Bize kendinizden bahseder misiniz? Mehmet Ercan kimdir?
1978 Mardin Kızıltepe doğumluyum. İlkokulu Kızıltepe’de tamamladım. Ortaokula başladıktan 6 gün sonra ise ani bir kararla birlikte ailece İstanbul’a taşındık. Benim dışımda verilmiş o ani karar, tüm hayatım boyunca böyle gelişti. Neredeyse bir daha plan yapmadım. Anadolu Üniversitesi İktisat Bölümü mezunuyum. 

Şair olmaya nasıl karar verdiniz?
Ben şair olmaya karar vermedim aslında. Ergen yıllarımda da bir takım şeyler yazıyordum ama işte “al bak” diye gösterilebilecek değerde şeyler değildi. 2007 yılında “Tamam Gidiyorum” diye bir şey yazdım. Bir şey çünkü şiir miydi, deneme miydi tarz olarak nereye oturur bilmiyordum, hala da pek bilmem. Kısacası şair olmaya karar vermedim, yazmaya karar verdim, zamanla önce şair sonra da yazar diye anılır oldum. Önemli isimler beni şair diye tanıtmaya başlayınca, daha bir güvenle ben de ismimin önüne “şair” ibaresini ekledim. 

Şiir yazmaya ne zaman başladınız? İlk yazın anınızı paylaşır mısınız?
2007 yılıydı. Bilgisayarda yeni bir sayfa açıp bir şeyler yazmak istedim. O an aynı odada bulunan bir arkadaşım telefonla konuşurken, muhtemelen sevdiğiyle konuşuyor olacak ki, bir yenilgiyi kabul edercesine telefonun diğer ucunda bulunan muhatabına “tamam gidiyorum” dedi. Ama böyle iki kelime söylemek gibi değil de, bir ayrılığı mecburen kabul etmiş bulunmak zorunda kalarak, dilemediği bir yola düşercesine “tamam gidiyorum” dedi. Ben de boş sayfanın başına “Tamam Gidiyorum” diye başlık atıp devamını getirdim: 
Ardından kaç yıl sonra yollarsın sende kalan aklımı?
Aklım bulunca, tanır mı senden geriye enkaz kalmış beni?

Şiir sizce ne demek?
Sözün bittiği yerde şiir başlar derler. Düşünsenize, içinde bulunduğunuz ruh halini anlatabilecek bir kelime, hatta bırakın kelimeyi bir alfabe dahi bulamadığınız zamanlar olur. Ama iki satır cümleye denk gelirsiniz, hayatınız boyunca tanışmadığınız biri, sizin içinde olduğunuz o ruh halini o iki satırla özetlemiştir. ‘İşte bu’ dersiniz. ‘İşte benim halimin yazıya dökülmüş hali bu” dersiniz. İşte kanımca şiir, budur. 

Mardinlisiniz, Mardin’de size ve şiire ilgi nasıl?
Mardin’in bana ilgisi için net bir şey söylemem zor. Evet, meydanında canlı yayın ve konserlerim oldu, imzalarım oldu. Radyo programlarımda hemşerilerimden yoğun beğeni mesajları alıyorum bu doğru. Ama yine de onların gözünde nerede olduğumu onlara sormak gerekir. Hepsi sağ olsun. Mardin’in şiire ilgisi nasıl sorunuza gelince, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, birçok kültürün hala koyun koyuna birlikte yaşam sürdüğü bir ilden, coğrafyadan bahsediyoruz; Mardin’in kendisi şiirdir… 

Şairlerin toplumda ki görevleri nelerdir?
Şairlerin toplumda bir görevi olduğunu düşünmüyorum. Şahsım adına ben içimde biriken duyguyu kaleme kâğıda döktüm ve dökmeye devam ediyorum. Yazdıklarıma şiir dendi, öykü dendi, deneme dendi. Ben bunların hiçi birini densin diye yapmadım. Kendinde yakın hisseden okurlar, aynı dertten muzdarip olanlar yazdıklarıma kıymet verdi ve sevdi. Bunların hiç birini bir görev bilinciyle yapmadım. 

