Bazıları sadece dini hesaba katıp milliyeti dışlıyorlar. Kimileri de yalnız milliyeti nazara alıp dini öteliyorlar. Halbuki dini hesaba katanlar; milliyeti de kucaklamalıdırlar. Oysa milliyeti nazara alanlar; dini de bağırlarına basmalıdırlar. Zira her dindarın mensup olduğu bir milliyeti var. Çünkü her milliyetçinin / her milliyetperverin de inandığı bir dini var. İkisi arasında madde-mânâ ilişkisi var. Biri kabuk diğeri öz. Biri zarf öteki mazruf yani içerik. Biri ruh diğeri madde. Nasıl ki, kalede yaşayanlar olur. Beden kalesinde de oturan var. Tıpkı vücud kalesinde, ruhun mekân tutması gibi. Vücud olmazsa, ruh -bu dünya için- barınaksız kalır. Kaldı ki, içi boş kalan yeri de yıkarlar. Zaten sahipsiz olduğu için virane olmaya, metruk kalmaya mahkûm olur. Yani yıkılıp gider. Devrilip düşer. Viraneye döner.

     Bu dünyada vücud da lâzım ruh da. Işıksız ve yanmayan ampul bir şeye yaramaz. Ampul ancak ışığı barındırmakla bir kıymet ifade eder. İşte ampul için ışık neyse, beden için de ruh odur. Bunlar gibi din ve milliyet arasında da, birbirisiz olamamak gibi hayatî bir münasebet ve ilgi var. Madde-Ruh ikilisi gibi. Vücudun maddî hayatı, ruha ihtiyaç duyar. Ruhun tecellisi, görünmek  istemesi -aynen değil zımnen- ancak bedenle mümkün ve olasıdır. Tıpkı Yunus Emre’nin veciz ifadesiyle “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.” demesi gibi. Zira Ruh -hâşâ- Allah değil ama Allah’tan olduğu için, zâtına / özüne / aslına yol yok. Nüfuz etmek imkânsız. Çünkü burada “Len terani.” sırrı var. Bilmemekte bilmek, görmemekte görmek, anlamamakta anlamak sırları var. Çünkü bazan “Bilmiyorum.” demek ilim olur. Bir bakıma vücudunda adem, ademinde vücud olduğu gibi. Yani varlık iddia edersen yoksun. Yokluk iddia edersen varsın. Yani ademinde varlık sırrı; vücudunda / var oluşunda yokluk sırrı mündemiçtir / vardır. Öyleyse kendini yok bilerek var et.  Yoksa kendini var bilmekle yokluğunu imzalamış, kabul etmiş olursun. Kaldı ki, sıhhatli olmayan; sıhhatli düşünemez. Lâyıkı veçhile ibadet edemez. Bunun içindir ki, sağlık bilgisi / tıb ilmi İslâm’da çok önemli, çok elzem bir bilimdir. Tıpkı âletleri bozuk olan mâhir bir ustanın yaptığından sağlam bir sonuç alamaması gibi. Çünkü “Kem âletle kemâlât olmaz.” Bozuk âletle sağlam ve güzel bir şey ortaya konmadığı gibi. İşte din ve millet arasında da bunlar gibi ilişki ve münasebetler vardır.  

     Bir insan bir ülkede doğar. O ülke diliyle konuşur. O ülke insanlarıyla ünsiyet peyda eder. Yakınlık kurar. Onlarla hemhâl olur. Âdeta onlarla yatar, onlarla kalkar. Ülkenin örf, âdet ve gelenekleri ile boyanır. Onlarla haşir neşir olur. Çünkü her ülke, her vatan, her yer ve yörenin kendine mahsus özellikleri var. Kişi de aynı atmosferde, aynı insanlar arasında -tabii İslâm’a aykırı ve zıt olmamak kaydıyla- onlarla oturup kalkacak, onlarla hemhâl olacaktır.

     Bu durum; insanın kalesi olan vücudu gibidir. Nasıl ki, ruh vücudda karar kılmış; gözünden görmüş, kulağından duymuş, ağzından konuşmuş, eliyle tutmuş ayağıyla yürümüştür. Böylece madde-mâna bütünleşmesi, madde-mâna buluşması olmuş. Öyleyse birbirini kollaması, birbirini düşünmesi, birbiri aleyhinde bulunmamaları da -bu dünyada- olmazsa olmaz; bir hayat düsturu, bir hayat prensip ve kuralı olacaktır ve olmalı.

     İşte vücutla ruh ikilisi nasıl ki, birbirinin var oluşunu, hayatta kalışını gerçekleştiriyorsa; milliyet-din ikilisi de birbirinin lâzımı, birbirinin gereği, birbirinin olmazsa olmazlarıdır. Çünkü dinsiz millet olmadığı gibi, milletsiz, kabul edensiz bir din de olmaz. Din, ruh ve mâna ise kalacağı, barınacağı bir koruyucu kaleye ihtiyaç duyar ki, bu kale milliyettir. Zaten biz Müslümanların yanında din ve milliyet bizzat birleşmiştir. İtibarî, hayalî ve farazî, zahirî / görünüşte olan bir ayrılık var. Aslında din, milliyetin hayatı ve ruhudur. Vücudun ruhu neyse milliyetin ruhu da, din ve diyanettir. İkisi birbirinin lâzımı olup, birbirisiz olamazlar. Her ikisi de birbirine muhtaçtır. İkisine birbirinden ayrı ve farklı bakıldığı zaman, hamiyeti diniye / din gayreti, avâmı / halkı ve havassı / aydını içine alıyor. 

     Hamiyeti milliye / millî gayret / millet için gayrete gelmek, millet için yürümek ise, milletin ancak yüzde birine nasip olur. Çünkü vatansever olmak zordur. Güçtür. Herkes bunu göze alamaz. Çünkü şahsî / özel menfaat ve yararını millet uğrunda feda etmek; herkesin göze alabileceği bir fedakârlık değildir.  Çok az kimsenin yapabileceği bir husustur.