Lahitte Bir Rölyefin Suskunluğu” kitabının yazarı Yağmur Arabacı ile bir araya geldik. Adaşımla kitabından, bestelediği “Bulanık Nehir” adlı şarkısından, hayallerinden, hayatından konuştuk. İki Yağmur uzun uzun sohbet ettik. Bu röportaj dilerim bize şans getirsin, okurlarımızın da iki Yağmur arasında tuttukları tüm dilekleri kabul olsun…

Hoş geldiniz Yağmur Hanım, nasılsınız? Adaşımla röportaj yapmak ayrıca mutlu etti beni açıkçası. Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Neler yapıyorsunuz?

Hoş buldum. Zarafet sahibi bir adaşımla röportaj yapıyor olmak beni de mutlu etti. Çok teşekkür ediyorum. Ben bir edebiyat öğretmeniyim. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldum. MEB’de on yıllık bir öğretmenlik tecrübem var. Fen Lisesi, Anadolu Lisesi, Denizcilik Lisesi, Endüstri Meslek Lisesi gibi farklı nitelikleri ve öğrenci profilleri olan pek çok lisede görev yaptım. Halen de MEB’e bağlı matbaa ve grafik alanlarında eğitim veren bir proje okulunda yönetici olarak görev yapmaktayım. Çeşitli dergilerde şiirlerim, öykülerim ve röportajlarım yayımlandı. Pandemi sürecinde bir şiirimi de şarkıya dönüştürdüm. Bulanık Nehir. Geçtiğimiz günlerde de yeni çıkarmış olduğum ilk şiir kitabım Lahitte Bir Rölyefin Suskunluğu’nu okuyucu ile buluşturduk. Sizinle olan bu röportajımızın da kitabıma şans getireceğini umuyorum. 

Yazmaya nasıl başladınız? Hep şiir mi yazıyordunuz en baştan beri?

Yazmanın iyileştirici bir gücü var. İnsan, bazen hayatın içinde kendini kaybediyor. Yazarken buluyor hatta daha başka yanlarını keşfediyor. Günümüz dünyasında her şeye çabuk ulaşıyor, çabuk tüketiyoruz. Uçurduğumuz güvercinler hep taklacı. Misal, Bulanık Nehir’de olduğu gibi “Kasa her zaman kazanırken aşk her koşulda kaybediyor.” Kıyıda seken taş misali, yüzeyde birkaç saniye kalmanın verdiği telaşla gelen küçük mutlulukların sıçrayış anı gibi var olmak. Edebiyat ise benim için bir direniş ve dağılmama hali. İnsan, var olma mücadelesi içinde kendine dönüp kendi ile hesaplaştığında, Venüs Yıldızı gibi kendi cennetinden kovulduğunda yüzünün yansıması “Diren, dağılma!” diyor sayfalara. Bu gücü fark ettiğimden beri şiir ağırlıklı yazıyorum. Yazmanın okulunu okudum ama içimde bu güç olmasaydı yazamazdım.

Şiire ilginiz nasıl oluştu? Hangi şairleri okursunuz? Nelerden ilham alırsınız?

En sevdiğim şiir, Turgut Uyar’ın “Geyikli Gece” adlı şiiridir. Kendimi bulurum. Geyikli Gece’yi arıyorum. Okumayan varsa onu okumadan ölmesin, derim. 2. Yeni Şiiri’ni ve şairlerini severim. Yalnızca şairler ile sınırlandırmayayım. Readıng Zindanı Baladı’nda geçen, çoğu kişinin Tuncel Kurtiz’in Ramiz Dayı karakteri ile anımsadığı “Oysa herkes öldürür sevdiğini/ Ama herkes öldürdü diye ölmez” dizelerinin sahibi Oscar Wilde, benim en sevdiğim roman kahramanının yazarıdır. DorianGray. Küçük Prens’ten hiç hoşlanmam. Fantastik romanları severim. Haruki Murakami, Ursula K. Le Guin okurum. Öykücü olarak Sait Faik Abasıyanık, Ferit Edgü…“ Sevmek, içini açmaktır.” diyen Oruç Aruoba’nın yeri başkadır bende. Türk edebiyatı ve dünya edebiyatı içinde genel olarak okuduklarım: Füruğ Ferruhzad, Sadık Hidayet, Edgar Allan Poe, Shakespeare, SylviaPlath, CesarePavese, Albert Camus, Oğuz Atay, Tezer Özlü, Orhan Veli, Attila İlhan, Ahmet Erhan, Küçük İskender, Ahmed Arif, Cahit Zarifoğlu… Geniş bir yelpazem var okumak konusunda. Listem uzar gider. Ruhumu etkileyen her tarz müziği de dinleyebilirim. Türkülerimizi severim, söylerim. Bulanık Nehir adlı bestelediğim şiiri pop-rock tarzında dinleyiciye sunmuştuk.  İlham içimde var olan, okuduklarımla beslenen yeni bir kimlik, yaratıcı bir ben duygusu gibi.

