Röportaj: Almula Merter

Bu hafta konuğum yazar, ve davranış bilimleri uzmanı sevgili Aşkım Kapışmak. Bu aralar seni Türkiye’de yakalamak imkânsız gibi. Neler yapıyorsun?

Aşkım Kapışmak: Almanya’da, Bakü’de, Kıbrıs’ta ve yeni olarak Hollanda’da Türklerle çalışıyorum. Türkiye'de yaptığım işleri aslında Avrupa'ya taşıdım diyebilirim. Seminerler, eğitimler bir de bireysel danışmanlıklar devam ediyor. Biliyorsun, sen de dünyayı gezen bir insansın, o kadar çok fazla Türk var ki Avrupa'da.

Sakın evlenme, evlendin mi sabitlenip kalıyorsun. Eskiden her yeri gezerdim şimdi iki kere düşünüyorum. Sen çok şanslısın.

Eğer senin gibi böyle gezmeyi seven biriyle evlenirsem neden olmasın? Eşin öyle anladığım kadarıyla.

Evet çok ilgilidir. Evlilik güzel bir şey. Tabii bunlardan da konuşacağız seninle. Son zamanlarda yeni bir kitap çıktı mı?

Pandemide bir romanım çıkmıştı. O romanın ikincisini bekliyor herkes. Yerleşik hayata biraz geçtikten sonra herhalde ona yöneleceğim.


Yerleşik hayata geçebilecek misin?

Düşünüyorum ama şöyle yaza doğru belki. Şöyle bir karar aldım açıkçası; yazın  4-5 ay çalışmayacağım ve biraz kendimi de geliştirecek bazı eğitimlere gideceğim. Sen de yazarsın biliyorsun, bu işler böyle programlı olan bir şey değil. Nepal'de Osho’nun kampında  kaldım bundan bir buçuk yıl önce. O meditasyonları içselleştirmek için. Çok iyi geldi bana ama farklılıklar ve bazı eksiklikleri hissettim, artık ritüeller eskisi gibi değil galiba, onlar da  işi biraz ticarete dönüştürmüşler. Ne diyeyim, Budistler kalmamış mesela. Onlar daha tepelerde yaşıyorlar, benim öğrenmem gerekenler vardı. Aşram gibi bir kampta kaldım 20 gün ve oradaki deneyimleri şifa ritüeli kitabımda paylaştım.

 Aslında bütün bunların temelinde hep şaman kültürümüz var, değil mi? Şaman kültürü ile orada yaşadıklarının arasında mesela ufak tefek bize tüyo olacak bağlantılar anlatabilir misin?

Senin de bildiğin hani bu 'az yemenin, az konuşmanın, az uyumanın' öneminden bahsediliyor. Az yemek konusunda duygusal açlıkla fiziksel açlığın arasındaki farkı keşfettim. Orada biraz daha duygusal terbiye veriyorlar insanlara. Sessizlik çalışmaları çok fazla yapılıyor. Bu da şöyle çok önemli, mesela çok konuşan insanlara ben danışmanlık yaparken az konuşma ödevi veriyorum, bazen az konuştuğunda kötü duygulara çok fazla giriyorlar. Gece mesela akşam 6'dan sonra hiçbir şey yemiyorlar. “Sessiz konuş ama söz kesme, az konuş; anlatacağın bütün duyguları ya da hikayeleri 3-4 cümlede anlat” Bunu çok önemsiyorlar. 

Bir de şu çok ilgimi çekmişti; beden sesiyle, zihin sesi. Şimdi psikolojide de kullanıyorlar onu bedenimizin sesi, bizim sesimiz, zihnimizin sesiyse süper ego olduğu için anne babamızın sesi. Memlekette herkes çoğunlukla zihin sesini kullanıyor. Örnek verecek olursam, ben seni bir yere davet ettim ama işin var gelemeyeceksin. Ayakların bana gelmek istiyor, zihnin “ama sabah işim var gidemeyeceğim” diyor. Bedeninin sesini dinlediğinde beynin daha çok seratonin üretiyor ama zihnimizin sesini dinliyoruz, ruhsal bunalımlar da zihin sesinden geliyor. O çalışmalar çok ilgimi çekmişti. 

Peki insan ilişkileri dünyada ne durumda? Yani insanlar birbirini sevmiyor. İnsanlar kendilerini sevmiyor zaten. Problem buradan başlıyor. Bu bize özgü değil bence artık dünyada genel bir şey. Peki niye bu noktalara geliyoruz?

