Du Loir, görüp incelediği toplumsal yapıdan o kadar etkilenmiştir ki, OSMANLI TÜRK toplumunun, bazı kötülüklerden haberdar olmadığını düşünmekten kendini alamamıştır:
“TÜRKLER, herhangi bir intikam hissi beslemekten son derece çekinirler:…”
Lady Craven, erkeklerin, kadınlara karşı saygısını “aşırı” bile bulduğunu itiraf ettikten sonra, Osmanlı Devleti’nin kadınlara karşı tavrını, hayretler içinde şöyle dile getiriyor:
“TÜRKLER’in kadınlara karşı olan muameleleri, bütün milletlere örnek olmalıdır…”
Osmanlı toplum hayatı konusunda, Avrupalı gezginlerin sayısız tespitleri olmuştur. Bunlardan Guer şöyle diyor: 
“TÜRKLER’in, pek mükemmel görgü kuralları vardır. Hepsine can-ı gönülden riayet ederler…”
Meşhur Fransız gezgin Brayer şunları söylüyor:
“TÜRK halkının üstü başı çok temizdir…”
Tanınmış yazar Edmondo de Amicis ise Osmanlı halkını şöyle anlatıyor:
“Tetkîk ve tespitlerime göre, İstanbul’un TÜRK halkı, Avrupa’nın en nâzik ve en kibar topluluğudur.
Koca şehrin en ıssız sokaklarında dahi, bir yabancı için hiçbir hakaaret ve zarara uğrama tehlikesi yoktur…”
Şimdi sıra Du Loir’da…Yıllarca incelediği toplumsal yapımızı, bize şöyle anlatıyor:
“Hıristiyan memleketlerinde, pek yaygın olan küfürbazlık, öfke ve intikam hissi, TÜRKLER’de yoktur…”
1700’lerde istanbul’a gelen Fransız müellif Motray, anılarında şunları yazıyor: 
“TÜRK dükkânlarında, hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar arkamdan adam koşturmuşlar, hattâ birkaç kere Beyoğlu’ndaki ikametgâhıma gelmişlerdir.”
Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü veriyor: 
“Haksızlık, mürabahacılık, inhisarcılık ve hırsızlık gibi suçlar, TÜRKLER arasında meçhuldür…Öyle bir dürüstlük gösterirler ki, insan çok defa TÜRKLER’in doğruluklarına hayran kalır.”
İngiliz sefiri Sir James Porter, 1740’ların İstanbul’unu şöyle tasvir ediyor:
“Gerek İstanbul’da, gerekse İmparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde isbat etmektedir ki, TÜRKLER, çok medenî insanlardır.”
Bazı Batılı gözlemciler…: “TÜRKLER hiçbir zaman yere tükürmezler…” (Comte de Marsigil).
“TÜRKİYE Seyahatnamesi”yle  meşhur Du Loir 1650’lerde şunları yazıyor: “Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından TÜRK siyasetiyle medenî hayatı, bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir.”
Batı’da dilden dile dolaşan bir tevatür vardı: “İstanbul’dan bir şey satın alırken tüccarın menşeine dikkat edin; Yahudi ise istediği fiyatın üçte birini, Rum ise yarısını, TÜRK ise tamamını veriniz!”
İngiliz yazar Thornton,…: “TÜRKLER’in ahlâkı, çocuklukta, iyilik telkini alarak değil, toplumda kötü örnek görmeyerek gelişir…”
19. Yüzyılda İstanbul’da yaşamış Fransız gezgin A. Brayer’in…tespitleri…: “TÜRKLER’in hafta tatiline tesadüf eden Cuma günü ve bilhassa Ramazan ve Bayram günleri, sokaklarda Müslüman TÜRK’ün göğsünü kabartan oğlunun elinden tutup ağır ağır gezdirdiği,…bütün diğer Müslüman TÜRKLER’in de çubuklarını bırakıp çocuğa alâkayla baktıkları… İşte bundan dolayı TÜRKİYE’de, çocuklar,…”
Ünlü Fransız şair Lamartine…:
“Bu TÜRKİYE’nin (Osmanlı Devleti’nin) her tarafında böyledir…”
Mohaç Savaşı’nda, Osmanlılara esir düşen Bartholomeus Georgievic, 1544’te yazdığı “TÜRKLER’in Gelenek ve Görenekleri” isimli eserinde, Osmanlı insanının savaş zamanında bile adaletten ayrılmadığı…
19. Yüzyılda İstanbul’da birkaç sene kalan tarihçi A. Ubicini, “La TURQUİE Actuelle” (TÜRKİYE Günlüğü) isimli eseri… (Yavuz Bahadıroğlu, Tarihin Mayın Tarlası, Ocak 2013, s. 138 - 154)
X
Yukarıdaki alıntılardan anlaşılıyor ki, Batılılar; Anadolu’ya TÜRKİYE, halkına TÜRKLER, karşısına çıkan orduya TÜRK ORDUSU diyor. 