Kitabınızdan bahsedelim isterim. Neden ismi “Lahitte Bir Rölyefin Suskunluğu”?

Lahitte Bir Rölyefin Suskunluğu beni heyecanlandırıyor. Kitapta bir suskunluğun sese dönüşmesi var. Okuyucunun hayal dünyasını kamçılayacak şiirler var. Nar ağaçları, yakuttan kelebekler, panik ataklı mutantlar, ateş dağları, gece yürüyüşleri, Cenevizli kaptan-ı deryalar, küle dönen harfler, bulanık nehirler, karahindiba çiçekleri, kırlangıçlar, ebabiller, büyülü gerçekler… Hikâyesini içinde taşıyan, duygu ve düşünce dünyanızda çağrışım uyandıracak belki de okuyanını bir rüyaya uyandıracak zengin bir düş gücü, orijinal bir birikim sizleri bekliyor.  İsmine gelince İtalya’ya bir seyahatim olmuştu. Pompeii’yi gezme fırsatı buldum. Oranın hikâyesini bilirsiniz. VezüvYanardağı’nın patlamasıyla taşa dönüşen insanlar… İnsanın taşlaşan bu görünümü beni fazlasıyla etkiledi. Derin bir suskunluğun tarihine karışan bu insanların acaba zamanında neler yaşayıp neler hissettiler, nasıl bir hayatları vardı, diye düşündüm.  Günümüz insanını ve içimi de… Taşı metafor edindim. Hayatı, duyguları ve düşünceleri irdeleyen bir metafor oldu. Sonra Musa Heykel’i ve Michelangelo’nun hikâyesi geldi aklıma. Hepsi birden şiire dönüştü. O şiirde kitabıma ad verdi. En kıymetlisi de kitabımın kapak tasarımı oldu. Hollanda’da yaşayan Grafiker dostum Tolga Remzi Özçelik imzası taşıyan kapak Floransa’da çekilmiş bir fotoğrafın illüstre edilmesi şeklinde oluşturuldu. Taş görünümü verilmeye çalışıldı. Gerek renkleri gerekse lahit çağrışımları ile şiirlerim ile hayallerime uygun bir bütünlük taşıdı. Tolga Remzi Özçelik’e ve bu yolda beni motive eden eşi, çocukluk arkadaşım Dr. Çisem Gürel’e teşekkürlerimi ve sevgilerimi sunarım.

“Gönülküresinin en uzun gecesine hicretim

Ayrılık evi ağıtçısıyım

Denizler Tanrısının üç dişli mızrağı yere vurulduğunda

Öfkesini kusarken ateş dağları

Başını elleri arasına almış bir kölenin

Taşa dönüşmeden önceki çaresiz bakışıydım

Ruhumun kristallerine akseden                       

Yalancı güneş sızdı hayal penceremden

SEHER DOĞAN: “İnsanı insana ancak şiir sevdirir” SEHER DOĞAN: “İnsanı insana ancak şiir sevdirir”

Kar topluyordu akşamlara

Sesinle üzerime yuvarlanan çığdan evveldi

Henüz yerle yeksan olmamıştık

Dönüşü olmayana seferiyken sen

Hatırlayabildiğim son cümlem: “Gitme!”

Şimdi eski bir eskiz dudakların

Görünenden görünmeze koşan

Masal tekerlemesi gibi varla yok arasında

Bir taşın ölüden farkını sorgulatıp

Yanıtları askıda bırakan

Kaya, beton, demir, çelik ve çamur

İnsanlığımızın yeni anatomi atlasının sanayileşmiş parçaları

Adını arıyorum aralarında.