Pandemi gibi uzun soluklu korkular regresyon yaratıyor toplumlarda, yani diyelim ki benim evimde kişisel hayatımdaki bir acı aylarca sürdü. Beyin hemen çocukluğa gidiyor. Biz yasını tutmuyoruz hiçbir acının. Yasını tutmadan yeni acılar geliyor ve biz sürekli kaçıyoruz acılardan. İnsanlarda şu başladı; regresyon çocukluğa götürüyor dedik, insanlar ergenlik öncesine gittiği için bütün yetişkinler sokaklarda dışarılarda çocuksu tepkiler veriyorlar. Her şeye yetişkin gibi tepki vermiyorlar. Dünyada bir çocuksuluk başladı bu bir. İkincisi, Avrupa'da içe dönme aşırı artmış durumda. Avrupalı insanı devletler şöyle kandırmış “Biz çok iyiyiz bizim dışımızdaki herkes çok kötü”. Ama şimdi son olaylardan sonra insanlar gerçekten de iyi olmadıklarını hissetmeye başladılar, bu kök travması insanlarda güvensizliği çok arttırdı ve büyük bir ihtimalle intiharları da artırıyor yavaş yavaş.

Yani insanlar pek çok şeyle baş edemiyor, baş etme yollarını aramıyor ya da bilmiyor muyuz?

Birincisi insanlar için gerçekle yüzleşmek çok zor, geçmişe gitmek istemiyorlar. İkincisi ruh sağlığı ile ilgili ne yapacağını bilmiyorlar. Çünkü çok yanlış şeyler öğretilmiş insanlara. Eleştirmiyorum ama hep insanları iyi duyguda tutmaya çalışan öğretiler veriliyor, yani “Mutlu ol, iyi ol, mutlu ol, iyi ol”. Ama beynin amacı mutlu olmak değil. Beyin mutlu olmayı istemiyor, beyin sadece çalışmayı istiyor. Kafamızın arkasında “Amigdala” var ilkel beynimiz ve duygu beyni. Mercimek kadar bir organ, 13-14 yaşına kadar evde ve sosyal çevrede yaşadığımız travmaları tutuyor, görevi bu. Anneden, babadan, dış dünyadan aldığınız bütün kötü duyguları tutuyor ve 13 yaşından sonra o duyguları size tekrar yaşatacak insanları çekiyor hayatınıza. Şimdi Amigdalaya dönmen için anılara gitmen lazım, insanlar anılarına gitmiyorlar. Uyuşturucu, alkol, cinsellik bunlar aşırı derecede artmış durumda Avrupa'da ve Türkiye'de. 

"Çocukları özgür bırakmak istiyorum" "Çocukları özgür bırakmak istiyorum"

Peki niye geçmişle yüzleşmek bizi bu kadar korkutuyor?

Diyelim ki; ben 6 yaşında tacize uğradım ya da 7 yaşında şiddete uğradım ya da çocukluk döneminde hiç sevgi, bakım alamadım ebeveynimden. Örneğin 4 yaşında bir çocuk anneden ayrı yarım saat dayanabilecek ama 5-6 saat çocuk anneyi görmüyor, beyin delirmeye başlıyor. Bu duygulara, anılara tekrar gittiğinde aşırı derecede kötü oluyorsun. Bu şöyle bir şey değil, seanslarda “evet çocukluğumu hatırladım, tamam anne seninle olan bağımı koparttım”  O çocukluğa gideceksin, o anıya gireceksin, o anıdaki duygu neyse onu dibine kadar yaşaman lazım ki amigdala öyle boşaltıyor. Boşaltmadığı sürece hastalık devam ediyor. İnsanların buna bu kadar girecek vakitleri yok neden? Birincisi, aşırı dağılıyorsun anılara gittiğinde. İkincisi, amigdala o anılara gitti ve bu çalışma gerçekleştiyse bunun faydasını 3 ay sonra alıyorsun. İnsanlar bunun faydasını anında görmek istiyorlar ne yazık ki.

Peki hemen son günlerin konusuna geleyim buraya bağlayarak, aile diziminin ya da aile sistemini her ne şekilde kullanıyorsun bilmiyorum, bunun gerçekten çalıştığına inanıyor musun? Bu sistem bize bazı dizilerde ya da kitaplarda anlatıldığı kadar çok kolay bir şey mi? Sence bunları kimler yapmalı?