Hangi tür şiirler yazıyorsunuz?
Edebiyat bilgim yok. İl kitabımın adı “Canıma Susuyorum”. Hatta bir gün sevgili ağabeyim Bedirhan Gökçe radyo programında benim kitabımdan bahsederken, “Mehmedim kitabının ismini Canıma Susuyorum koymuş, cinas yapmış” dediğinde, ben daha çok cinas tarzında yazdığımı o zaman anladım. Bu arada bir tane şiir kitabım var. Diğer kitaplarımın ikisi deneme, bir tanesi de roman. 

Hangi ortamlarda şiir yazıyorsunuz?
Bunun her hangi bir ortamı yok. Her hangi bir ortamda içime doğan bir duyguyu, bir kelime ya da cümleye yüklüyorum. Sonra genel itibariyle sabaha karşı zaman dilimlerinde oturup şiir, deneme ya da kitaplarımı yazıyorum. O saatler insanın kendisiyle baş başa kaldığı saatler. Genelde o saatlerde yazmaya çalışıyorum. Örneğin gündüz trafik ışıklarında dilenen birini görüp, gece şöyle yazmıştım: 
“En çok da dilencilere öfkeliyim.
Az paramı yemediler sevdiğine kavuşursun inşallah diye diye
Zaten hiçbir zaman inanmamıştım gerçekten yoksul olduklarına.
Sana olan ihtiyacımdan vurdular beni kuruşu kuruşuna” 

Siz şiirlerinizde hangi temaları işliyorsunuz?
Özellikle seçtiğim bir tema ya da duygu yok. Genelde ayrılık üzerine yazarım, çünkü aşkı besleyen şeyin kavuşmak değil, ayrılıklar hatta kavuşamamalar olduğuna inanıyorum. Lakin uzak durduğum duygular var. Mesela babaya dair, mesela anneye dair. Bu iki duygu hakkında çok nadir de olsa bir iki cümlem vardır ama henüz şiir yazmadım. Yazacağımı da pek düşünmüyorum. Ben babasız büyüdüm. Hiç hatırlamamam babamı, sanırım bunun etkisi yazmamama neden oldu. Anne duygusuna yazmaya gelince, hakkını verebileceğimi düşünmüyorum. 

Örnek aldığınız şairler var mı?  Hangi şairleri örnek alıyorsunuz? 
Hayranı olduğum, çok sevdiğim, toplamda 1 hafta geceli gündüzlü mesaimin geçtiği, evinde misafir olduğum ve yurt dışına birlikte davet edildiğim büyüğüm, ağabeyim Cemal Safi ilk sırada. Onun dışında tabii ki Cahit Zarifoğlu, tabii ki Nurullah Genç, tabii ki Necip Fazıl Kısakürek. Tabii ki Abdürrahim Karakoç. Tabii ki Yusuf Hayaloğlu. Hayatta olanlara uzun ömür, dünya hayatı sona ermiş olanlara rahmet dualarımla… 

Şiir denince aklınıza gelen ilk isim kim? Hem şair olarak hem de yorumcu olarak?
Şair denince, kendisine olan özel sevgimden dolayı Cemal Safi ağabeyim aklıma ilk gelendir. Cemal Safi ve onun gibi şairlerin yorumu tartışmaya açık değildir. Onlar şiir okumazlar, bir derdi anlatırlar. Bu yüzden şiir dinliyormuş gibi değil, can havliyle derdini ya da sizin derdinizi anlatıyormuş gibi hissedersiniz. Bunun dışında şiir yorumlayanlar arasında sevgili abim Bedirhan Gökçe’nin yorumunu beğenirim. Aynı zamanda radyo programcılığından meslektaşım Mehmet Zeyd Yıldız’ın da yorumunu beğenirim. 