Tonla çarptığım yaşımın ağırlığında

Soğuk bir mermer yüzün

Duygudan arındırılmış ıssızlığımızın mihengi

Aldım, göğsüme gömdüm.

İncecik işledim üzerine sessizliğini

Törpüleyip öfkemi gülüşünü ihanete yonttum

Michelangelo’nun heykeli Musa’nın

Dizine fırlattığı çekiçtim

“Konuş!”

Kalk, buralardan gidelim!”

Okurlarınızdan gelen yorumlardan memnun musunuz? Şiirleriniz sevildi mi?

Şiirle arası iyi olan, şiirle ilgilenen, şiiri gerçek anlamda okuyan ve yazan kesimlerden, akademik çevrelerden, edebiyat öğretmeni dostlarımdan beni onurlandıran yorumlar alıyorum. İstanbul Üniversitesi’nde okurken hocam alan ve kitabımın editörlüğünü yapan Doç. Dr. Bahtiyar Aslan’ın kitabımın içinde yer alan bir yazısı var, paylaşmak istiyorum. Bahtiyat Aslan hocama da sizin vesilenizle teşekkürlerimi bir kez de buradan sunarım.

“Yağmur Arabacı, şiire inanan ve bu inancını itinayla koruyan çok az şairden biri. Yaraların şiirle sağaltılabileceğine, insanlığı şiirin kurtaracağına inanıyor. Bu inançla da şiire gerçekten emek veriyor. Yağmur’un bir meselesi var. Kendi içinde büyüttüğü bu mesele aslında kendi varlığıyla sınırlı değil. Kendinden başlayıp bütün insanlığa açılan bir mesele. Bu meselenin üstüne şiirle gidiyor. Şiirlerinden anlaşıldığına göre henüz meselesinin sınırlarını belirlemiş değil. Fakat çözümü kadim metinlerde aradığı bir gerçek. Bu yüzden çağın meselelerine klasik metinlerin yordamıyla yaklaşmayı deniyor. Bazen bir Kur’an kıssasına, bazen bir Yunan efsanesine göndermede bulunuyor. İstikameti kesinleşmemiş çağrışımlarla ve bir tür içgüdüyle yazıyor. Bu, şiir için verimli bir iklim olabilir. Ama bir eşikte durma hâline tekabül eden bu tutum sonsuza kadar sürmeyecektir. Yağmur, bu eşiği atlayacak şüphesiz. Çünkü eşikte durmak sancılıdır. Atlayacak ve bir istikamet belirleyecek şiirine. Fakat bu istikametin ne olacağını önceden kestirmek mümkün değil. Ne de şaire bir istikamet salık vermek…”

Bundan sonra kitaplar gelmeye devam edecek mi? Yine şiir mi olacak yoksa bir sürprizle karşılaşır mıyız?

Bu kitabı oluşturmam yedi yılımı aldı. Zaman ne gösterir bilemeyiz ama yazmaya devam ediyorum.

Yağmur Hanım bir de “Bulanık Nehir” adlı bir şarkınız var, sözü ve bestesi size ait. Youtube’ta dinledim ve gerçekten çok sevdim. Ayrıca sesiniz de ne güzelmiş. Bu bestelerin devamı gelecek mi? Bulanık Nehir’i neye ya da kime yaptınız?

