İnanın meslek yaşamımın en zor yazılarından birini yazıyorum şu anda. Halbuki bu hafta için, ata sporumuz yağlı güreşin salona girmesine dair bir yazı yazmaya hazırlanıyordum. Ancak, aldığım bir haberle yıkıldım ve hiç istemesem de, sözün bittiği o yerde bu satırları göz pınarlarımda biriken gözyaşını silerek de olsa yazmak zorunda kaldım.

Meslektaşım, bir dönem mesai arkadaşlığı da yaptığım, çok sevip değer verdiğim, hatta ve hatta canımdan çok sevdiğim oğlumun nikah şahitliğini de yapan gönül insanı bir dostu Mustafa Göksel Yener’i yitirmenin acısını içimde, tam da yüreğimde hissediyorum şu an. Onunla ilgili söyleyecek çok fazla şeyim var aslında. Yurt içi ve yurt dışı birçok yerde birlikte olduk. Çok şey paylaştık. 

Güreş ve voleybol onun uzmanlık alanıydı. 2004 yılının sonlarında geçmişten gelen dostluk ve güreş sevdamız bizi, kadim dostum sevgili Altuğ İstanbulluoğlu yakın geçmişte yitirdiğimiz bir başka değer Kadri Bolcan ve soyadı gibi özel bir insan modeli Zülküf Özel’le birlikte Salto Dergisi çatısı altında bir araya getirmişti. Mustafa Yener, Kadri Bolcan ve Zülküf Özel TRT kökenli insanlardı. Altuğ İstanbulluoğlu ve ben ise, yazılı basın emekçileriydik. Müthiş bir ekip, inanılmaz bir sinerji oluşturmuştuk. Güreş ailesinin söylemine göre, Türk güreşinin en güzel yazılı basın ürünü olan Salto Dergisi’ni yaptık.

Çok açık ve de net söylüyorum; belki maddi olarak değil, ancak, gönül ve ruh olarak, meslek yaşamımın en özel ve dahi güzel süreçlerinden birisiydi o dönem. Aylık olarak, 12 sayı çıkarabildiğimiz, daha doğrusu ekonomik nedenlerle o kadar dayanabildiğimiz o bir yılı aşkın süreci asla unutamam.

İyi niyetli ve hoşgörülü bir insan profiliydi. Zaman zaman anlaşamadığımız, üzerinde hemfikir olamadığımız konular olmadı değil tabi ki. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi, iyi niyetli ve hoşgörülü yapısı, anlaşamadığımız konularda bile mutlaka bir ortak payda oluşturmamızı sağlardı.

Doğruyu söyleyeyim; yalnızca yaptığımız tavla partilerinde ortak paydamız oluşmazdı. O konuda çok iddialı ve kendisini ‘yenilmez’ ilan etmesi onun belki de etek egosuydu. Tavlada kaybetmeyi bir türlü kabullenemezdi. Kaybettiği partileri bir şekilde kamufle etmeye çalışırdı. Bunun en canlı tanıklarından biri de Türk güreşinin yaşayan çınarı Ahmet Ayık ağabeydi. Çok kereler bir araya geldiğimizde turnuvalar yapardık.

Kimi zaman ilginç ve akıl dolu şakalar yapar ortamı neşelendirirdi. Özetle, herkesin dost profilinde olması gereken nitelikte bir insandı. 

Ben kendi adıma söylüyorum. Hayatımda bu güne dek yitirdiklerim arasında, beni en fazla etkileyen üç yada dört insandan birisi oldu sevgili Mustafa Yener.

Son dönemlerde, mesleğimizin çatı kuruluşu olan Türkiye Spor Yazarları Derneği seçimleri nedeniyle karşı karşıya gelmiş ve iki farklı adayın çevresinde yer almıştık. Hatta geçtiğimiz yılın sonlarında, ertelenen daha doğrusu yarıda kalan olağanüstü genel kurulda aramız da hayli açılmıştı. Ancak son seçimde, onun da içinde bulunduğu, genel sekreterliğini yaptığı Oğuz Tongsir yönetimi sandıktan çıkınca el sıkışıp öpüşüp ortadaki kırgınlığı da bertaraf etmiştik. İçinde bulunduğum şu ruh haliyle de en çok buna seviniyorum. Aramız açıkken yitirmedim onu. Yoksa acım bir kat daha fazla olurdu.

Yukarıda da belirttiğim gibi, gözümün nuru oğlumun da nikah şahidiydi.

Sözün özü, benim için sıradan biri değildi. Onu yitirmenin acısını nasıl içime sindirebileceğimi bilemiyorum. Ancak bildiğim tek şey var. Onun o ciddi görünümünün altında yatan nükteden, neşeli ve bir o kadar da zeki kişiliğini yaşamımın sonuna dek arayacağım.

Nurlar içinde yat güzel insan, sevgili dost. Sıkı Fenerbahçeli. Tüm dualarım seninle…

Kalın sağlıcakla…