Gözden kaybolmak, gözü kapatmak, içine kapanmak, kendi içinde kaybolmak… 

Özellikle metropollerde kaza yapmış birini görüpte çok azımız durup ilgi gösterir olduk. Yanından geçip gidiyoruz. Hepimiz çok yoğunuz, vaktimiz yok… Anlaşılır gibi değil ama işsizlerin bile vakti yok… Ve mutlaka geçerli sebepleri var. Hızla yaşıyoruz. 

Hızlandıkça, hızla insanları da umursamaz, hatta unutur olduk. Bırakın arkadaşları, yakın akrabalarımızla bile görüşemiyoruz. Varlığımızdan bihaber olanlar var… Bu da bizim utancımız… Utanacak daha nelerimiz var!.. 

Mesela Dünya bankası verilerine göre; bugün Dünya da 800 milyon insan açlıkla boğuşuyor… 

Diğer taraftan Dünya nüfusunun %1’i, Dünya nimetlerinin, varlıkların yarısına sahip olmuş... Ve her yıl oluşan servetin %82’si zenginlerin cebine giriyormuş. Nüfus’un kalan %99’u da onlardan kalanları kademeli olarak paylaşıyormuş. Ama nüfusun en fakir %11’ine hiç birşey kalmıyormuş… Hemen gözlerden ıraklaşıyoruz… Uzaklaşıyoruz bu konudan… “Aman şimdi %11’lik kesimi görmeyelim” modundayız…

Evet burada gözden kaybolmuş insanlar %11 değil… Geriye kalan %89... Lâkin bu kaçışları sadece halkanın genişlemesine sebep olmakta. Her sene açıklanan oran yavaş yavaş daralıyor… Hataları, gözden uzak kalmak istemeleri, görmezden gelmeleri, utançları kendi sonlarını hazırlıyor. Yavaş yavaş örülürken kaderleri, onlar gözlerini sımsıkı kapatıyor… 

Lâkin kapatsa da kaçamaz... Yine görür, taaa yüreğinde hisseder çekilen ahları, acıları… Bu kaçış, daha az kişi de daha çok varlığın toplanmasını sağlar sadece… Yani %88’in kaçışı, %1’e yarar… 

%1 oran ile ticarete girmez! “Gel şöyle bir iş yapacağız %1 kazanacaksın” desen, “risk almaya değmez” der… Ama koca ömrünü %1’e adar…

Hatalarımız utancımıza, utancımız acımıza dönüşmüştür artık... Aynı rapora göre; her yıl 15 milyon çocuk açlıktan ölmektedir…

Zengin %1’lik kesim de; Davos’ta ya da başka forumlarda, G-7’de mesela,      G-8’de bazen G-20’de toplanır. Özü itibarıyla tek konuştukları “bu sene sosyal hakları artırsak mı? Azaltsak mı?.. Dünyanın tükenişini, tüketimi hızlandıralım mı? Yavaşlatalım mı?.. konularını tartışırlar. Bu sene kısmen farklı oldu. ABD başkanı “Kudüs’ün, İsrail’in başkenti olmasını” da konu yaptı… Bizim siyasilerimizin, medyamızın gündeminde “Küdus meselesi” artık yok ama dünyada hâlen gündem… Varlıkları teslim ettiğimiz zenginler işte, işlerine ne gelirse o gündem... 

Bu gidişle, yakındır en zengin yüzde 1’in, binde 1’e düşmesi… Yakındır en yoksul yüzde 11’in artması… Yani yakındır tek-el-leşme… Birazdan okuyacağınız kırkiki kişi, bir kişiye mi inecek?.. Bir kalan, tek kalan, yalnız kalan sıkılmasın sonra?.. Yok yok sıkılmaz. Kendi ile mücadeleye girişir o, kısa zamanda kendini de yer bitirir… Ah o ego, hırs yok mu?.. İnsana neler yaptırır, bir kere gölgesinde dinlenmeye gör…  

OXFAM yardım kuruluşunun araştırmasına göre; 2017’de 9,2 trilyon dolar küresel servet artmış… Bunun 7,6 trilyon dolarını 75 milyon insan paylaşmış… 3,7 milyar insan ise bu paydan hiçbirşey alamamış…

