ADNAN FİŞENK

Türkiye'de meydana gelen yıkıcı depremlerin acı sonuçları günlerdir hepimizde derin acılara neden oluyor. Belki 6 Şubat'ta televizyon kanallarındaki görüntüleri izlerken siz de şöyle düşündünüz: "Öyle görünüyor ki dünyanın sonu geldi."  

Evet, bize dünyanın sonu gibi gelen bu ciddi ve korkunç olay, doğal afetlerin ağır sonuçlarıyla defalarca karşı karşıya kalan kardeş ülkemizde, Türkiye'de yaşandı. Hayatta kalma mücadelesi veren insanlar görmek çok zor trajediden sonra,  

Kaç gündür kendime gelemedim. 10 ili yerle bir eden depremin ardından arama kurtarma çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Depremin acısı, gece ara sıra yağan karla birlikte yakalandı. sabaha karşı yavaş yavaş açılmaya başlayan saatlerde insanlar.o günden izlediğim hüzünlü sahneler gibi unutmak isteyip de bir türlü başaramadığım hayal kırıklıkları ve hüzünler içimi çok yakıyor.bugün bile yeni resimler, videolar...

Ancak daha yakından tanıyacağımız diğer kaderlerin resimleri toplanmaya devam ediyor.

Umutsuz bir şubat akşamında enkaz altında kalan insanları hayata bağlayan tek gerçek, küçük bir delikten gelen ışıktır.  Dünya onun gözünde küçülür.  Delik büyüklüğünde bir dünyanın tek sakini olmak ne kadar garip.  Bedensiz ruhlar özgürdür.  İstedikleri yere gidebilirler, hiçbir engel onları durduramaz.  Ancak bedeni ve ruhu bu taşların altında sıkışan zavallıların çöle çıkmasına izin verilmemekte, kurtarılacakları günü beklemektedir...

Bir zerre ışık kaparak kurtulmak isteyen bir kader var.  
Yaşam ve ölüm arasında bir ışık zerresi!  Işıkları sönen yıldızları hatırladı.  Parlak yıldızların yanında hiç görünmezler.  
Ama varlar.
 
Kabir, öbür dünyaya açılan kapıdır.  Boyunuza kadar kazıyorlar ve sizi kapı aralığına sokuyorlar ve üzerinizi sımsıkı kapatıyorlar.  Bazen üzerine beton döküyorlar. Sanki geri dönmek istesen bu beton bariyeri geçemezsin.
Üzerlerinde beton var.  Ama küçük ışıklar var.  
Geri dönebilirler demek... Acaba gökten yeryüzüne bakınca hayatları kararmış, yıldızları sönmüş kaderler de böyle mi görünüyor?!  Kimse onları mutlu insanların yanında görmek istemez mi?  Ama onlar da var, varlar. Her an bir ömür demektir.
Enkaz altında kalan çocuklarla kurtarıcıların arasında geçen bir video kasette, bina çığının altında kalan çocukların durumlarının iyi olduğu anlatılıyor:

"Ablam iyi. Abim arkamda. Abimin sesi geliyor"... "Çocuklar ölmedi" düşüncesiyle avunduğum acı gerçek buydu.

Bir çocuğun anne ve babasına olan sevgisi her şeyin üstündedir.  Hayattaki tüm acılara onun için katlanır.  Başka bir dayanılmaz videoda, çocuğuna vermek için avucunun içinde sıkıca bir kurabiye tutan gözleri yaşlı masum bir baba gördük.  Ama uçurumdan çıkan çocuklar cansızdı.Böyle sahneleri izlerken kasırgada bir an tepemde çığ olduğunu hissettim ve hayattan kopmuş gibi hissettim.  Günlerce gözyaşı döktüm.

Yani bazen görmek istediğini görmeni engelleyen başka sebepler de oluyor.  Gerçek bir insan olmanıza ve egonuzu kendi küçük dünyanıza kapatmanıza izin vermeyen dağdan gelen ağır yükler var.

Telefon kameralarına yansıyan dehşet verici görüntüler iki mesaj taşıyor:

Birincisi: felaketin devasa ve sarsıcı boyutu nedeniyle insanların ortadan kaybolması, kurtulanların ise sevdiklerini kaybetmesi nedeniyle yaşayan ölülere dönüşmesi...

