Yıllar önce İsviçre’de bir arkadaşımın yine İsviçre’li arkadaşlarına yemeğe gittik. Çok güzel Çin yemekleri yapıyormuş.
Mum ışığında sıcak keyifli bir ortam…
Uzun boylu gözlüklü evin erkeği, belinde önlüğü, elinde geniş bir tava Çin yemeğinin o çekici sos kokusunu dağıta dağıta gelip bizi karşıladı.
O zamanlar Türkiye’de bayanların sokakta sigara içmeleri, erkeklerin yemek yapıp misafir karşılama adetleri yok.
Çok şaşkın ve gıpta ile bakıyorum ortama…
İçeride bir çift daha oturuyor.
Masa hazır derken evin erkeği, kucağında sarışın bir bayanla odaya tekrar girdi. Ve masadaki sandalyelerden birine bayanı oturtturdu.
Şaşkınlığım artarak ortamı inceliyorum. İsviçre Almancasını az biraz anlıyorum. Meğer eşi yürüme engelliymiş. İkisinin de yüzlerinde tebessüm eksik olmuyor.
Bundan sonrası odak noktam Çin yemeği falan değil.
Ressam bir kadın…Aktif çalışıp hergün atölyesine gidiyor.
Arabasına kadar onu kucağında sürekli taşıyan bir koca…
Yaşama ve ailesine sımsıkı kenetlenmiş bir çift…
Çok duygulanmıştım.
Sonra ki yaşamımda ülkemde de felçli, down-sendromlu çocuklarına bakan, sırtında taşıyarak okula götüren anne çok görmüşümdür. Ama doğrusu bir erkeğin felçli eşine bakma olayına henüz tanık olmadım. Eski komşumuz bey, felçli annesine bakıyordu. Ama iş eş olunca erkeklerin oranı sanırım düşük…
Bakırköy’de yıllarca evimizin önünden geçen biri görmeyen, diğeri yarı felçli, ama her zaman elele bir çifti de gururla seyrederdim.
Bir yastığa baş koymanın gerçek anlamı işte burada yatıyor.
Sağlık da ve sağlıksız da yanyana…
Tam da günümüzün ortamı ha!
Ha haa haaa…
Çiftler sıkılınca, tantana ederken, yok para yetişmeyince zırt pırt ayrılığa çıkan yollar… “Aradığını bulamadım”
Asıl ne aradığını bilmemekten yatan hüsranlı evlilikler.
Bir yaşam ki; BENCİLLİK tavan yapmış, tepemizde ventilator gibi dönüp duruyor.
Rüzgarı dalga dalga yayılmakta.
Aaaa o bencil, ben niye olmayayım…
A-ha ben de oldum oh canıma değsin modu!
Paylaşmanın unutulduğu, sevgi sözcüklerinin cinsel dürtülerin bitene kadar ki dayanılmaz hafifliği olan yaşlı dünyamız.
….
Yaz yaz yaz Sevgül…
İyi de ne değişiyor demeye başlamıştım ki…
Bir çağrı aldım.
Omurilik Felçlileri Derneği’nin 16. Kuruluş yıldönümü etkinliğine.
Rüyalar ve Maskeler isimli modern dans gösterisine…
(Rüya ve Maskeler, Engellenerek yaşamaya zorunlu bırakılmış amatör bir dansçının gerçek yaşamından esinlenilerek, toplum baskısı olmaksızın, özgürce ve dışlanmadan dans edebilmek için verdiği mücadelede karşılaştığı güçlükleri anlatıyor.)

Vay vay vay…
Ataköy’de ki yürüyüşlerimde farkettiğim o kır evi görüntüsünün önünde top oynayan tekerlekli gençleri hatırladım.
16 yıl olmuş o günlerin ardından.
Doğrusu, o akşam yaptıkları dans gösterisi ve anlamlı konuşmalarıyla dernek başkanı Ramazan Baş’ın o anlamlı gecede aldıkları not tam puandı.
16 yılda dev adımlar.
Ve insan hayatının ne kadar ince bir ipliğe bağlı olduğunu bize çok güzel anlatan bu ruhu dev insanlar.
Çok duygulandım.
Gururlandım.
Eli ayağı sağlam ama insan olamayan müsvettelerden insan olarak utandım.
Bir erkeğin tekerlekli sandalyesiyle kaldırdığı eşiyle nasıl dansedebildiğini hatırladım.
O anlatılmaz duygu geçişini yakaladım.
Çok teşekkürler arkadaşlar.
Başkanın hikayesi de çok kısa ve öz; Denize balıklama atlarken sığ olduğunu farketmiyor ve çakılıyor, ipler kopuyor ve de daha da acısı, bilinçsizce müdahele ederek ayaklarından sallayan cahil yardımseverler…Onu tekerlekli sandalyeye mahkum ediyor.
Omurilik affetmez ben de yaşadığım araba kazasından aylarca yatarak bu duygunun teğetinden geçtiğim için empati yapabiliyorum. Ama siz bu deneyimi inşallah yaşamadan empati kurarsınız.
Kaza geliyorum demez arkadaşlar…Ne oldum demeyin ne olacağım deyin, yaşamı öyle kurgulayın ve bu insanlara değer verin. Çünkü yaşam her şekilde bizi bekliyor.
O geceye medyatik gençler de katıldı. Derya Şensoy, Burcu Kara gibi. Bilinçli olmak yaş da değil başta . Onlara da aferin.
Ebru Şallı onlara gönüllü pilates dersleri veriyormuş.
Arnavut bir piyanist bayan geceye eşlik etti öğrencileri performanslarını muhteşem bir şekilde birleştirdi.
Asıl ilginç bir nokta ise; Başkan ve görme engelli iki kardeş müzisyen Kerim ve Selim Altınok –biri mandolin diğeri gitar çalıyor, İstanbul Hukuk Fakültesini  biri 1. diğeri 2. olarak bitirmiş ve ayrıca satranç oynuyorlar- ortaokulda üçünün de sağlıklı olması...
“Ben tekerlekli sandalyede onlar görmüyor ama BİRLİKTEYİZ dediler.
Gözlerimiz dolu dolu ruhumuz huzurla ayrıldık. Doktor arkadaşım Neptün Erdener, onu bu geceye çağırdığım için minnet içindeydi.
Ah dedim aylardır böyle huzurlu olmamıştım. Birşeyler de güzel  oluyormuş ülkemde.
Teşekkürler emeği geçen tüm kardeşlerime!