Sağlık okuryazarlığı kavramı ilk kez Simond tarafından 1974 yılında “Health Education as Social Policy” adlı bir makalede yer alarak dünya gündeminde konuşulacak konulardan biri olmuştur.

Yaklaşık yirmi yıl kadar üstünde durulmayan bu kavram, 1990’lı yıllarda yeniden tartışılmaya ve tanımlanmaya başlanmış, sağlık davranışları ve sağlık harcamaları üzerindeki etkilerini ortaya koyan çalışmalarla halk sağlığının önemli konuları arasında yer almıştır. Daha sonra 2000’li yıllarda tekrar gündeme gelen sağlık okuryazarlığı kavramı; başta Avrupa olmak üzere birçok ülkede, profesyonel olarak tanımlanmış, sınıflandırılmış ölçüm yöntemleri geliştirilmiş ve politika haline getirilmiştir.

Yapılan araştırmalar, sağlık okuryazarlığı düzeyi yetersiz olan bireylerin genel sağlık, hastalık ve tedavi ile ilgili bilgilerinde özellikle kronik hastalık durumlarıyla ilgili bakım ve hastalığı yönetmede yetersiz olduklarını göstermektedir. Ayrıca eğitim düzeyi düşük olan bireylerin verilen önerilere uyma, sağlık davranışı için eyleme geçme ve sağlık sorumluluğunu üstlenme konusunda daha çekimser oldukları belirlenmiştir.

Dünya Sağlık Örgütü de genel okuryazarlık düzeyi ile ilişkisine vurgu yaparak sağlık okuryazarlığı tanımını şu şekilde yenilemiştir:

“Sağlık okuryazarlığı genel okuryazarlık ile ilişkili olup insanların yaşamları boyunca sağlık hizmetleri ile ilgili konularda kanaat geliştirmeleri ve karar verebilmeleri, sağlıklarını korumak, sürdürmek ve geliştirmek, yaşam kalitesini yükseltmek için sağlık ile ilgili bilgi kaynaklarına ulaşabilmeleri, sağlık ile ilgili bilgileri ve mesajları doğru olarak algılamaları ve anlamaları konularındaki istekleri ve kapasiteleridir”

Sağlık okuryazarlığı, kişinin sağlık eşitsizliğini giderilmesini, sağlıklı geçirilen yaşam süresi ve aynı zamanda kalitesinin artmasını sağlar.

Sağlıklı yaşam ilkelerinin benimsenmemesi kronik hastalık oluşum riskini artırmaktadır. Sağlık okuryazarlığı düzeyi ile bu risk faktörlerinden korunma ve kronik hastalığı yönetme arasında ilişki olduğu saptanmıştır. Sağlık okuryazarlığı düzeyi düştükçe kronik hastalık süreci hakkında bilgi seviyesi, zihinsel ve fiziksel sağlık da zayıflamakta, dolayısıyla önleyici hizmetlerin kullanımı daha sınırlı hale gelmekte ve hastaneye kabul oranları artmaktadır.

Sağlık ihtiyaç değerlendirme araştırmalarından elde edilen sonuçlar, yüksek sağlık okuryazarlığa sahip bireylerin hastalık tedavisinden ziyade hastalığı önleme hizmetlerini kullanmaya ağırlık verdiğini göstermiştir.

Sağlık bilincinin bu yönde değişmesi ise sağlığa ayrılan bütçe ve zamanın daha verimli kullanılmasını, elde edilen başarının ise hızlı bir artış göstermesini sağlayacaktır.

Herkese sağlıklı, mutlu haftalar dilerim.