İkincisi, tüm ülkeyi saran çaresizlik ve yoksunluk duygusu...

Faciadan birkaç saat önce oralara baksaydık ferah evler, tasasız hayatlar, ışığın peşinden koşarak mutlu evlere giren, karınca gibi çalışan, evlerini pahalı mobilyalarla dolduran ve bu evlerde mis gibi yaşayan insanlar görürdük. keşke hiç ölmeseler

Acaba bu insanlar öleceklerini hiç düşündüler mi?  Senin olmayacak şeyler için savaşmak, bir ömür boyu haksız ve baskıcı yaşamak!  Tüm bunlar için hayatından vazgeçmeye değer mi?!  Bunca trajediye rağmen insan ırkı gelişmiyor.  Bazen insanlığımızı unutuyoruz, bazen de bu dünyanın bir imtihan olduğunu unutuyoruz.

Sultan Süleyman'ı eli boş gönderen dünya, birikmiş serveti bizimle gönderir mi sanıyorsunuz?!
Bu dünyada övünülen pahalı demirler (arabalar), ceplerinden her çıkarılışta çevrelerindekilerin adeta merakla baktıkları pahalı cep telefonları, pahalı elbiseler, kin dolu kalplerde parlayan altınlar. - hepsi bu dünyada kalacak.  Yıkıntıların altından çıkan para, altın, pahalı şeyler aslında bize yazılanların dersini vermiyor mu?!

 Hayatta kalmak için mücadele ediyoruz - bir eğitim alıyoruz, bir kariyer inşa ediyoruz, zafer kazanmak için mücadele ediyoruz.  Ancak bir şeyi unutuyoruz - bilim adamı da işçi de ölüyor.  Zengin ölür, fakir de ölür.  Acaba fani hayat için bu kadar savaşmaya değer mi?!

Hayata bu kadar sarılıp yüceltirken ölümden uzaklaşmak... Ve bu hayattaki en büyük yanılgımız - ölümden uzaklaştıkça o bize yaklaşıyor.

Birikmiş dünya malları, inşa edilmiş mülkler - bilirsiniz ne - bir avuç toprak!  İnsandan sonra kalan servet mirastır!
 Evet, hayat bundan ibaret... Gecesini gündüzünü harcayan, çok çalışan ve büyük hayallerle bir ev inşa edenler, sonu bir felaket oldu.  O evlerde sadece insanlar ölmekle kalmamış, nice umutlar, hayaller, dilekler, aşklar da harabeye dönmüştür.  Anne babalar beyaz bırakıldı, bebekler yetim kaldı, sevgi yuvaları yıkıldı.  Hayat bir anne ve çocuğunu ölümü bekleyecek kadar acımasız, bir ailenin tüm fertlerini bir anda öldürecek kadar acımasız.  Bu nedenle sevdiklerinize doyasıya sarılın, arkanızda size kırgın ve kırgın bir kalp bırakmayın.  Geçen her anın senin sonun olabileceğini düşün, gurur duy ve sevdiklerine söyleyemediğin sözleri söylemek için acele et, sonra çok geç olabilir...
 Aslında kime ne olacağını hiçbirimiz bilemeyiz.  Belki de benzer ya da farklı bir acı son bizi bekliyor diyemeyiz, gerçek bu.  Her gün kitle iletişim araçları aracılığıyla dünyada olup biten öğretici olaylara tanık oluyoruz ama ders alıyor muyuz?!  HAYIR...

Yaşadığımız zamanlar bizden mümkün olduğunca çok psikolojik istikrar talep ediyor.  Yeni dünyanın dikte ettiği kurallara göre yaşamayı öğrenmeliyiz.  Ve ölümün bu dünyada bir nefes kadar yakın olduğunu asla unutmamalıyız.

 Şair Dylan Thomas ölüm hakkında çok şey yazmıştır.  Örneğin ünlü şiir "Ölümün Karanlığına Teslim Olma" şu satırları içerir:
 Sonsuz gece seni yarın alacak mı?
 Bugünden itibaren lanetli,
 Işığın asla ölmediğini söyle
 sapma.

Platon'un "yaşam ölümün arka planı değildir, ölüm hayatın arka planıdır" sözü, tartışma konumuzun nereye kadar uzayabileceğinin potansiyelinin bir tanımıdır.  Ölümün arka planında hayatı mı yaşıyoruz yoksa hayatın arka planında ölümü mü?

