Bir  Başka  Açıdan
ATATÜRKÇÜ  DÜŞÜNCEDE  ÇAĞDAŞLAŞMA (8)


     2. HALKÇILIK
     Artık hâkim, şahıs değil, efkâr-ı âmme / kamu oyu idi. Çünkü Cumhuriyet milletin hâkimiyeti demekti. Hükümet ise hizmetkârdı ve halka dayanıyordu. Halk ise sınıfsız ve imtiyazsız bir topluluktu.
     “Seyyidü'l-kavmi hâdimühüm.” (Keşfü'l-Hafâ I, 463) Yâni bir kavmin reisi onun hizmetçisidir, hadis-i şerifinin, âdeta meali diyebileceğimiz, Atatürk'ün: “Millete efendilik yoktur. Hizmet vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur (1921).” (M. Orhan Bayrak, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk, İstanbul-1990, s.228) sözü, aynı zamanda “Hayrü'n-nâsi men yenfau'n-nâs.” (Câmiü's-Sagîr, c.2, s.13) Yâni “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır.” hadis-i şerifinin de dolaylı bir ifadesidir. Bunun içindir ki, Halkçılıktan; Hakka kulluğun halka hizmetten geçmesi gerektiğini anlıyor. Memuriyetten ise halka hizmet etmek demek olduğunu seziyoruz.
     Atatürk: “Hükümetlerin icraatı menfî olup da, millet itiraz etmez ve iktidarı düşürmezse, bütün kusur ve kabahatlara katılmış demektir (1920).” (M. Orhan Bayrak, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk, İstanbul-1990, s.228) sözleriyle de halkın mes'uliyetini müdrik olması lâzım geldiğini ve bunun halkçılığın bir gereği olduğunu belirtir.

     3. MİLLİYETÇİLİK

     Atatürk “Ulusun, ırk ve biyolojik gerçekten ziyade tarihî, sosyal ve kültürel bir gerçeğe dayanmasını sağlamıştır.” (a.g.e. s.216) Çünkü din, dil bir ise millet birdir. Din bir ise, millet yine birdir. Zaten “İnneme'l-Mü'minune ihvetün.” / “Muhakkkak mü'minler (inananlar) kardeştirler.” (Hucurât:10)  demiyor mu, inancımız?
     Bundan da anlıyoruz ki, doğuş değil oluş asıldır. Bir araya geliş ve birlik oluşlar doğuştan ziyade oluştaki beraberliğin bir neticesidir. Tıpkı talebenin fen ve edebiyat sınıfı diye ikiye ayrılması, ordunun kara, deniz ve hava gibi oluşu gösteren kısımlara taksim edilmesi gibi.
     Böyle bir  “milliyet fikriyle uyanmış birinin himmeti, milletin bütününü kapsar. Güya onun milleti küçülmüş, o olmuş. Veya onun kalbinde yerleşmiş. Onun ruhu ne kadar tatlı ve kıymettar olsa da, milletini daha ziyade tatlı ve büyük bilir. Bin ruhu da olsa feda etmeye iftihar eder. Çünkü, kendince yüksek düşünür. Hem büyük bir hayretle görmüyor musunuz ki, şimdiki ilerleme ve yükselmenin esası 'Ben ölürsem, devletim, milletim ve ahbaplarım sağdırlar.' gibi (yüksek düşüncelerdir ki dedirir:) 'Ben ölürsem milletim sağ olsun, içinde bir mânevî hayatım vardır.'
     “(Kaldı ki) en iyi haslet, biz ruhumuzla, canımızla, vicdanımızla, fikrimizle ve bütün kuvvetimizle demeliyiz ki: 'Biz ölsek, milletimiz(in rûhu) olan islâmiyet haydır (diridir), ilelebet bakîdir. Milletim sağ olsun. Âhiret sevabı bana kâfidir. Milletin hayatındaki mânevî hayatım beni yaşattırır. Öteki dünyada bana lezzet verir.' ” (Bediüzzaman Said Nursî, Münazarat, İstanbul-1960, s.52, 54, 55)

     4. CUMHURİYETÇİLİK

     “En iyi idare ve rejim şeklinin Cumhuriyet olduğunu belirtmiştir. Ancak bu idarede ulus-devlet ilişkisi bulunduğu ortadadır. Demokrasinin Cumhuriyet idarelerinde sağlanabileceğine işaret etmişti. Egemenliğin kayıtsız ve şartsız ulusa ait olması bu idarede sağlanmış olur.” (M. Orhan Bayrak, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk, İstanbul-1990, s.216)
     Bu duruma insanlık asırlar sonra gelebilmiştir. İlk dindar Cumhuriyeti tatbik eden Hulefa-yı Râşidîn (ilk dört halîfe)'den sonra insanlar bu aydınlık devirden gittikçe uzaklaşmışlar, Haktan uzak ve dûr düşmüşlerdir. Ancak çileli ve kanlı geçen nice asırlar sonra, insanî fıtratın gereği olan dindar cumhuriyete biçim ve şekilde tam kıvamını bulamasa bile, ona olan ihtiyacını hissetmiş  “Tebeddülü esma ile hakaik tebeddül etmez.” /  “İsim değişmekle hakikat değişmez.” hükmünce, başka bir isim ve şekilde de olsa, bu hakikata yaklaşmışlar. Cumhuriyet ve Demokrasi'yi bu mânâda alkışlamışlar ve benimsemişlerdir.
     İşte cumhuriyetçi oluş; Hakka ve Hakkın fıtrî yoluna beşerin ister istemez, bunca asır sonra yaklaşmasının bir göstergesi olup, çağdaşlaşmanın da en somut bir biçimlenişidir.