Psikoloji altyapısının olması gerekiyor. Bu kişiler psikoloji bilmeli, psikoloji lisansı da olmalı. Zeytin Ağacı isimli dizide izlediğimiz gibi değil hiçbir şey. Uzmanın iyi duygu okuyucusu olması lazım. Bizim bilinç dışımız üç nesil öncesinin travmalarını taşıyor, aktarımlar var ve yüzyıllardır devam ediyor. Sen dizimin yapılırken hikayeni anlatıyorsun, tanımadığın insanlar senin rollerine giriyorlar ve o hikâyeyi canlandırıyorlar. Psikoloji de birçok spiritüel alanın birleşmesi gibi. Şimdi 'GELECEK' üzerine Amerika'dan çalışmalar devam ediyor, son zamanlarda şöyle bir şey buluyorlar: Biz şu an ikimiz de oturuyoruz, sohbet ediyoruz. İkimizin sağ beyni konuşuyor ve sağ beyin bilinçdışını temsil eder. Mesela ayrıldık buradan, sen akşam beni aradın. Bana “aklıma düştün” dedin ama o anda sen de benim aklıma düştün, sağ beyin konuşması. İnsanlar çok yakınlaştığı zaman sağ beyin konuşmaya başlar. Aile diziminde de sağ beyin çıkıyor. Yani sen birine sarılıp duyguyu veriyorsun, mesaj oraya gidiyor. Ama burada önemli olan şu, herkes bu işi yapamaz. Evet bu, haklısın. Herkes kişisel gelişim de yapamaz, astroloji de yapamaz baktığında. Ama şöyle bir şey var psikologlar çoğaldı, kişisel gelişim uzmanları çoğaldı, astrologlar çoğaldı. Bir süre sonra şöyle bir şey olacak, dijitalin getirdiği güçle, kendiyle çalışmayan uzmanlar yavaş yavaş yok olmaya başlayacaklar, en doğru ve en iyileri kalacak. Sistem ister istemez buraya gelecek, çünkü bir psikologsan da kendin terapi almak zorundasın, uzman da terapi almak zorunda. Biri bana soruyor mesela bir yakınım “kime gideyim?” diye. Diyorum ki; “terapi gören birine terapiye git.” “Kendini geliştiren birine terapiye git”.

Yani yalnızca bir dizimle hayatımız değişmiyor arkadaşlar, öyle bir mucize yok. Senin de dizimden sonra yapman gereken çalışmalar var, terapi alacaksın çünkü dizimin çıkardığı bir sürü anı ve duygu var, onları çalışman gerekiyor.

Sen kendinde nasıl çalışıyorsun? Mesela kendi sıkıntıların olduğu zaman ya da geçmişten bir şey keşfettiğin zaman. Hani 'terzi kendi söküğünü dikemez' derler ama anladığım kadarıyla sen kendine de çalışan birisin.

Terapi alıyorum. Çünkü benim de travmalarım var çocukluktan ve çok fazla onları çalışıyorum. Bir de şöyle bir gerçek var, travmana çalışınca işlerin artıyor, ilişkilerin değişiyor. Benim bir hayalim var ve diyorum ki ben 2 sene sonra bunu da yapmak istiyorum. Yeni bir şeyleri yapabilmek için yeni duygular geliyor. O işin zorlayacağı o kadar çok duygu var ki. Mesela yıllar önce şu vardı bende, popüler oldukça öldürülme korkum artıyordu benim. Bunun sebebi de çocukluk dönemim. Ne zaman öne çıksam dayak yiyordum. Çünkü şiddet görüyordum, yani şarkı söylesen şiddet görüyorsun, dans etsen şiddet görüyorsun ve beyin şunu öğrendi çocukluğumda, başarı öldürülmeyi getiriyor.  Bende popülaritem arttıkça daha çok içime kapanmaya başladım ve o dönemde gittim terapiye 8 sene önce. 4 yıldır daha yoğun bir şekilde alıyorum. Şimdi diyorum ki “2 sene sonraki hedefin ne Aşkım?” Mesela yabancı dil geliştirmek. Bu sefer daha çok korku geliyor. Bunun için yine terapiye gitmem gerekiyor, o yüzden hedefleriniz varsa terapi şart.  Bu arada ben kasımın ortasında psikolog oluyorum üniversite bitiyor.

Kişisel gelişim ve psikolojide ego var, çünkü haset duyguları çok fazla. Yani senin başarınla uğraşıyorlar. Sende bir başarı varsa ya da bir konuda sivrilmeye başladığında onlar senin anlattığın şeye bakmıyorlar, seninle ilgileniyorlar. Mesela bir açıklamam yanlışsa ve uzman birisi beni arayıp görüşünü paylaşıyorsa, ben bunu dinliyorum bu benim çok hoşuma gidiyor ama oturup sövüyorlarsa bunlar 'onun travması' deyip geçiyorum.

Peki bunları hazmedebilmek ve bunlarla yaşayıp iyi ilişki kurabilmek senin ne kadar zamanını aldı?