Biliyorsunuz pandemi süreci dünyayı sarsan, birçoğumuzu evlerine hapseden, yorucu bir süreçti. Bu zaman dilimi beni üretken kıldı. Bulanık Nehir, şiirdi. Onu yazdığımda bir güfte geldi aklıma. Müzik alanında başarılı bir dostum vardı. Hüseyin Sezer İflazoğlu. Panopsis adlı grubu var. Enstrümantal ve çağrışıma dayalı postrock diye tabir ettiği bir müzik yapıyorlar. Onunla paylaştım. Beni destekleyip cesaretlendirdi. Grubun diğer üyesi olan arkadaşımız Sezgin Çelik ile şarkımı aranje ettiler. Müthiş bir ruhla çaldılar. Hazar ve Gönenç Kayaaltı kardeşlerin stüdyosuna girdik. Back vokal olarak Hüseyin’in eşi Gürnaz İflazoğlu da şarkının son nakaratında sesime eşlik etti. Anılarımda ışıldayacak güzel bir deneyim olarak bana döndü. Herhangi bir beklentimiz yoktu. Dostlar arasında pandemi sürecini üretken kılmak, yaşam enerjimizi ve işlevselliğimizi arttırmak adınaydı. Hepsine teşekkür ediyorum. Şiir değişime uğradı tabii bestelenirken, kitaptan orijinal halini okuyanlara bırakıyorum yanıtları. Tek bir şarkı olarak anı olsun, diye var olmuştu. Herkes bir yana ben çok sevdim. Belki yeni bir sürpriz gelebilir.

“Düşerken Venüs’ün parlak yıldızı cennetten

Katilinin gözlerine gözlerini diken kurban

Ne dilerdi de af bulurdu tanrısından

Sen yeryüzümün Kabil’i

Tanrının izlediği göz

Örsün tavda bıraktığı ses

Kulağımda metalik akis

Tanrım, bizi bağışla!

Kasa her zaman kazanıyor

Aşk her koşulda kaybediyor

Yüzümün sudaki yansıması:

“Diren, dağılma!” diyor.

Sen şehrin en uzun gecesi

Doldurur gibi nehri

Kana kana içtim içimi

Damağımda metalik tadı”

Bundan sonrası için hayalleriniz var mı? Neler yapmak istiyorsunuz?

Bir edebiyat öğretmeni olarak çok istediğim bir hayalimi gerçekleştirmiş olmanın mutluluğu içindeyim. Babam çok okuyan ve nitelikli okuyan kültürlü bir insandır. Şiirlerim dergilerde yayımlanırken o bir gün bu şiirlerimi bir kitapta toplamamı istemişti. Bu kitap benim için her şeyden kıymetli olan aileme armağanımdır.  Kitabım “Babama, anneme ve kardeşime…” atfını taşıyor. Gerçekleştirmiş olmak beni daha çok mutlu eden. Onları çok seviyorum. İyi ki varlar.

Aynı zamanda Edebiyat öğretmenisiniz. Ben de bir öğretmen kızı olduğum için öğretmenlere duyduğum sevgi ve saygı da sonsuz. Öğrencilerinizle aranız nasıl? Öğretmenleri aynı zamanda bir şair. Eminim gurur duyuyorlardır sizinle…

Ne kadar güzel! Öğretmenlerimiz itibarlı insanlardır. Öğretmen olmak, insan yetiştirmek demektir. İnsan; duygusal, anlam arayan, akıl yürüten, bir varlık. Bu varlığın oluşumda yer yer aileden daha etkili bir güce sahip olan öğretmenliğin, diğer mesleklerden ayrı tutulup kutsal kılınması bu sebeptir.  Bunun ne kadar zor ve ne kadar emek istediğini anlatmayacağım. Farklı kültür ve hayatlardan gelen, bazen öfkelenen bazen seven, hayalleri hedefleri olan ya da olması için çaba gösterdiğiniz gençlere, çocuklara örnek olmaya çalışıp sadece ders anlatmayıp onlara hayatı anlatmaya çalışmak uzun uzadıya konuşulacak bir konu. Öğretmen arkadaşlarım beni çok iyi anlayacaklardır.  Öğrencilerim beni severler. Aramızda dengeli ve saygılı ilişkiler olmuştur. Mesafemi dengede tutmak için özen gösteririm. Yönetici olmamın da etkisi ile disiplinli yaklaşımlarım onlarda çözüm odaklı bir algı yaratır. Şiir konulu derslerde kendi şiirimden kendi şiir kitabımdan onlara bahsetmek benim için de bir gurur. Umarım onlar da gurur duyuyorlardır.

Sizi tanıdığım için çok mutluyum. Son olarak neler söylemek istersiniz?

Ben de öyle. Tanıştığımız insanların hayatlarımıza iyi kötü dokunuşları olur hayatımızdan geçerken. Anılarımda taçlanacak bu dokunuş, bu keyifli sohbet için size teşekkür ediyorum sevgili adaşım.