Biraz kitaplarınızdan bahsedelim… Bize kitaplarınızın içeriğini anlatır mısınız?
Toplam dört kitabım var. Bunların ilki 2011 yılında piyasaya çıkan Canıma Susuyorum isimli şiir kitabım. Yaklaşık elli beş şiir ve yirmi beş sözden oluşan bir şiir kitabı. 2014 yılında piyasa çıkan iki kitabım var. İkisi de denemelerden oluşur. Dudak Payım ve Aşk Düştü. Her ikisi de deneme kitapları ama ikisinin de içinde ikişer ya da üçer tane şiirim bulunmakta. Son kitabım ise 2016 yılında piyasaya çıkan bir roman. Ruhum Sana Emanet. 26 yaşında bir gencin, mahallesinde oturan bir meczubun bir sözüyle içsel arayışına düştüğü bir yolcuğu bulma telaşını anlattım. Meczubun “İnsan güzeli neden arar?” sorusuyla birlikte, delikanlının insanın ne olduğundan ziyade ne olmadığını; aşkın ne olduğundan ziyade ne olmadığını bulmaya çalıştığı bir yolculuk. 

Kitaplarınıza ilgi nasıl oldu. Beklenen ilgiyi bulabildiniz mi?
İlk kitabım bir şiir kitabıydı. Sağ olsun çalıştığım Radyo 7’nin Genel Yayın Müdürü Ferman Karaçam Beyefendi’nin isteği ve desteği ile oluşmuş bir kitaptı. Hatta bu konuda beni çok zorladı dahi diyebilirim. Çünkü yazar olmak, şiir yazmak bunlar kutsal ve önemli şeyler. O beni orada görmüş olacak ki ısrarla bu yola sevk etti ama ben kendimi orada görmekte çok zorlandım, hatta belki de biraz utandım. Kitabım iki baskı yaptı. Lakin sonrasında çıkan iki deneme ve bir romanım, sosyal medyanın da artık yadsınamayacak PR gücüyle birlikte toplam yüz bini bulan satış rakamlarına ulaştı. Tabi ben HayyKitap gibi deposundan dağıtım ağına, muhasebesinden PR ve editörlük hizmetine kadar birçok alanda harikulade çalışan bir yayın evinden kitaplarımın çıkıyor olmasının da şansını elde edenlerdenim. 

Okuyucularınız kitaplarınızı nereden bulabilirler?
HayyKitap etiketiyle çıkan ilk kitabım Dudak Payım 15 Mart 2014 yılında çıkmıştı. Ve biz şu cümleyi kullanmıştık. “15 Mart itibariyle, kitap satılan her yerde!”. İnanır mısınız, bu ifadeyi dahi evirip çevirip farklı kullanmaya çalışarak bir nevi çalan yazarlar oldu.  Kısacası. Seçkin kitapçıların tamamında kitaplarımı bulabilirler. Bulamazlarsa da tükenmiştir, isterler, kitapçılar tarafından yine getirtilir. 

Türkiye de kitap yayınlatmak zor mudur?
Çok da kolay değil, Hele yayın evine destek sağlayabileceğiniz bir PR gücünüz yoksa bunda daha da zorlanabilirsiniz. Ama bu konuda ilerleme kaydetmeye çalışan yazarlara tavsiyem, ilk görüşmede kendilerinden şu kadar para verirseniz şu kadar kitabınızı basarız diye teklif eden yayınevleriyle çalışmasınlar. Kitabınınız içeriğine inanan yayın evleri zaten bunu basmak yayınlamak isteyecektir. 

İmza günleri ve etkinlikler düzenliyor musunuz?
HayyKitap’ın katıldığı tüm fuarlara katılıyorum. Bunun dışında Radyo 7’nin düzenlemiş olduğu etkinlikler kapsamında imzalara katılıyorum. Ayrıca bireysel olarak sahne aldığım organizasyonlardan sonra da sağ olsun okurlarım kitaplarımı almış ve gelmiş oluyor, o etkinlikler sonrasında da imza gerçekleştiriyoruz.  