15 yıl öncesinden bahsediyorsun. İlk çıktığımda,  çok üstüme gelindi ki o zamanlar kişisel gelişimciydim ve psikologlar, psikiyatristler çok üstüme geldi. Sonra dedim ki kendi kendime, “ne hissediyorum?” Korkuyorum, acı çekiyorum, üzülüyorum, kendimi kötü hissediyorum. Bu duygularım bana çok ağır geldi. Ben o zamanlar işte küçük küçük terapiye başladım.

Peki hangi şehre kendini benzetiyorsun?

Bir parçam Barselona gibi, orada bir süre kitap yazmak için yaşamıştım. Diğer parçam herhalde İstanbul. “Niye İstanbul?” diyeceksin. İstanbul aşırı uyaran içerdiği için insanı dinç tutuyor. Ben de hayatımda hep uyaran alan bir insanım. İstanbul'da ciddi bir belirsizlik var biliyorsun, sen de çok yaşadın Avrupa'da. Avrupa'da belirsizlik duygusu yok. Sokak aynı duruyor, bina aynı duruyor. İnsanlar da aynı. Ama İstanbul öyle değil her an bir yerden bir şey çıkıyor İstanbul’da, o anlamda ona benzetiyorum. Barcelona’nın o geniş sokaklarında yürürken bile aşırı derecede iyi hissediyorum kendimi, terapi gibi oluyor

Peki ilişkiler ve evlilikler niye son zamanlarda dibe vurmaya başladı? Her şey çok hızlı gelişiyor. İnsanlar çok hızlı evleniyor çok hızlı boşanmaya başlıyor.

Şöyle bir gerçek var artık, eski bilgilerin ne kadar yanlış olduğunu anladık yavaş yavaş evlilikle ilgili, ilişkilerle ilgili. Eskisi gibi değil çünkü eski uzmanlar da kuramcılar da çok geliştirmedi kendini. Yeni çağın insanı çok bambaşka. Şimdi evlenmek ve evli kalmak zorunda değiliz. Artık evlilik eskisi kadar kutsal bir birliktelik değil. Artık insanlar bir diğerinin değil önce kendinin ne kadar önemli olduğunu anlamaya başladı. Aldatmak, ayrılmak, bir ilişkinin bitmesi normal. Belki bir 5 sene sonra artık aldatmak kötü bir şey olmayacak. Çünkü insanlar şunu anlayacaklar, eğer ben aldatılıyorsam benim bilinçdışım bunu istiyor zaten. Eğer o da beni aldatıyorsa o da onu istiyor. Yani kimse durduk yere aldatılmaz. Amigdala 20 kişinin içerisinden aldatılacak adamı da kadını da buluyor. 6 ay, bir yıl iyi gidiyor ilişkilerde bir süre sonra beyin geçmişe gidiyor. Çünkü biz yanlış evlilikler yapıyoruz o yüzden boşanıyoruz.

Peki sen bir dans olsan hangi dans olurdun?

Düşünebilir miyim bunu biraz? Ergenliğimde evden kaçtığımda ben kulüplerde dans ederdim en sık yaptığım şey. Dans kötü duygu atmanın bir yolu. Pandemide insanlar dans ettiler. O zamanlar ergenken kulüpte mesela pop müzikle dans ediyordum. Son zamanlarda rapçi çok fazla arkadaşım var o yüzden şimdi rap  belki olabilir.

Son günlerde müzikle çok yakın ilgilendiğini biliyorum anlattıklarından. Neler yapıyorsun ya da yapmak istediğin ne?

Çocukken o travmalarla baş etmek için şiirler yazardım. 12 yaşında Arif Sağ’ın konservatuarına başlamıştım. 1 yıl kadar eğitim aldım sonra travmalar baş gösterince devam edemedim. Terapi aldığım dönemlerde doktor bana “çocukken yaptığın şeyleri tekrar yapmayı dene” demişti. 2020 yılında pandemide yazıp çizdim. Müzisyen arkadaşlarımla epey bir şeyler yaptık. Ben de 5-6 tanesini sevgili Sezen Aksu’ya gönderdim icazet almak için. Sağ olsun o da büyük gönüllü aradı, beni beğendiğini söyledi ve kendi tecrübelerini paylaştı. 

O moral bana iyi geldi. Tabi o moral Sezen Aksu'dan gelince ben biraz daha işin içine girmeye karar verdim. Çok değerli müzisyenlerle daha yakın temaslar kurunca stüdyo kurdum.  Sürekli de şarkı yazıyorum. Bir piyano aldık. Şan derslerine başladım. Müzikle ilgili öğrenmek bitmiyor. Onun matematiği var ve sonuna kadar devam etmek istiyorum. İşte geçen sezon bir dizinin müziklerini yaptım şarkılarını yaptım. 'Gülümse Kaderine' isimli FOX TV'de yayınlanan bir diziydi. Yakın zamanda yeni çıkan bir şarkıcıya bir şarkı verdim.  Ne istiyorum? Sınırları zorlamak istiyorum. Şan derslerinden sonra da şunu düşünüyorum. Biliyorsun   Stand-up  yapıyorum içine müzik ve  şarkıları ekleyeyim istiyorum. Müzikal bir terapi-gösteri yapmak istiyorum. Onun için biraz daha zamana ihtiyacım var. 