Daha bunlar gibi sayısız eserlerinde Batılı yazar, çizer, tarihçi ve ilim adamları; Asya, Afrika ve Avrupa kıt’alarında hükmeden Osmanlı Devleti’ne TÜRK DEVLETİ veya TÜRK İMPARATORLUĞU diyor. 
Halkına; hepsini temsilen karşısında hep Türkleri gördüğü  için TÜRKLER diyor.
Çünkü, bünyesinde müslim, gayrimüslim birçok unsuru barındıran Osmanlı Devleti; Âl-i Osman / Osman oğulları’nın devletiydi. 
Çünkü, Osmanlı Devleti’nin temeli; Oğuzların Bozok kolunun, Kayı Boyu’nun Karakeçili Aşireti tarafından atılmıştı. Yâni Osmanlı Devleti Türkler tarfından kurulan bir Türk Devleti’ydi. Yâni Osmanlı toprakları, Osmanoğulları’nın kılıç hakkıydı. Ücreti kanla ödenmişti.
Osmanoğulları’nın başını çektiği Türkler; kurucu unsurdu. Saflarına diğer müslümanları almakla beraber, devleti temsil hakkı asla devr edilemez, vazgeçilemezdi. Nitekim liyakati olan herkes vezir-i a’zamlığa kadar yükselebilirdi ama, asla padişah veya hükümdar olamazdı. Zira saltanat gelini ortak kabul etmez. Devleti ancak kurucu aile temsil edebilir. Kimse bu hususta, hak iddia etmeye kalkamazdı. Bu, bugün de böyledir.
Batı; bu vatanda yaşayan TÜRK MİLLETİ’ni ve TÜRKLEŞMİŞ OLANLARI,  yâni aslen Türk olmayan fakat Türkleşmiş Müslümanları TÜRK diye zikrediyor.
Osmanlı Devleti’nin zuhur ettiği, İmparatorluğun çekirdek ülkesi olan Anadolu’ya TÜRKİYE, yâni TÜRKLER’İN YAŞADIĞI ÜLKE diyor.  
Çünkü Türkler; her gittiği yerde baş olmuş, başı çekmiş, başarılı idareciler olarak nâm salmışdır.
Nitekim bu husus; “Tarihten Türk’ü çıkartsak; yazacak bir şey kalmaz!” dedirtmiştir.     
Osmanlı Devleti bugün hukuken devam ediyor. Çünkü vatan aynı vatan, millet aynı millet.
Dün Osmanlı Devleti’nin vatandaşları olan dedelerimiz; varlık ve hukuklarını Türkiye Cumhuriyeti devleti’nde devam ettirmişlerdir. Çünkü, “Tebeddül-i esma ile hakaik tebeddül etmez.” / “İsimlerin değişmesiyle gerçekler değişmez.” Bugün Osmanlı Devleti’nin vârisi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.
Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi, bu devletin kurucu unsuru da Türk Milleti veya onun yine Türk Milleti denen Şahs-ı Manevî’si, yâni Türkler ve onlara omuz veren Türkleşmiş olanlardır.
Velhasıl:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin halkına da  -menşei ne olursa olsun-  Türk Milleti denir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatanına da Türkiye denir. Ve denecektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu unsuru da Türkler’dir. Öyle de kalacaktır.