Ailelerin olduğu gibi toplumların ve milletlerin de saygın ve saygı duyduğu kişiler vardır. Bu kişiler ya başardıkları büyük işler ya da gösterdiği kahramanlıklar sayesinde saygı görür ve ziyaret edilirler. Ama bu kişiler ne zaman ki; yaşlanıp elden ayaktan düştükleri veya kudretlerini kaybettikleri zaman itibar görmezler. Hatta her yaptıkları hareketler göze batar olur. Çünkü yaşlandıkça kendilerden sonra gelen ikinci kuşak onların zamanını birebir yaşamadıkları için tenkit eder dahası ağır eleştiri de bulunmak bir yana biran önce ölümleri bile beklenir. Benim en sevdiği bir söz vardır. “İnsanlar-kahramanlar- öldükleri an değil, unutuldukları zaman ölürler”. Ben bunun örneğini ne yazık ki; günümüz ailelerinde gördüğüm gibi kendi toplumumun kültüründe de görüyorum. Bunun en güzel örneğini yüzyıllar önce Mimar Sinan’a yaşatmamış mıydık Şöyle ki;
“İstanbul’u fethederek Peygamber (S.a.v.) iltifatına erişen Sultan Mehmet Han, dünyanın en güzel şehrini başkent yapınca şehir kısa sürede göç alarak büyüdü. Kanuni zamanında bir at yükü suya çok miktarda akçe ödenmeye başlayınca halkın sıkıntısı arttı. Nüfusun çoğalmasıyla su sıkıntısı da başladı. Padişah, Mimarbaşı Sinan Ağa’yı çağırarak sordu:
- Mimarbaşı, İstanbul’a su getirmek mümkün müdür? 
- Mümkündür Sultan’ım ama ağır bir hesap getirir. 
- Nedir o hesap?
- Sultanım altın dolu keseleri uç uca dizmek şartıyla İstanbul’a su gelir. 
- Mimarbaşı, eğer bu iş olacaksa ben keseleri yan yana dizerim. 
Mimar Sinan hemen işe başladı. İlk önce Çekmece’den Beşiktaş’a kadar İstanbul’un  çevresindeki dere, tepe ve su kaynaklarını tespit ederek geniş bir arazi incelemesi yaptı. Plan ve projelerini hazırlayıp kazmalar vuruldu. Koca Mimar’ın, bentler, kanallar ve künklerle tepeler aşırıp getirdiği su, şehir meydanlarındaki çeşmelerden şırıl şırıl akmaya başladı.
Çeşme sayısı kırka ulaşınca bu suya “Kırk Çeşme Suları” adı verildi. Pahalı bir maliyetle gelen suların borulardan boş yere akması istenmeyince tarihte ilk defa çeşme borularına “lüle” denilen musluklar takıldı. Bu konuda bir de padişah fermanı yayınlandı:
“İstanbul meydanlarındaki umumi çeşmeler halkın malıdır. Hiç kimse bu çeşmelerden gizlice, yer altından evine su bağlatmayacaktır.” Kanuni Sultan Süleyman sadece Mimar Sinan’a bir lütufta bulunarak der ki: 
- Sen halkı suya kavuşturdun. Evine özel olarak bir lüle su alabilirsin. Yıllar geçti, padişahlar değişti. Koca Sinan yaşlandı. Dostları yoldaşları dünyayı terk eyledi. Köşe başlarını, koltukları başka insanlar tutar oldu. 99 Yaşına gelen Koca Mimar Sinan Ağa’nın bir gün kapısı çalındı:
-Ben sarayın postacısıyım. Sizi divan’a çağırıyorlar. Sinan Ağa yorgun argın Divana ulaştı. Vezirlerden biri:
- Sinan Ağa! Hakkında şikâyet var. Padişah fermanına muhalif olarak senin evinde lüle bulunduğu bildirildi. Mimar Sinan doğruladı:
- İstanbul’a su getirince bana bu meselede hususi ruhsat verilmişti. 
- Peki, getir bakalım şu izni bir görelim…
- Ben o zaman Padişah’ımızdan ferman istemekte hicap etmiştim (utanmıştım) Divan’da uzun tartışmalar oldu. “ Bu Al –i Osman’a hizmet eden sadece Sinan mı? “ diyen muhalifler ağır basınca Sinan Ağa’nın evindeki suyun kesilmesine karar verildi. Mimar Sinan evine döndüğünde üzgündü ama bir tesellisi vardı; yaptığı işleri Allah’ın rızası için yapmıştı. Hizmetlerinin karşılığını Rabbinden bekliyordu. Dünyadaki kusurlarının öbür tarafa gitmesine razı değildi. “Bir kavme su dağıtan, onların hepsinden sonra su içecektir.”
Hadis-i Şerif’ini hatırlayınca teselli buldu. Yüz yaşına girerken hastalanarak yatağa düştü. Ateşler içindeydi. Komşuları, bezi ıslatmak için lüleyi çevirdiklerinde suyun akmadığın hayretle gördüler. İstanbul’u suya kavuşturan Koca Sinan’ın evinde bir damla su yoktu.”
Mimar Sinan’a yapılan bu saygısızlık zaman zaman bu millet için kahramanlık yapan ve de bu dünya da göçüp gitmiş Türk büyükleri içinde yapılabilmektedir. Türk Milleti’nin tarihinde gerek milleti için gerekse insanlık için fedakârlıklar ve kahramanlıklar yapan yüzlerce büyüğü vardır. Metehanlar, Selçuk Beyler, Osman Beyler, Alpaslanlar, Fatihler, Kanuniler, Yavuzlar ve yüzlercesi gibi..
İşte onlardan biriside 75. Yıl önce aramızdan ayrılan “Milli Kahramanımız,” “İstiklalimizin ve İstikbalimizin önderi,” Mustafa Kemal’dir. Hükümet ile muhalefeti ile milletçe ve hatta tüm dünyada Türklerin bulunduğu her yerde iki gün önce onu andık. Bugün yaşasaydı 132 yaşında olacaktı. Paşam 57 yaşında vefat etti. Bir Mimar Sinan’ın başına gelenleri düşünün bir de Mustafa Kemal’in 57 yaşında aramızda ayrılışını düşünün; acaba bugün yaşasaydı biz O’na hangi vicdan ve hangi gözle nasıl bakardık ve de nasıl davranırdık, sadece sizlere bunu anımsatmak istedim. Gerçekleri asla göz ardı etmeyelim ölüm acıdır ama yaşarken unutulup da günbegün ölmek çok daha da zordur.  Şairin dediği gibi “Düğün gecesi demiş bu ölüme Mevlana.“ “Bir leyle-i Kadir’de kavuştun sen Mevla’na. Mustafa Kemal bizler için şöyle demişti. ”Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim.” Mustafa Kemal’in ölümü de Mevlana’nın dediği gibi oldu. Evet, Paşam sen bizler için canını vermeye razıydın, yetmedi bütün malını mülkünü de verdin. Bugün hala biz seni unutmadık. Ruhun şad olsun.