Peki sen ilişkilerinde nasılsın? İnsanlar, aşk, hayat?

Sakin bir insanım. Tabii ki yıllardan, deneyimlerden sonra. Kötü duygular hissettiren insanlarla çok ilişki kurmuyorum. Terapi almayıp kendine geliştirmeyen insanlarla çok dost olamıyorum açıkçası yani bir şekilde terapi almasa da kişisel gelişimle ilgilenmiş olması çok önemli benim için. Aile ilişkilerime gelince zaten ailemden birkaç kişiyle görüşüyorum onlarla bağlarım güçlü.  Haftanın belli günleri dostlarımı davet ederim, farklı farklı sektörlerden. Derin sohbetler yapılır. Müzik yapılır. Herkes bildiğini anlatır, bunu çok seviyorum. Ben açıkçası   galiba evine gittiğim kişilerden 'ne öğreneceğim?' düşüncesini seviyorum. Bir de en çok yaptığım şey yeni insan tanımaya çalışmak yurt dışında, yurt içinde. Tanıştığım her insanla illa arkadaş, dost olmam gerekmiyor ama o insanlardan öğreneceğim ne var diye düşünüyorum. Beynimin sürekli yeni şeyler öğrenmeye ihtiyacı var. İlişkilerimi iyi tutmaya çalışıyorum. Küslüklerim, kavgalarım çok olmaz.

Aşkım nelere çok kırılır? Ben hafif içinde kırılmaları olan böyle ufak bir oğlan çocuğu görüyorum.

Tabii kırgınlığım geçmişten de geliyor çok hassas ve kırılgan bir yanım var. Yok sayılmış olmak, belki o olabilir, yine travmalarımla alakalı. Bir de gerçekten beni anlamaya çalışmıyorsa karşımdaki başka bir duygu veriyorsa beni kırar. Galiba onlardan çekilirim. En iyi yaptığım şeyi söyleyeyim sana, karşımdakinin duygusunu hissettiğimi hissettirmem, susarım ama ilişkiyi de yavaş yavaş bitiririm.

Söyleyebilen biri misin?

Evet. “Bu duygu bana iyi gelmiyor şu an. Benim sözümü kesme dedim ama devam ediyorsun. Bunu ya değiştir ya da devam edemeyeceğim konuşmaya” derim. Beni izleyen bir sürü dostum bilir yani açık açık söylerim.

Peki bu kadar açık olmak veya bu kadar aslında dışa vurumcu olmak yoruyor mu seni?

Diyelim ki sen beni çok kırdın bir konuda, ben sakin bir ses tonuyla 'Bu yaptığın beni rahatsız ediyor kendimi kötü hissediyorum, bunu değiştirirsen sevinirim” diyorum. Bunu söyleyince karşındaki ne yapacağını bilemiyor zaten, insanlar alışmış kızarak konuşulmasına ya da habersiz küsülmesine. Ben direkt onu dengede tutmaya çalışıyorum. Çünkü ben eğer seni kırarsam, yanlışlıkla bile olsa o karma bana dönüp geliyor bir şekilde. İnsanlar da bana bunu eninde sonunda yapıyorlar. Benim önceliğim kendimim. Ondan sonra karşımdaki.

Sınırların nerede bitiyor? Alma verme dengesini sağlayabiliyor musun hayatının içinde?

Kötü insanlar, kötü duyguda insanlar, hasetler konusunda ağır sınırlarım vardır. Kim olursa olsun hiç umurumda değil o duyguyu hissediyorsam direkt sınır koyarım orada. Etik ve ahlak çok önemli benim için yani bunu din bilgisi olarak düşünmesinler. Sınırlarımı aşmaya çalışan insanlara karşı sınırlarım çok fazla. İnsanların ruh sağlığı problemleri olabilir, benim de parça parça var. Kötü olmak başka bir şey. Arandığım kadar ararım. Düşünüldüğüm kadar düşünürüm.