Bundan sonra ki hedefleriniz neler?
Allah ilham ettiği sürece yazmaya devam ediyorum. Yazma hadisesini dizi ve sinema filmi için senaryoya taşımaya karar verdim. Bunun için de sağlam bir ekiple çalışmalarımız başladı. Şiir, deneme ya da roman. Ortalama yılda bir okuyucularıma bir kitap sunmaya gayret ediyorum. Ama yazma konusunda hedefimde sinema var. 

Aileniz, sizin şair olma yolculuğunuzda yer aldı mı? Onların bu konuda size yansıyan fikirlerini öğrenebilir miyiz?
Sadece şiir yazma konusunda değil, hayatıma dair aldığım tüm kararlarda ailemin desteğini ve rızasını aldım. Her hangi bir destek sunmaları da gerekmiyor üstelik. İyi niyet, dilek ve duaları başlı başına yetiyor. Şimdi çıktığım sahne etkinliklerinde ailemin de izleyiciler arasından beni izliyor olmasının verdiği gururu anlatamam. 

Yeni çalışmalarınız var mı? Varsa çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Eylül ayına kadar çıkacak olan bir single çalışmam var. Sağ olsunlar dinleyici ve okurlarımın çok beğendiği “Demedi Deme” isimli şiirimin, bestesi sevgili Ferhan’a, aranjesi ise sevgili Hakan Sarıca’ya ait olan bir çalışmamızı kliplendirip izleyiciyle buluşturacağız. Bu da bu alandaki ilk ve devamı gelecek olacak bir çalışmam olacak nasipse. 

Aynı zaman da TV ve radyo programcılığı yapıyorsunuz, bu konu hakkın da neler söylemek istersiniz?
Radyo mikrofonunun karşısına geçtiğimde yaşım on altıydı. Hemen 3 yıl sonrasında ise TV programcılığım başladı. Aslında görsel, işitsel ve yazılı basının hemen hemen her alanında çalıştım diyebilirim. Kamera önünde ve kamera arkasında. Sunucu olarak, yapımcı olarak ve yönetmen olarak. Gazetelerin yazı işlerinde hem muhabir olarak hem de editör olarak. Radyo programlarım kesintisiz olarak devam ediyor. En son 2016 yılında Kanal 7 ekranlarında 42 bölüm süren “Söz ve Müzik” isimli bir program gerçekleştirdim. TV için yeni projelerimiz de yolda. 

Ülkemiz de ki TV ve radyo şiir programlarını yeterli buluyor musunuz?
Sevgili Aziz işte bu başka bir problem. Radyo ya da TV, bu alanlarda şiir ve edebiyat adına yapılması gereken programları reating kaygısıyla yapmaya kalkarsanız, bu şiire de kültüre de ihanet olur. Ama maalesef öyle. TV ve Radyo müdürleri, sahipleri ya da yapımcıları, özellikle şiir ve edebiyat programlarını yapmayı kendilerine görev olarak görmek zorundalar. Hiç mi yok derseniz evet demem ama çok eksik olduğumuzu söylemekte fayda var. Umarım bu konuda daha çok yapım olur. 

Zamanı geçmişe alma imkânınız olsa tekrardan şair olmak ister miydiniz? Neden? 
Başka bir sorunda buna benzer bir şey söyledim sanırım. Ben şair olmaya karar vermedim. Bu zaten karar verilecek bir şey değil. Tabii bunların hepsi bence. Katılmayabilirsiniz de. Ama şu onur verici bir şey. Bir şey yazıyorsunuz ve hayatınız boyunca görmediğiniz insanlar, kucağına kitabını almış, iki saat sıra beklemiş ve sizinle tanıştıkları o iki dakika içinde, yazdığınız şeyin onun duygusunu ne kadar anlattığını duyuyor ve görüyorsunuz. Kalemimi kıymetli kılana binlerce şükür. 

