Türkiye'miz büyük bir tarih dönemecinden geçti ve geçmektedir. Yolun bir tarafı dik yamaç. Sol tarafı uçurum! Velhasıl, her şeye rağmen durum vahim!
     Mutedil olmak, aklıselim / sağduyulu davranmak, kışkırtma ve tahriklere  -vatandaş olarak-  kulak vermemekle mükellef ve yükümlüyüz.
     Türk Ordusu'nun darbecilere yüz vermeyen, boyun eğmeyen dik duruşuyla kahramanca direnmesi, hayatı pahasına karşı koyması; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni büyük bir badireden kurtarmış; daha fazla can kaybına fırsat vermemiştir.
     Halkımızın da tüm tehlikelere rağmen, cesaretle devletin yanında yer alarak  -vatan için-  hayatını hiçe sayması; büyük bir fedakârlık örneğidir.
     Keza polisimizin  -vatanın birliği ve dirliği için-  darbecilere karşı göğsünü siper etmesi, ayrıca kayda değer bir vatan-severlik örneğidir.
     Devletin ise tüm imkânlarıyla darbeye geçit vermemek için, olağanüstü bir çaba ve gayret sarfetmesi zikre değer, başka bir husustur.
     Evet, birer Türk vatandaşı olarak hepimize düşen çok önemli ve hayatsal görevler var.
     Vatandaş olarak başta gelen görevimiz: Müsbet / olumlu ve yapıcı hareket etmek, menfî / olumsuz hareket ve davranışlardan kaçınmaktır. Kısaca âsâyiş, düzen ve intizamı netice veren / verecek olan müspet hareketten ayrılmamak şiar, düstur ve prensibimiz olmalı.
     Bu uğurda herbir sıkıntıya karşı sabırla mukabele etmeli, sonucu sabır ve sebatla beklemeliyiz.
     Unutmıyalım ki, yolda olana netice müyesser olur. Yâni isteğine ulaşır.
     Evet halk olarak güçlüyüz. Ama bu güç; sırasında devleti ayakta tutmak için, sarfedilecek güçtür.
     Binaenaleyh halkı yanına çekemeyen her kanunsuz, gayrı meşru çağrı ve davet geçersizdir.
     Halktan yüz bulamaz ve bulmamalı. Halkın gücü meşru devlet ve kanunu muhafaza içindir.
     Zaten halka rağmen hiçbir güç, uzun süre hâkimiyetini devam ettiremez. Çünkü halka dayanmıyan, gücünü halktan almayan her güç; güçsüzlüğe, devamsızlığa ve yok oluşa mahkûmdur. Çünkü çıkmaz bir sokağa girmiştir.

     Evet, halkın gücü var. Fakat bu güç ve kuvvet; asayişi korumak ve muhafaza etmek için, devletin emrinde olması gereken bir güçtür.
     Evet, halkın gücü var. Lâkin bu güç; varlığını devletten alan bir güçtür. Devlete karşı el kaldıracak bir millet gücü değildir. Bilakis devletin yanında yer alan, devletin kaynağını ve dayanağını teşkil eden millî bir güçtür.
     Keza / bunlar gibi devletin ordusu da, devleti içten-dıştan gelen ve gelebilecek olan tehlikelere karşı korumak için vardır. Yoksa silâhını millete ve hükümete çevirsin diye var olmuş, var edilmiş bir kurum veya kuruluş değildir.
     Yine devletin polisi vardır. Fakat bu polis, bindiği dalı kesmek için, yâni kendi ayağına kurşun sıkmak için kurulmuş bir birim değildir.
     Velhasıl yurtta, yurttaşa; devlette devlete karşı çıkacak, cephe alacak ve cephe açacak  -ister sivil, ister resmî olsun-  bir kuvvet, bir güç meşru olamaz. Olmamalı.
     Zira kaybedilen veya gölgelenen hiçbir hak; başkalarının hakları çiğnenerek geri alınmaz.
     “De ki: Rabbim, ancak.... haksızlıkla / haksız yere bağyi / taşkınlığı / sınırı aşmayı, saldırıyı  (başkasının malına göz dikmeyi, dine, cana, mala, ırza yâni haysiyet ve hukuka saldırmayı, akla karşı işlenmiş ve haksızlığında şüphe olmayan her türlü tecavüzü ve zulmü, kısaca İSYANI) harâm kılmış / yasaklamıştır.” (7 - A'raf - 33)
     Gerekçe ne olursa olsun, yurt içinde isyanın / kalkışmanın haklısı yoktur. Vatan dahilinde uğranılan haksızlığı; isyan ederek gidermeye çalışmayı yâni kalkışmayı âyet yasaklıyor. Çünkü
böyle bir hak arayışı; nice yeni zulüm ve haksızlıklara yol açar. Kurunun yanında yaş da yanar. Ahmetlerin suçu yüzünden Mehmetler cezalandırılmış; yâni kaş yapayım derken göz çıkarılmış olur! (20 Temmuz 2016)