Alma-verme dengesi önemli. Ben aileme karşı da öyleyim, haddinden fazla vermeye başladığımda baba ya da koca oluyorum. Hiç almadığımda da eksik kalıyorum. O yüzden verdiğiniz kadar alırsınız. Dostlarımla da öyle. “Sen şimdi bu kitabı yazmışsın sana bu konuda bir olumlu, bir olumsuz eleştiride bulunacağım “diyen dostluklarım var benim. Övenleri sevmiyorum mesela, iyi duygu değil çünkü övmek. Hep şunu söylerim ya bir fikir vereceksen bir olumlu bir olumsuz söyle, dengelensin. En azından bunu yapıyorlar. 

Ben de onu işleriyle ilgili onlara yapabiliyorum. Mesela hiç aramıyorsa beni, ben de aramam. Kimseye şunu dedirtmem: “Ne zamandır aramıyorsun?” İllaki şunu söyleyeceğim; O zaman sen de aramıyorsun. Karşılıklı olması gerekiyor. Şunu yapabilir insanlar kime çok fazla veriyorum ya da kimden çok fazla alıyorum bunu değerlendirebilirler. Çok alıyorsanız da ruh sağlığınızı bozuluyor, çok veriyorsanız da. 

Bu ama bir anda değişecek bir şey değil. Belki bir 6 aya, bir yıla yaymak lazım bunu. Ama ilk 3 ay arasında şunu söyleyeceksiniz “Ben 3 ay boyunca alma verme dengesini koruyacağım” Bunu da başarabilmek için şunu yapmak gerekiyor; tutarlı olmak gerekiyor. Ne demek bu? O ağzınızdan çıkanla bedeninizin yaptığı aynı olacak. Örnek vereceğim; “Almulacığım seni yarın arıyorum şu işi halledelim” dedim ağzımdan çıktı ama seni yarın aramadım. Bir süre sonra 3 ay içinde bana söz verip aramayacak insanlar çoğalmaya başlıyor. Şimdi diyeceğim o ki, o zaman benim ağzımdan bir şey çıkıyorsa onu yapacağım. Çok zorlanmıştım bu tekniği yaparken. Diyorum ki tamam bunu söyledim, canım istemiyor, bedenim yorgun, imkânım yok ama gitmek zorundayım. Neden? Tutarlı olmaya çalışıyorum. 

Peki ilişkiler ve evlilikler niye son zamanlarda dibe vurmaya başladı? Her şey çok hızlı gelişiyor. İnsanlar çok hızlı evleniyor çok hızlı boşanmaya başlıyor.

Şöyle bir gerçek var artık, eski bilgilerin ne kadar yanlış olduğunu anladık yavaş yavaş evlilikle ilgili, ilişkilerle ilgili. Eskisi gibi değil çünkü eski uzmanlar da kuramcılar da çok geliştirmedi kendini. Yeni çağın insanı çok bambaşka. Şimdi evlenmek ve evli kalmak zorunda değiliz. Artık evlilik eskisi kadar kutsal bir birliktelik değil. Artık insanlar bir diğerinin değil önce kendinin ne kadar önemli olduğunu anlamaya başladı. Aldatmak, ayrılmak, bir ilişkinin bitmesi normal. Belki bir 5 sene sonra artık aldatmak kötü bir şey olmayacak. Çünkü insanlar şunu anlayacaklar, eğer ben aldatılıyorsam benim bilinçdışım bunu istiyor zaten. Eğer o da beni aldatıyorsa o da onu istiyor. Yani kimse durduk yere aldatılmaz. Amigdala 20 kişinin içerisinden aldatılacak adamı da kadını da buluyor. 6 ay, bir yıl iyi gidiyor ilişkilerde bir süre sonra beyin geçmişe gidiyor. Çünkü biz yanlış evlilikler yapıyoruz o yüzden boşanıyoruz.

Şu ara insanlar birden bir elektrik alıp birdenbire fişe takıyorlar sonra elektrik birdenbire fişten çıkıyor, prizler atıyor, voltaj düşüyor.

Bir insanı gördüğünüzde duygunuz hemen yükseliyorsa o yanlış kişi aslında. Aşkta şu var; diyelim Almula’yı tanıdım tanıdıkça sevdim, âşık oldum. Bu sağlıklı ilişki. Ruh sağlığı iyi insanlar böyle âşık oluyor. Ama anne ve babamla ruhsal problem varsa ve ben seni gördüğümde bir anda etkileniyorsam seni 'annem yapıyorum' beynimde. 