Edebiyat dünyasında bir şeyleri değiştirme şansınız olsa neleri değiştirirdiniz? 
Sürekli olarak başka yazarların sözlerini alıp, biraz evirip çevirerek kendi yazmış gibi kitaplarında yer verenlerin bundan vazgeçmesini sağlardım. Bu nasıl sağlanır bilmiyorum ama bunu yapanlar açısından onur zedeleyici bir şey olduğunu düşünüyorum. Bunu yapanlar aynı şeyi düşünmediklerine göre, onurlarına bakış açıları da ortada demektir. Normalde bu ifadeleri kullanan biri değilim ama yeri gelmişken söylemek istedim. Çünkü inan bana bir değiller on değiller. Ve kendini yazar olarak göstermekte büyük çaba sarfeden bu arkadaşlar bunu yapmaktan da zerre kadar utanç duymuyorlar. Korsan kitap hadisesine hiç girmeyeceğim bile. Bu olay sadece edebiyat dünyası ile ilgili değil, korsan başlı başına bir bela. 

Günümüzde sizce insanların şiire ilgisi ne durumda? Özellikle gençlerin.
Ne durumda olduklarını bilmem ama şiir bir ihtiyaç. Böyle hobilik falan bir durum değil. Lakin anlamadığım bir şe var o da şu. Mesela ben şiir yazamam diyeni anlarım. Ama ben şiir sevmem diyeni anlamakta güçlük çekiyorum. Senin içinde bulunduğun ve iki kelime edemediğin duygunu adam ya da kadın iki cümlede özetlemiş. Şiir sevmem diye bir şey olabilir mi? 

Hepimiz güçlü yorum kimliğinizi biliyoruz. Peki, iyi bir yorumcu olmak şartları nelerdir? Deneyimlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Aslında iyi bir yorumcu değilim. Ama iyi bir anlatıcıyım. Radyo TV ya da sahnede hep aynı şeyi hissettim ya da duydum. “Sen bir şey anlatırken ya da şiir okurken, az önce yaşadığın bir meseleyi aynı heyecanla anlatıyormuşsun gibi hissediyoruz” diyen çok insan duydum. İşte bu benim için çok önemli. Yoksa benim çok da iyi bir sesim yoktur. Yani şiir yorumlamak için yeterli bir ses tınısına sahip değilim. Ama o şiirin duygusu anlatma konusunda iddialı olduğumu söyleyebilirim.
Bunun bir deneyimi yok, tecrübeyle zamanla oluşuyor. Ama şu önemli: Samimiyetin sahtesi olmaz…

Son olarak, yazar/şair olmak isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Yazdıklarıyla kendi duygularına tercüman oluyorlarsa, bunu kitaba dönüştürme, binlere ulaştırma gayretiyle çok da yorulup üzülmesinler. Çünkü kendi duygusu kaleme kağıda dökebilmek başlı başına önemli bir hadisedir. Yazmaktan vazgeçmemelerini tavsiye edebilirim. Ve kendimi için ihtiyaç olan şeyin onlara da fayda sağlayacağını düşünüyorum. Okumaktan vazgeçmesinler. Hayatını 140 kelimeyle idame ettirenler kavga etmekten başka bir şeye yaramazlar. Ama kelime haznelerini 1400 ‘e çıkaranlar, isteseler de kavga edemeyecek hale gelirler. 
Bana bu imkânı tanıdığınız için size ve tüm ekibinize ve ayrıca fotoğraflar için Hakan Öcal ve Seyfi Çelikkaya’ya teşekkürlerimi iletiyorum…

Biz de Önce Vatan Gazetesi ailesi olarak bizimle yaptığınız bu özel ve içten röportajdan ötürü değerli sanat yüreğinize şükranlarımızı sunar, gelecek çalışmalarınızda başarılar diliyoruz… 

Röportaj: Aziz Karataş