Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasında, cehalet yüzünden Birlik ve Beraberlikten yoksunluğun baş rolü oynadığını çok iyi bilen koca Âkif de bunu çok veciz bir beytiyle dile getirmiştir:
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez.
Toplu vurdukça yürekler; onu top sindiremez.”
Bunun böyle olduğunu M. Kemal: “Milletimiz tek bir vücut gibi gösterdiği sarsılmaz birlik ve gayret sayesinde başarıya ulaşmıştır. - Ekim 1922 -” (a. g. e., s. 22) sözleriyle te’yid eder.
Millî Birliğin tesisinde, halk ile aydın arasındaki fikir alış verişinin zaruretine de inanan Atatürk: “Başarılı olmak için aydınlarla halkın düşünce ve gayesi arasında bir uygunluk olması gerekir. Yani aydınların halka telkin edeceği ülküler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. - Hakimiyet-i Milliye, 26.3.1923 - “ (a. g. e., s. 23 - 24) der. Ve demek ister ki, hiçbir şey, halka rağmen olmamalı. Halka ters düşmemeli. Halkı hor görmemeli. Çünkü bu, Millî Birlik ve Beraberliğin temel taşıdır. Büyük liderler halkı, arkasından gelmeye inandırmış ve ikna etmiş olanlardır.
Millî Birlik, M. Kemal’ce o kadar hayatîdir ki, onu Millî bir Ülkü hâline getirmemizi ister: “Millî Birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek geliştirmek Millî ülkümüzdür. - Ekim 1933 – “ (a. g. e., s. 29)
Çünkü: “Birlik ve Beraberlik içerisinde yaşamak, büyük bir ibadet olduğu gibi, tefrikaya (bölünmüşlüğe) düşmek ve birliği yıkmak da büyük bir vebal (ve günah)tır. Bunun için İslâm, şiddetle onu yasaklamıştır. Hz. Peygamber şöyle buyurur: ‘Birlik, Mü’min (iman ve inanç sahibi) olan âmirinin sözünü dinlemek, emrine itaat etmek (tir). Bir kimse bir karış kadar cemaatten (topluluk ve toplumdan) ayrılırsa, İslâm halkasını boynundan çıkarmış olur. Meğer ki, tevbe edip dönerse. (Yine) bir kimse câhiliyet dâvâsında (yâni ırkçılık, bölgecilik dâvâsında) bulunsa; o, namaz kılıp oruç tutsa ve müslümanım dese bile, Cehennem’de diz üstü çökecek olanlardan olacaktır. (Ebu Davud, Tirmizî) -Halil Günenç- “ (İslâm’da Birlik, Mehmed Kırkıncı, İstanbul-1987, s. 89)
“Kat’iyyen Bilmeliyiz ki, iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır. (Nitekim büyük bir İslâm âlimi ‘İki pehlivan kavga ederken, bir çocuk ikisini de dövebilir.’ Demiştir.) Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz tahsilin hududu ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz:
Milliyetine,
2) Türkiye Devletine, 
3) Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne düşman olanlarla mücadele lüzumu.” (Atatürk, Türk Gencinin El Kitabı, Başbakanlık Basın-Yayın Genel Müdürlüğünce Derlenmiştir. 3. Basılış, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul-1973, s. 31)
1) Milliyeti biraz açmak gerekirse deriz ki: Dil, Din bir ise millet birdir. Din bir ise, millet yine birdir. Çünkü doğuş değil oluş asıldır. Napolyon Korsikalı ama kendisini Fransız hissetmiştir. Halbuki büyük ihtimalle Arap asıllıdır. Stalin Gürcü’dür. Fakat kendisini Rus bilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber’in bir sözü var: “Sizlerin milliyeti, ana ve babanızdan dolayı değil, konuştuğunuz lisandan ötürüdür.” (İslâm’da Birlik, Mehmed Kırkıncı, İstanbul-1987, s. 59)
2) Türkiye Devleti’ne gelince, Türkiye bir iltica-gâhtır. Her başı ağrıyan millet Türkiye’de nefes alıyor. Her başı sıkışan millet, ‘Türkiye’ diyor. Bunun neden böyle olduğunu, Doğu menşeli büyük bir İslâm âlimi Batılı gazetecilere verdiği cevapta, pek güzel ve veciz bir şekilde ortaya koyar. 1913 tarihinde, Edirne’nin kurtuluşuna talebeleriyle katılarak, fiilen mücadele veren o zât’a yabancı gazeteciler sorar:
“Sen Doğu’dansın! Burası Türkiye’nin batısında bir Türk şehridir. Üstelik bu devlet Türk Devleti’dir. Bu devletin safında senin işin ne?”
