Bu hafta Avukat Abdurrahman Alp Beyaz ile yaşamına ve mesleğine dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle…

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Alp Beyaz kimdir?

1983 yılında İstanbul’da doğdum. Ortaokul ve Lise eğitimimi 2001 yılında Kartal Anadolu İmam-Hatip Lisesi’nde tamamladım. O dönemlerde halen 28 Şubat’ın izleri ülkeden silinmemiş olduğu için büyük zorluklarla Hukuk Fakültesi’ne gidebildim. Malum kat sayı problemi olduğundan derece yapan öğrenciler bile istedikleri bölümlere giremiyorlardı. Üniversite döneminde aktif olarak münazara ile ilgilendim ve okulla birlikte büyük bir firmanın sanat danışmanlığı departmanında çalıştım. Mezun olduktan sonra Galatasaray Üniversitesi’nde Yüksek Lisans eğitimine başladım. Aynı zamanda okuldan Prof. Dr. Ata Sakmar’ın yanında avukatlık stajımı tamamladım. Ruhsat aldıktan sonra bir yıl kadar bir büroda çalıştıktan sonra Taksim’de bir han odası kiralayıp serbest avukatlığa başladım. Şu anda şirketlere önleyici hukuki danışmanlık hizmeti veren bir hukuk büromuz var. Bir de beni ben yapan ve tamamlayan bir oğlum ve bir kızım var.

Avukat olmaya neden ve nasıl karar verdiniz?

Aslında avukat olmaya değil de ‘hukukçu’ olmaya karar verdim. Bu noktada babamın hayatımdaki rolü çok önemli oldu. Tabi bu rol hukukçu olmam yönünde bir baskı şeklinde değildi. Babam sürekli adil olmayı öğütleyen bir adam olduğu için bendeki bu duygunun ve düşüncenin gelişmesinde önemli katkıları oldu. Diğer taraftan bizim lise öğrencisi olduğumuz dönemlerdeki toplumsal adaletsizlik ve fırsat eşitsizlikleri de beni hukukçu olmaya sevk etti. Orta okul yıllarından beri bu hayali kurduğumu söyleyebilirim. O kadar ki sınıf arkadaşlarım bile yıllık yazılarında ‘geleceğin hukukçusu’ diye bahsetmeye değer bulmuşlardı.

Aldığınız ilk davayı hatırlıyor musunuz? Sizde bir anısı var mıdır?

Aldığım ilk davada müvekkilim, Ağır Ceza Mahkemesi’nde 144 yılla yargılanıyordu. Ben, o zaman 6 aylık avukattım ve 25 yaşındaydım ama çok çalışkan ve hırslı bir yapım olduğu için sanırım davaya benim bakmamda bir sakınca görmemişti. Tabi ben, salona ilk girdiğimde diğer sanıklar ve avukatlar; “Bu çömez de kim?” der gibi bakıyorlardı. Hatta sanıklardan biri, benim müvekkilime dönerek hafif alaycı bir tavırla; “Bu mu senin avukatın?” diye sormuş ve kendi avukatı ile ilgili hava atmıştı.
Sonrasında duruşmada yaptığım savunma, salondaki herkesin dikkatini çekmişti. Hatta mahkemeden talep ettiğim bir hususta, Mahkeme başkanı diğer avukatlara görüşlerini sorduğunda hepsi; “Üstadımıza katılıyoruz.” şeklinde beyan vermişlerdi. Bu dava, aslında serbest meslek anlamında benim için bir dönüm noktası oldu, diyebilirim.  

Şimdiye kadar karşılaştığınız en ilginç dava neydi?

