak olması fikri açıkçası beni çok heyecanlandırdı.

Bundan sonrası için hayalleriniz var mı?

Özellikle, Z kuşağı diye tanımlanan gençlerle imza günlerinde ve son olarak katıldığım 18. Ankara Kitap fuarında bir araya gelme imkanım oldu. Okuma alışkanlıkları, okumayı tercih ettikleri türler ve yazarlar değişkenlik gösterse de içlerinde yazma konusunda hevesli olanlar var. Kitap fuarında en çok yönelttikleri soru “Yazmaya nereden başlamalıyım?” oldu. Kendilerini nasıl keşfedeceklerini, yazma hayallerini gerçekleştirirken nasıl yol alacaklarını onlara anlatabileceğim söyleşiler düzenlemek hayallerimden biriydi. Bu anlamda ben de ayrı bir sevinç yaşıyorum. Çünkü bu hayalim gerçekleşmek üzere. Çok yakın zamanda okumak kadar, yazma hevesi de olan gençlerle bir araya geleceğim.

Yazarlık yolculuğunda kimlerin desteğini gördünüz? Teşekkür etmek istediğiniz isimler var mı?

Bir kitabın ete kemiğe bürünmesi meşakkatli bir süreç. Basım aşamasına gelene kadar geçirdiği evreler hayli zorlu. En ince detaylarda bile benim ne istediğimi hep göz önünde bulundurdukları için öncelikle birlikte çalıştığım Dorlion Yayınevi’ndeki arkadaşlarıma teşekkür etmek isterim. Benim kalbimde çok özel yerleri olan iki yazar üstadımdan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Yazar Özlem Pekcan ve gazeteci yazar Adnan Gerger, sadece aklıma takılanlarla ilgili değil sonrasında nasıl yol almam gerektiğiyle ilgili de desteklerini esirgemediler, yoluma ışık oldular. Bu nedenle kendilerine minnettarım.  Bu arada gazetecilik yaptığım için yakın çevremde çok kıymetli gazeteci dostlarım var. Bu süreç bana şunu bir kez daha gösterdi ki çok güzel insanlar biriktirmişim. Her biri şüphesiz ki benim için çok kıymetli. Kitabın okurla buluştuğu aşamada her zaman yanımdaydılar. Sadece bana ve kitabıma sahip çıkmadılar aynı zamanda benimle birlikte heyecanlanıp, benimle birlikte sevindiler. Buradan Ankara’daki gazeteci arkadaşlarıma da bir kez daha selam etmiş olayım.

Keyifli sohbetiniz için çok teşekkür ederim. Son olarak neler söylemek istersiniz?

Sizinle tanışmak benim için de çok keyifli. Köklerinde gazetecilik olan, yazan bir kadın olarak şunu çok iyi biliyorum ki bir röportajın iyi olabilmesi ve söz konusu kişiyi yansıtabilmesi için soruların bam teline dokunması gerekiyor. Yağmur Hanım, bu noktada, soru tercihleriniz için size teşekkür etmek istiyorum. Son olarak… Kitaplarımı okumaktan keyif alan kitapseverlerle kurduğumuz bağın sonraki kitaplarda daha da güçleneceğine tüm kalbimle inanıyorum.