Genelde şunu söylerler âşık olduktan sonra “seni yıllardır tanıyormuş gibi hissediyorum”. Âşık olduğumuz kişiye bu şu demek; Amigdalam seni tanıyor, sen geçmişimdeki birinin türevisin, o yüzden seni geçmişten beri tanıyormuşum gibi zannediyorum. Onları ayrıştırmak lazım. Kime âşık oldum?  Âşık olduğunuz kişiyle ilgili bir olumlu, bir olumsuz özelliğini düşünün. Örnek vereceğim dedin ki “çok sinirli”. Bu şu demek; karşınızda olumsuz gördüğünüz şey sizde çok olan. Olumlu bir şey söyle dedim sen de dedin ki “çok merhametli ya” karşınızda gördüğünüz olumlu şey ise sizde az olandır.  Aslında hep karşımdaki insan mesaj veriyor bana. Diyelim ki Almula’ya baktım “çok fedakarsın” “Bu iyi bir şey değil” dedim sana. Bu kötü bir şey aslında. Bu şu demek, bende de bu çok. “Ya çok sinirlisin” dedim ben de çok olan. Aslında kendimi anlatıyorum ben. Bunu geliştirmem lazım. Böyle yaparsak daha iyi geliştiririz kendimizi.

Neden şiddet eğilimi arttı sence?

Şiddetle cinsellik beyinde yakın yerde bölge olarak. Pandemiden sonra en çok saldırganlık, öldürme, cinayet ve en çok cinsellikle ilgili suçlar arttı. Bunlar temel duygularımız. Daha doğduğumuz anda bizde yerleşik. Bu duygular uyur ve bizim beynimizde zamanı gelince ortaya çıkar. Eğer ki 7 yaş öncesinde şiddete maruz kaldıysak bitti hayatımız. Çünkü kader diye bir şey şu; 7 yaş öncesinde neye maruz kaldıysak onları devam ettiriyoruz. Peki niye şimdi arttı diyeceksin, çünkü pandeminin travmasından regresyon yaşadığımız için herkesin beyni ergenlik öncesine gitti. Şimdi sokakta şöyle bir şey oluyor, yolda yürürken herhangi biri yanından geçerken, şöyle olaylar oluyor; hiç tanımadığı birine gidiyor yapıştırıyor adam sokakta. Bunun sebebi şu regresyon amigdalayı aşırı tetiklediği için yolda yürürken üç şeye dikkat ediyor. Amigdala işte 3 şeyde benzerlik bulunca o zannediyor. Şimdi insanlar bunalımda yolda yürüyor bir bakıyor dedesi zannediyor çocukken ona taciz eden, öldürmeye çalışan kişi zannediyor ve saldırıyor. Bu şiddetin artmasının sebebi travma aslında, insanların artık birbirlerine ilişki kurmaya tahammülleri yok yani artık şuradan yürü diyorsun öldürülüyorsun. Karşındakini o zannediyor ve beyin ona saldırmaya başlıyor. Bunlar daha çok artacak ne yazık ki.

Peki bunların tedavisi mümkün mü ya da düzeltilebilir olması?

Biz ütopik bir şey bekliyoruz. Dünya iyiye gitmeli, Türkiye iyi olsun. Şöyle bir gerçek var, olmayacak bir gerçek, bir ülkenin çoğunluğunun,%100 olmaz zaten, ama çoğunluğunun iyileşebilmesi için ülkenin liderlerinin, bu lider sadece siyaset ya da hükümet değil  atıyorum bir CEO'su , Almula , Aşkım ya da televizyoncusu yapımcısı, belediye başkanı, ünlüler, herkes kendini geliştirirse bir düzelme olur. Çünkü % 80 kopyalanıyoruz. Senin takipçilerin seni kopyalıyor. Bir siyasetçinin takipçileri onu kopyalıyor. Bunlar iyileşmediği sürece toplum birlikte iyileşmeyecek ama günün sonunda yani kişisel olarak ruh sağlığımızı çalışmak zorundayız. Toplu halde olacağını düşünmüyorum. Belki artık bütün belediyelerin aile sağlığı hekimliği gibi ruh sağlığı hekimlerinin de uzmanlarının da olması gerekiyor. Mesela Almanya bu konuda çok iyi, Almanya hem psikologlara destek veriyor hem de kişisel gelişimcileri topluyor. Dünyanın her yerinden gelenler Almanya'da çok biliyorsun. Hangi ırk fazlaysa o ırkın uzmanlarını ülkelerinden davet ediyor. Mesela, ben o işi yapıyorum, diyor ki 'burada Türkler çok fazla sosyal ilişkilerinin bozulmaması için lütfen kendi dilinizde, kendi duygunuzda, kendi insanlarınıza burada eğitim verin'. Bu Türkiye'de yok şu an.

Bir yerde okumuştum evlilikler 5 yılda bir tazelenmeli, kontrol altına alınmalı diye. Neler yapılmalı bununla ilgili?