Biz, şirketlere hukuk danışmanlığı verdiğimiz için davalarımız genelde ya ticaret hukuku ya da iş hukuku ağırlıklı oluyor. Anlatmaya değer bulduğum bir davamda müvekkilimin hesaplarının olduğu çok büyük bir bankada çalışan personel, Rus hackerlarla işbirliği yapıp müvekkilin hesabından çok yüklü bir parayı internet şubesi üzerinden önce Türkiye’de sahte isimle açılan hesaplara oradan da Western Union üzerinden Rusya’ya aktarmıştı. Bunu yaparken müvekkile ait cep telefonu sim kartını kopyalamışlar, aynı zamanda bir sistem kurarak müvekkil şirketin santrallerini de devre dışı bırakmışlar. Biz, önce bankaya ihtarname göndererek paranın tamamını talep ettik fakat ihtarnameye cevap vermediler. Sonra icra takibi başlattık, Allah’ın işi işte, koskoca banka takibe itiraz etmeyi unuttu ve takip kesinleşti. İcra müdürünün yanına gittim ve bankaya hacze gitmek istediğimi söyleyerek dilekçe verdim. İcra müdürünün bir anda eli ayağı titremeye başladı, “Aman Avukat Bey, bizi yakacak mısınız? Hacze çıkmayın.” gibi sözler söyledi. Ben de hacze çıkmam için hiçbir engel olmadığını söyledim ve bankalar nasıl gariban vatandaşın kapısına dayanıyorsa benim de bankada haciz yapma hakkım olduğundan bahisle baskı yaptım. Buna rağmen karar vermekten imtina edince idealist bir müdür yardımcısı kararı imzalamayı kabul etti. O zaman Çağlayan’daki adliye henüz kurulmuştu ve hacze çıkmak istediğim bankanın da orada bir şubesi vardı. Yanıma bir icra memurunu alarak Adliye’nin içindeki banka şubesine gidip haciz işlemleri yapmıştık. Tabi biz gittiğimizde banka personeli epeyce şaşırmıştı ama biz muradımıza erdik. Adliye yeni kurulduğundan sanırım adliye içindeki bankaya hacze giden ilk avukat ben olabilirim.

Her mahkeme salonunda bulunan ‘Adalet mülkün temelidir.’ sözü hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Adalet, aslında her şeyin temeli diyebiliriz. Tabi daha üst bir kavram ve burada eşitlikten çok denklikten bahsetmek lazım. Çünkü kişiler, ilişkiler eşit olmayabilir ama denk olması gerektiği adalet duygusundan ileri gelir. Hiç unutmam, hukuk fakültesinin ilk dersinde Anayasa Hukuku hocamız bize; nefes alıp vermenin bile hukukun alanına girdiğini söylemişti. Önce çok şaşırmıştık ve bizi gaza getirmeye çalıştığını zannetmiştik. Ama en temel hukuk metni olan Anayasa’da ‘yaşam hakkı’nın güvence altına alındığını öğrendiğimizde ne demek istediğini anlamıştık.
Bu yüzden bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerini ve devletle olan ilişkilerini düzenlemesi bakımından hukukun yeri sosyolojik olarak çok önemli. Hem ilişkilerin hem de ‘mülk’ olarak tanımlanan devletin sağlıklı bekası için de adalet olmaza olmaz. İnsan ilişkilerinde bile sürekli bir tarafın aldığı ama hiç vermediği ilişkiler adil olmadığı için nasıl devam edemiyorsa, devlet için de bu böyledir. Mesela devlet bir taraftan vatandaşa edimler, sorumluluklar yüklerken, diğer taraftan da özgürlük alanları tanımaktadır. Sistemde bir dengesizlik olduğunda da dengeyi hukukçuların eli ile düzeltmektedir.

Bir hukukçu, adaleti nasıl temsil etmelidir?

Demin de dediğim gibi; hukukçunun işi ister avukat olsun, ister hâkim veya savcı olsun; şaşan adalet terazisini dengeye getirmek, dengede tutmaktır. Hukuk kurallarının adil ve eşit bir şekilde uygulanmasını temin etmek, bizlerin vazifesidir. Tabi her hukuk kuralı meşru veya adil olacak diye bir şey yok. Bu noktada da hukukçu, meşru ve adil hukuk kuralları üretmeli ve bunların savunuculuğunu yapmalıdır. Mesela Nazi Almanyası döneminde Yahudileri öldürmek yasal bir görevdi. Yargılanan Nazi Subayları, yasal görevleri nedeniyle öldürme fiilerini gerçekleştirdiklerini ve suçlanamayacaklarını iddia ediyorlardı. Bu sebeple ilk defa Anayasa Mahkemesi Almanya’da Yasama faaliyetlerinin ‘hukuka uygunluğunu’ denetlemek amacıyla kuruldu. Yani hukukçu, bir taraftan kuralların adil ve eşit bir şekilde uygulanmasını temin ederken, diğer taraftan da o kuralların hukuk aklına ve hukukun genel ilkelerine uygun olup olmadığını da tartışması gerekir.