 Soru cevapsız.  Ama bu gerçek.  Cevaplar sübjektif ve açık olduğu kadar, sorular da nesneldir, özgünlüğün ta kendisidir.  O halde yazının en büyük gerçeğiyle bitirelim:

 - Ölüm nedir?

 Yazıya gerekli dipnot: Bütün bu düşünceleri yazarken, şafak sökerken uzaktan ezan sesi duyulur:
 - Allahü ekber!  Allahü ekber!  (Tanrı büyüktür! Tanrı büyüktür!)

 ...hayya alas-salih!  (Namaza acele edin!)
 ...hayya al-falah!  (Kurtuluşu bulmak için acele edin!).

 Aygül Bağırova
 AJB üyesi


Biyografi :

Siyasi yazar, şair ve sosyolog kimlikleri ile bilinen genç yazar, 1985 yılında Azerbaycanın 2.nci büyük şehri Gence’de doğdu. 
Aygül Bağırova ilkokul, lise ve iki Üniversite bitirdi. Üniversiteleri Azerbaycan’nın en yüksek notuna karşılık gelen kırmızı diplomayla doğduğu şehirde aldı.
Şuanda 3.ncü Üniversitesi eğitimine Azerbaycanın başkenti Bakü’de devam etmektedir.

Öğrencilik zamanlarında edebiyata olan ilgisi şiirle, hikayeyle başlamış olan yazar Aygül Bağırova 18 yaşındayken Azerbaycan Devletinin Kurucusu Haydar Aliyevin ölümünden etkilenerek yaşadığı üzüntüsünü yansıttığı duygularını yazdığı yazının ilk önce Üniversitenin duvar gazetesine daha sonra "Gencenin sesi" gazetesinde yayımlanması ile, Gence Valisinden 
"Yılın talebesi" ödülünü alarak, Sonrası yazıları için adeta teşvik edilerek yazma konusunda yaratıcılık faaliyetini büyük şevkle sürdürmeye başlamıştır. 
Üniversiteni bitirdikten sonra ilk faaliyetini küçük bir köy okulunda öğretmen, daha sonra müdur yardımcısı ve aynı zamanda Azerbaycanın iktidar partisi olan Yeni Azerbaycan Partisi Gençlik Birliği Başkan Yardımcısı olarak uzun yıllar bu görevlerde çalıştı.
Aygül Bağırova bugüne kadar 37 senelik yaşamına sığdırdığı 200 den çok makala 2 kitap yazarıdır.
Kitablarından biri :
"Müzeffer Komutan" 44 günlük Vatan Savaşı sırasında Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in diplomatik becerileri, ilkeliliği, kesin ve maksatlı politikasından, büyük liderlik becerileri, güçlü irade ve kararlılıklarına özel olarak bizzat kendisi araştırıp yazmıştır. 
Kitabın tanıtımı 2021.nci yıl İlham Aliyevin 60.doğum gününe hediyye olarak Baku Atatürk Merkezinde tanıtımı yapılmıştır.

2.kitabı "Zaferin zarif gücü-Mihriban Aliyeva" adlı kitabıdır.
Adından da anlaşıldığı gibi kitab Azerbaycan'ın Birinci Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Haydar Aliyev Vakfı Başkanı, UNESCO ve ISESCO'nun iyi niyet elçisi, Azerbaycan Jimnastik Federasyonu Başkanı Mehriban Aliyeva, sosyal ve siyasi faaliyetleri anlatılmaktadır.
Kitap Türk dünyası bir kadının gururlu bir imajını sunuyor ve bir kaç dile çeviri yapılarak yurtdışında tanıtımının yapılması planlanmaktadır.

Kitabın tanıtımının kısa sürede Azerbaycan ve Türkiyede resmi olarak yapılması için hazırlıklar da sürmektedir.

Aygül Bağırova halihazırda 2 ayrı kitap üzerinde çalışmaktadır. Faaliyetlerine hız kesmeden kendini geliştirerek devam eden Aygül Bağırova, Azerbaycan yazarlarının en büyük ödülü sayılan 
"Kızıl kalem" mükafatı sahibidir.
Ayrıca uzun yıllardır Azerbaycan Gazeteciler Birliğinin de üyesidir.