DALÂLET ehli; yâni yanlış fikir, görüş ve yol üzere olanların; İTTİFAK / tam bir uyum içinde bulunmaları; ZİLLETlerinden / hor, hakir ve aşağılık durumlarından ötürüdür.
     HİDAYET ehli / doğru yolda olan inanç sahiplerinin İHTİLÂFları / anlaşmazlık ve fikir ayrılığı içinde olmaları ise, İZZETli / şerefli, değerli ve haysiyetli olmalarındandır.
     Gaflet ehli, dünya ehli ve dalâlet ehlinin / sapık inanç ve anlayış sahiplerinin; dayanakları hak ve hakikat olmadığı için; zayıf ve zelildirler. Hor, hakir ve aşağılık bir durum arzederler.
     Zillet / aşağılık bir vaziyette bulundukları için, her biri; bir başkasından kuvvet ve destek almaya muhtaçtır.
     Tıpkı dağ keçilerinin toplu hâlde yaşamak zorunda kaldıkları. Vahşi ve yırtıcılara karşı, bazı hayvanların sürüler hâlinde dolaşmak mecburiyetini hissetmeleri gibi.
     İşte zillet hâli; ihtiyaçtan ötürü, başkalarının yardımına ve onlarla birlikte hareket etmeye  şiddetle zorladığı için, o gibiler; birbirleriyle samimiyetle el ele verirler.
     Hattâ meslek, yol ve gidişatları dalâlet / yanlış da olsa, yine de aralarındaki ittifakı / birliği muhafaza edip korurlar.
     Sanki o haksızlıkta bir haklılık vardır.
     Sanki o yanlışta bir samimiyet vardır.
     Sanki o dinsizlikte, dinsizcesine bir taassup / taraftarlık ve körü körüne aşırı bağlılık vardır.
     Sanki o nifakta / o ikiyüzlülükte; bir vifak / uyum içindelik gösterirler ve bu yüzden muvaffak olup başarırlar.
     Çünkü samimî bir ihlâs / içtenlik; şerde / fena ve kötü işlerde bile olsa, insan; neticesiz ve sonuçsuz kalmaz.
     Evet, ihlas ve samimiyetle kim ne isterse Allah verir.
     Çünkü:
     “Men talebe ve cedde vecede.”
     “Kim ihlas ile istediği şeyde gayret gösterirse, elde eder.”
     Hakikî bir düstur ve prensiptir.
     Külliyeti / kapsamı geniş ve genişliği mesleğimize de şâmil olup, içine alabilir.
     Fakat hidayet ve diyanet üzre olanlar, âlimler ve tarikat mensupları; hak ve hakikate istinat ettikleri / dayandıkları için; her biri bizzat hak yolda yalnız Rabbini düşünür. Sadece O'nun tevfikini ister. Yalnız Allah'ın yapacağı yardım ve desteği ile başarılı olacağına inanır. Sırf Rablerine itimat edip güvenerek yol aldıklarından; mânen o meslekten gelen izzet, şeref ve değerleri vardır.
     Bunlar zaaf / zayıflık, güçsüzlük hissettiği an, insanlara değil Rablerine müracaat eder, başvururlar.
     Medet ve yardımı sadece O'ndan isterler.
     Eğer meslek, meşrep ve metodları farklı ise, yöntem ve hareket tarzının dışa yansıyan görünümüne muhalif / aykırı metod sahiplerinden; kendilerine yardım etme ihtiyacını tam olarak hissetmiyor, ittifaka / birlik ve beraberliğe olan ihtiyacı tam olarak göremiyorlar.
     Bir de hodgâmlık / bencillik, enaniyet / benlik ve gurur varsa; bir de buna, kendini haklı ve muhalifini / karşıtını haksız vehmetmesi / haksız olduğu kuruntusu eklenirse; araya ittifak / birlik ve muhabbet / sevgi yerine; ihtilâf / anlaşmazlık ve rekabet / yarış ve çekişme girer.
     İhlâsı / samimiyet ve içtenliği kaçırır. Vazifesi / görevi; zirüzeber / karmakarışık, darmadağınık; kısaca yerle bir olur.
     Halbuki, bilirsiniz ve biliniz ki, bu dünyada en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en sağlam bir dayanak noktası, gerçeğe götüren en kısa yol, en yüksek bir haslet ihlâstır. Her şeyden önce, samimî ve içten olmaktır.
     Çünkü önemli, büyük ve hayırlı bir işin çok zararlı mâni ve engelleri olur. Bu engellere karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerekir.
     Velhasıl: İhlâsı kıracak sebeplerden; yılandan, akrepten çekinildiği gibi çekinilmelidir.