‘Hukuk’ kavramını nasıl tanımlarsınız?

Aslında benim bir sözüm var; “Hukuk, bizim için yalnızca bir meslek değil, ulaşılması gereken bir idealdir.” diye. O yüzden başlangıçta özellikle çocukluk hayalimin avukat olmak değil hukukçu olmak olduğundan bahsettim. Gerçekten de avukatlık bir nevi hukuk teknisyenliği gibidir. Ama hukukçu olmak mesleğin daha üstünde bir yerde durur. Maişet kaygısı gütmez, idealisttir. Mesela adalet, bir et yığını gibidir, onu ayağa kaldırmak için omurgaya ve kemiğe ihtiyaç vardır. Bu omurga ve kemiğe biz ‘hakkaniyet’ diyoruz. Lafı çok uzatmadan şöyle diyebilirim; hukuk, adil ve hakkaniyetli bir düzene ulaşma idealinin bizzat kendisidir.

Gerçekleştirmeyi planladığınız bir projeniz var mı?

Hali hazırda bazı projeler gerçekleştiriyoruz ve yakında hayata geçirmek istediğimiz bir projemiz de var. Önce şu an neler yaptığımızdan bahsedeyim. İki yıldır “Organize Deliler” adlı güzel işler yapan bir ekiple birlikteyiz. Bu arkadaşlar, denenmemiş ve insanların yüzünde tebessümler oluşturan işler yapıyorlar. Mesela; gülümseme, selam verme, günaydın deme, iyilik şampiyonası gibi insanların ruhlarına dokunan işler yapıyorlar. Geçen bu arkadaşlarla birlikte, ‘Sıra Dışı Okumalar’ adında 8 haftalık bir program başlattık. Ben de programa hukuk seminerleri vererek katıldım. Ama sıkıcı seminerler şeklinde değil de daha hayatın içinden, filmlerden örneklemelerle katılımcıların hukuka dokunmalarını amaçladık.
Bunun dışında bir de Münazara Derneği kurduk. Buradaki amacımız ise donanımlı bireyler yetiştirerek özellikle uluslararası münazara turnuvalarında başarı elde etmek. Hani hep duyarız, Amerika’daki Ermeni lobisi şöyle bir şey yaptı, şöyle bir kanun tasarısı destekledi ve saire. Dernekteki amacımız; her konuda bilgili, hitabet problemi olmayan, yerli ve milli uluslararası lobiciler yetiştirmek.
Şimdi yeni bir proje üzerinde çalışıyorum. Sosyal medyanın insanların üzerindeki etkilerinin giderek arttığı bir döneme girdik. İnsanlar, sosyal medyadan haberleri takip ediyorlar, alışveriş yapıyorlar, hatta tanışıp evlenenler bile var. İnsanlar artık okumak yerine izlemeyi tercih ediyorlar. Biz de bu noktada hukuki farkındalık yaratmak için kısa kısa hukuk videoları çekip sosyal medyada yayınlamayı ve insanları bilgilendirmeyi düşünüyoruz.

Boş vakitlerinizde neler yapıyorsunuz?