İki tarafın da buna açık olması lazım, kadının da erkeğin de. Bence belli dönemler ilişkiyi gözden geçirmek için terapiye gitmeli insanlar. Yani biz ne yapıyoruz? Nereye getirdik ilişkiyi? Hatta önemli kararları var evliliklerin, bazen ev taşımak bile birçok önemli bir karar, evlilikte çocuk yapmak gibi. Bu alanda bence eskiden 5 yıl demiştim şimdi 2 yıla düştü o. 2 yılda bir insanların bir terapiden geçmelerini önemsiyorum. Bunu evlenmeden önce devlet yapabilse daha iyi olur. Bence kan testinden daha önemli bir şey var; ruhsal testler. Psikolojik bir teste girilmeli. 

Peki evlilik sertifikası gibi bir şey olmalı mı acaba 'bu adam evlenebilir veya evlenemez' gibi?

Gerçek bir terapi alıyorlarsa, diyelim ki biz karı kocayız , evlenmeden önce gittik benim travmalarımı sana, seninkini bana göstermeli.  Şöyle bir şey var yani benim travmalarımdan dolayı evliliğimin içinde yaşayacağım dinamikler belli zaten. Yani terapist sana şunu göstermeli , 2 sene bu evlilik şöyle gider, İki sene sonra duygular değişecek ve bu cinselliğe yansıyacak, 3 yıl içinde şiddet eğilimleri olabilir bunun gibi. Analizleri yapılıyor artık.

Peki beden dili üzerine de ciddi bir şeyler yapıyorsun. Ses ve beden dilinin hayatımızın içerisindeki önemi nedir? Ne kadar yer işgal ediyor bizim hayatımızda özellikle ikili ilişkilerde?

Beden dili çok önemli. Yani verdiğimiz bir mesaj var karşı tarafa mikro ve makro. Mikro yüz, Makro da beden. Duygularımızın en hızlı geçtiği yer gözlerimiz oradan başlayayım kötü duygu da gözlerimizden alırız iyi duyguyu da. Aynı zamanda işte ellerimiz çok hızlı enerji ve duyguları alıyor. Karşımızdaki 7 saniyede alıyor duyguları bu arada. Yani senin yaptığın bir hareket, duruşun, bakışın, tavrın, mimiklerin bunların hepsi bana geçiyor ve onun da sebebi aynı nöronlar, ön beynim kopyalıyor senden duyguları. Şimdi ben iç dünyamda özgüvensizim ya da işte atıyorum belli başlı kaygılarım var. 

Bunlar benim bedenime yansıyor zaten duruşumda, ifademde bir şekilde yansıyor ya da seninle ilgili olumsuz duygularım var bunlar da beden dilime yansıyor. Sadece şunu doğru bulmuyorum, bazı uzmanlar beden dilini güçlendirmeyi öneriyor. 

Beden dilini eğitimle güçlendiremezsiniz. Ruh sağlığınızı değiştirmediğiniz sürece beden de değişmiyor çünkü ben istediğim kadar bir şeyleri öğreneyim, iç dünyam karışıksa eninde sonunda bu karışıklığı sana aktaracağım. Beden dilini yöneten zihnimiz. Duygu beynimiz yani amigdala. Burası doğduğumuz an gelişiyor. Beden diline hakimiyet sürecini oluşturuyor. Sekiz yaşından sonra ön beyin gelişiyor yani frontal lop. İlkel beynimiz olduğu için biz farkında olmadan bedenlerimizle her duyguyu veriyoruz karşı tarafa.  İkili ilişkilerde şu çok önemli; hani bazı insanlar diyor ya ''konuşmuyor ama ben anlıyorum.  

İşte böyle. ''Nasıl hissettin?' diyorum ''beden dilinden, oturuşundan, bakışından anladım' diyor.  Gerçekten bir şeye karar verdiysen, bir şeyi değiştireceksen bu bedenine yansıyor zaten, o yüzden bu terapisel eğitimler ve beden dili eğitimleri çok kıymetli. Bir de dijitalde yaşıyoruz artık, yani sen de videolar çekiyorsun, programlar yapıyorsun. İnsanlar önce senin ifadene bakıyorlar, ''nasıl anlatıyor, nasıl konuşuyor?'' diye. Kesinlikle seyirciye beden diliyle mesaj verdiğini düşünüyorum yüzde altmış görsel anlamda, gerisi sözlerinle. Bu anlamda da beden dili son zamanlarda daha trend olmaya başladı.

  

Peki ben seni neye benzettiğimi söyleyeyim mi? Tango’ya. Çünkü Tango hüznü de anlatır, mutluluğu da, aşkı da, nefreti de. Tüm duygular Tango'da iner çıkar ya seni ona benzettim.

Hiç aklıma gelmemişti. Bunun üzerine düşüneceğim.

Çok teşekkür ediyorum harika sohbetin için. 

Ben teşekkür ederim çok güzel bir sohbetti.