Daha kötüsü de var; dünyanın en yoksul %50’lik kesimin varlıkları kadar, en zengin 42 kişi de varlık varmış. Bu rakam geçen sene 61 kişiymiş… Dedik ya hızla yoksullaşıyor… Çember daralıyor… Ama gözler açılmıyor… Seyrettiğimiz çizgi filmlerde, kahramanın pantolon kayışı fazla sıkılınca gözleri açılır, adeta pörtler… Demek ki o yalan, pörtleme olmuyor… Daralsa da, sıkılsa da gözler açılmıyor… 

Deprem oldu, yangın oldu, sel oldu, tufan oldu, hortum çıktı çok fazla hayatlar yitirildi… Kalanlar ise “hayat devam ediyor” deyip geçiştiriyorsa, bu utancımızdır… Olayın ardından aynı düzende hayat devam etmez. Bu afetler mesaj içerir… “Önlem al”, “burada eksik var” uyarısı yapar… Ama biz aynı evde, aynı dere yatağında, aynı elektrik tesisatıyla, aynı dünya görüşü ile aynı, aynı, aynı bir sürü şey ile hayata devam ediyoruz… Devletimiz de, insanımız da uyarıları görmezden geliyor.

İş dünyasında da var bu kişiler… Onca yıl okumuş, üstüne master yapmış, yabancı diller falan müthiş… CV dersen harika… Büyük bir holdingte IT manager olmuş… Konuşuyorsun “bıktım artık” diyor, hayalin ne diyorsun “kafe açıcam” diyor… Ya neden babana, devletine bu kadar zahmet verdin?.. Stresten bıkmış, kaçmak istiyormuş… Yazık değil mi sana verilen emeğe, yatırıma?.. 

Kaçma fikri öyle oturmuş ki, çözüm üretme fikri aklımızın kenarında yok… 

Onu, bunu bilemeyince… Çözüm üretemeyince… Birileri de bizim adımıza savaş kararı da alır, barış kararı da… Bizler ölürüz, onlar ve aileleri askerliğin “A”sını bilmez ama iyi konuşur… Herkes de tek sıra onun arkasına geçer, saklanır… 

Pırlanta az bulunur ama az olması değerini artırır… Bu sebeple çok pahalıdır herkes alamaz… Yöneten de az konuştuğunda sözleri pırlanta olur… Yöneten “Ben yaptım, ben ettim” dememelidir… En iyisini yapar, eder… “Hak” der, “Adalet” der geçer… Kendi için böbürlenmez… Kalitedir yani sıradan olamaz…

Kargaşa zamanları, kriz anları çözüm bulmak için önemli zamanlardır… Ailelerde de küslük varsa geçer, devletlerde de ayrışma varsa biter…  

Geçen hafta Suriye Afrin’e askerlerimiz girdi. Bu eylemden halkın büyük bölümü hemfikir… Düne kadar ikiye bölünmüş halkın, birlik haline gelmesi, aynı fikirde buluşması çok güzel… Dedik ya bazen istenmeyen durumlar çözüm olur… Bundan sonra da birliğimiz devam etsin… Ayrıştırma yapanlarda kendilerine çeki-düzen versin… 

Maalesef ki Afrin’de şehitler verdik. Lâkin yönetenler ve medya şehitlerimizi numaralandırdı. Gerçi medyamız evlere şenlik… Geçen gün şöyle bir haber; “Türkmen çocukları istiklal marşımızı okudu, hemde Türkçe okudu”  anonslar, başlıklar, flaş, flaş... Lâkin Türkmen’lerin ana dili Türkçe olduğundan bihaberler… Nasıl okuyacaklardı ki?.. Neyse konumuza dönelim… 

Şehitlerimizi de numaralandırdılar. İlk şehidimiz, 2’inci şehitimiz, 3’üncü şehitimiz diye anıyoruz. Rakamlarla konuşuyor, numaralıyoruz ama hoş olmuyor… Rakamlaştırmanız, maliyet hesabını su yüzüne çıkarıyor. 

Onlar bizim bitanemiz… 

Bitane var Musa Özalkan’dan, Oğuz Kaan Usta’dan, Mehmet Muratdağı’ndan… Annelerinin, babalarının, kardeşlerinin, çocuklarının, milletinin bitanesi onlar… Bırak numaralarını da huzur ver, dua ver…