Cevap verir: “Evet, bu devleti Türkler kurmuşlardır. Fakat İslâm esası üzerine kurmuşlardır. Bu devlette liyakat asıldır. Şayet bu devlet yıkılırsa, sadece mazlûm müslüman milletler değil, müslüman olmayan mazlûm milletler de, büyük bir dayanağından mahrûm kalır. İşte ben bu yüzden bu devletin safındayım.”
3)TBMM ise, küçük bir Türkiye’dir. Kalb-gâhıdır. Kalb durursa sıhhat gittiği gibi, Meclis’in işlemediği yerde de millet suskun, durgun ve en büyük hayatî uzvu meflûç / felçli bir hâldedir. Âdeta bitkisel bir hayata mahkûm edilmiş gibidir. Zira Meclis meşveret ve danışmanın yapıldığı, istikbâle yönelik yolun aydınlatıldığı bir ışık rehberdir.
Bu bakımdan M. Kemal: “Fertleri bu mücadele sebepleri ve araçlarıyla mücehhez olmayan milletler için yaşama hakkı yoktur. -Ekim 1922-“ (Atatürk, Türk Gençliğinin El Kitabı, Başbakanlık Basın-Yayın Genel Müdürlüğünce Derlenmiştir. 3. Basılış, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul-1973, s. 31) demektedir.
TBMM’nin mâhiyet, ehemmiyet, işlev ve fonksiyonları bakımından ise şunları söylemektedir: 
“Memleketin mukadderatında yegâne salâhiyet ve kudret sahibi olan Büyük Millet Meclisi, bu memleketin nizamı için dahilî ve haricî emniyet ve masuniyeti için en büyük makamdır.
“Büyük millî dertler şimdiye kadar ancak Büyük Millet Meclisi’nde şifa buldu. Gelecekte de yalnız orada katî tedbirlerini bulabilecektir.
“Türk Milleti’nin muhabbet ve merbutiyeti (bağlılığı) daima Büyük Millet Meclisi’ne müteveccih (yönelik) oldu ve dâima oraya müteveccih olacaktır. -1 Kasım 1930 -
“Hakikatte unutulmamalıdır ki, gerçek hâkim olan ve her şeyi idare eden makam, Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. - Aralık 1922 - 
“Millet, mukaddesatını doğrudan doğruya eline aldı ve millî saltanat ve hâkimiyetini bir şahısta değil, bütün fertleri tarafından seçilmiş vekillerden kurulu bir yüksek meclis’te temsil etti.” (Atatürk Diyor Ki, Millî Eğitim Bakanlığı Yayımı, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul – 1980, s. 35 - 36)
Bu izahlar karşısında Meclis’in, lâyıkı veçhiyle çalışamadığını söyliyeceklere karşı deriz ki: Kişiler fâni, müesseseler bâkîdir. Uygulamadaki aksaklıklar ve kişisel hatalardan ötürü müesseseye karşı çıkmamalı, iyi bir müessese ehil olmayan ellerde, geçici olarak kendinden umulan ve bekleneni tam olarak vermiyebilir. Fakat uzun vâdede güzel sonuç ve uygulamalar müessesenindir.