‘Boş vakit’ kavramını pek sevmiyorum. İnsanın yaradılışı gereği boş vaktinin olmasını da anlamlandırabilmiş değilim. Ama iş dışındaki vakitlerimde genelde sosyal farkındalık oluşturan projelere dahil olmaya çalışıp, bildiklerimi başkalarına aktarmaya çalışıyorum. Bu sene Siyaset Akademisi kapsamında ‘Temel Siyasal Kavramlar ve İdeolojiler’ adlı semineri verdim. Bu kapsamda her hafta sonu bir ile giderek birçok insanla tanışma fırsatına kavuştum.
Yine ‘Organize Deliler’ adlı ekiple birlikte seminerlerle devam edeceğiz, diğer taraftan yeni kurduğumuz Münazara Derneği için çalışmalara aralıksız devam ediyoruz.
Çocuklarımla birlikte atlara karşı çok ciddi bir tutkumuz var ve her hafta birlikte biniciliğe gidiyoruz. Kışları da snowboard yapıyoruz. Yine iş dışında ciddi bir siyasi literatür okuması yapıyorum. Şimdi bir de sosyal medya videoları eklenecek.

Bir avukat, mesleğini nasıl icra etmelidir? Meslektaşlarınıza ve avukat adaylarına neler söylemek istersiniz?

Ben, avukatlığı onurlu bir meslek olarak görüyorum. Bu yüzden avukatların hiçbir koşulda onurlarının zedelenmesine müsaade etmemesi, kimsenin karşısına eğilip bükülmemeleri gerektiğini düşünüyorum. Aslında Molierac’ın çok bilinen bir mottosu var: “Avukatlar, tarih boyunca köle kullanmadılar fakat efendileri de olmadı.” Bence bu lafın üzerine söylenecek çok fazla bir şey yok. Bunun dışında müvekkille olan ilişkide; şeffaflık, dürüstlük ve sır saklama bizim için çok değerli ilkeler. İnsanların bu noktada güvenini kazanabilmek sürekli ve istikrarlı bir ilişki ve kazanç sağlar.
Mesleki gelişim bakımından ise sürekli olarak yenilikleri takip etmeleri gerektiğini söylemem lazım. Bu yenilik, sadece çıkan kanun ve yargı kararları değil, aynı zamanda dünyanın ve teknolojinin de nereye gittiğini anlamak şeklinde algılanmalı. Yani sıra dışı bir örnek vermek gerekirse; daha uzaya gidilmeden uzay hukukunun hayallerini kurmak gerekiyor.

Türkiye’nin hukuk sistemi konusunda düşünceleriniz nelerdir?

Önce ‘sistem’ kavramından ne anlamamız gerektiğini ortaya koymak lazım. Hukuk sistemi dediğimiz zaman sadece kurallar ve kanunlar değil aynı zamanda bunların uygulayıcıları veya oluşturucularını da ele almak lazım. Günümüzde küreselleşmenin de etkisiyle genel kuralların demokratik ülkelerde birbirine çok benzer olduğunu görüyoruz. Mesele, bu kuralların nasıl uygulandığı noktasında ortaya çıkıyor. Hani hep diyoruz ya; “Güçlünün hukuku değil, hukukun gücünü savunmak lazım.” diye. İşte bizde bu noktada bazı eksiklikler olabiliyor ama bunlar da yavaş yavaş aşılıyor. Ülkede bir gece yarısı UYAP sistemine korsan karar yazıp terör örgütü liderini mehdi ilan eden, meşru iktidara da ağza alınmayacak sözler kaleme alan, bunu da mahkeme kararı diye yutturmaya çalışan hâkimler (!) vardı. Dolayısıyla şu anda Türkiye’nin içinden geçtiği olağanüstü dönemi baz alarak bir yorum yapmak çok da gerçekçi olmaz. Biliyorsunuz 15 Temmuz 2016’da ülkemizde hain bir darbe girişimi yaşandı ve devletin içine sızmış olan aklı ipotekli birçok meslek mensubu görevden uzaklaştırıldı ve ciddi bir hâkim açığı ortaya çıktı. Bu açıklar da kapatıldıktan sonra inşallah daha iyi günler bizi bekliyor olacak.

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Öncelikle bu güzel sohbet fırsatını verdiğiniz için size teşekkür ederim. Okurlara hukuka olan inançlarını hiçbir zaman kaybetmemelerini tavsiye ederim. Unutmayın adalet değirmeni yavaş çalışır ama ince öğütür.

Röportaj : Ayşenur Mama