YAZAN: * Tülây Duran, Boğaziçi Üniversitesi, İnkılâp Tarihi Enstitüsü, E. Öğretim Üyesi. 

Ahmet Zeki Velidi Bey, Sovyetler Birliği içinde, Başkurt-Elinde Küzen köyünde doğmuştur. Medrese sahibi olan ailesinin 8 çocuğundan biri olarak, özel derslerle iyi bir eğitim alarak yetişmiştir. 16 Yaşında babasının medresesinde ders vermeye başlamış, 22 yaşında da ilk kitabını yazmıştır. 1925 Yılında Türkiye’ye gelmiş, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Umumi Türk Tarihi Kürsüsü’nde 45 yıl hocalık yapmıştır. Prof. Dr. A. Zeki Velidi Togan, Türk Tarihini bir bütün olarak görmüş, sözlü tarih ile yazılı tarihi bir amaç değil araç olarak kabul etmiştir. İlim adamlığı ile eğitim disiplinine sahip olduğu hocalığını, daima birbirinden ayrı tutmayı hayatı boyunca başarmıştır. Başarılı öğrencilerinin yetişmelerine destek olmuş, birlikte paylaşılan ilim hayatı, hocamızı bugün de yaşatan, önemli hatıralar arasında yer almıştır.

TÜRKSOY Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ve Afyon Kocatepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü ve Tarih Bölümü’nün, 13-15 Ekim tarihleri arasında birlikte düzenledikleri, “Uluslararası Zeki Velidi Togan ve Türk Kültürü Bilgi Şöleni” için kutluyorum. Beni davet ederek, Hocamı anma fırsatı sağladıkları için de teşekkür ediyorum.

2010 Yılı kültür tarihimizde, 2 büyük etkinlikle iz bırakacaktır.

Birincisi; Asya ve Avrupa kıtalarını birleştiren İstanbul şehrinin, 

“İstanbul 2010, Avrupa Kültür Başkenti” seçilmesi,

İkincisi;   Doğumunun 120. yıldönümünde, dünyaca ünlü bir Türk alimi olan Ord. Prof. 

Dr. A. Zeki Velidi Togan’ın, tarihimiz ve kültürümüz için yaptığı çalışmalarla, “2010 Ahmet Zeki Velidi Togan Yılı” ilan edilmesidir.

1- Ahmet Zeki Velidi Bey

Ahmet Zeki Velidi Bey, 10 Aralık 1890 da, Sovyetler Birliği içinde, Başkurt-Eli’nde Küzen Köyü’nde, köklü bir ailenin 8 çocuğundan biri olarak doğmuştur. Anne ve babası medrese sahibi bir ailenin bireyleri olarak oradan yetişmişlerdi. Anne Farsça’yı iyi bilen bir muallime, baba da ve Arapça bilen, kitap yazabilen bir ulema idi. 

Ahmet Zeki, küçük yaşta özel hocalardan Farsça, Rusça ve ayrıca astronomi dersleri de aldı. Hocamız hayatını anlattığı kitabında,ailesinin yetişmesinde, manevi ve maddi büyük desteği olduğu kadar, iyi bir eğitim almasında ve yaşadığı çevreyle, daha kolay kültürel ilişki kurabilmesindeki yardımları konusunda da geniş açıklamalar yapmıştır. 

Zeki Velidi Bey, 1909-1910 eğitim yılında Kazan’da Kasımiye Medresesi’ne “Türk Tarihi” ve “Arap Edebiyatı Tarihi” derslerini vermek üzere hoca olarak görevlendirildi. 22 Yaşında, “Türk ve Tatar Tarihi” isimli eserini yazması, yaşadığı coğrafyada, yaşı ile ilgili olarak dikkatleri üzerine çektiği kadar, o günlerin bilim dünyasında da önemsenmiş ve takdir edilmiştir. Kazan Üniversitesi’nde görevli ünlü Şarkiyatçı Prof. Dr. Katanov’un önce öğrencisi ve daha sonra yakın dostu olabilmesi, 1913 yılında, yine aynı üniversitenin “Tarih ve Arkeoloji Cemiyeti”ne üye seçilmesi, başarılı bir hocalıktan sonra, araştırmacı tarihçi bir ilim adamı olma yolunun da başlangıcı sayılabilir.

Hocamız, yine Hatıralar kitabında; Tarih mesleğini neden seçtiğini sık sık anlatmaktadır. Temelinde ise, önce doğduğu evde ve daha sonra yaşadığı çevrede devamlı tekrarlanan, sözlü bir tarihi bilgi mirasını özümsemiş olması vardır. Hoca dinlediği hikâye, destan ve efsanelerle yetiştikten sonra, yazılı ve basılı kaynaklara da büyük önem vermiştir. Önce Başkurt-Eli’nde, daha sonra gittiği yerlerdeki kütüphanelerde gördüğü yazma eserler, kültür varlıklarının bulunduğu coğrafi alanlarda yaptığı araştırmalarda bulduğu yazılı taş, kurgan gibi arkeolojik kalıntılar üzerinde çalışarak, sözlü tarihin yazılı tarih ile birlikte geleceğe taşınmasına, ilmin yolunun bilgi ile gelişmesine destek sağlamıştır. Bunun en somut örneği ise; Kütüphanelerin tozlu raflarında tesadüfen bulduğu, “İbn-i Fadlan Seyahatnamesi”, “el- Biruni’nin Eserleri” ve “Harezm Dili ile İlgili Eski Örnekler”i araştırmacılara, ilim alemine kazandırmasıdır.

2- Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’ın Hocalığı - Tarihçiliği 

ve Eğitim Disiplini

Hocanın tarihe, Türk Tarihine bakış açısı bir bütünlük içerir. Kendisine göre öncelikle Türk’ün geçtiği coğrafi alanlarda yaşanan sosyal, kültürel, siyasi, iktisadi hayatın meydana getirdiği olayların, insanı ve bağlı olduğu toplumları etkilediği temeline dayanır. Yani geçmişte yaşananlar zaman içinde değişerek, bir olayın sonucu yeni bir olayın sebebi olarak devam edebilir. Bu açıdan bakıldığında çalışmalarındaki mekân ve zaman kavramı, çok geniş bir alanı kapsar. Bu hocamızın kendi tarih felsefesidir. Çağdaşlarına göre, Türk tarihinin bütününü kavrayabilen ve olayları yazıldığı dildeki kaynaklardan okuyabilme şansına sahip, geniş açıdan değerlendirme yapabilen, nadir bir tarihçi, uluslararası bilim insanıdır. Yine Togan Hoca, belirlediği metod ile olaylar hakkında bağımsız hükümler verebilmiş, çalışmaları ile bazen gerektiğinde bunu bilimsel olarak savunmasını da bilmiştir. Togan Hoca Tarih tezini, Tarihte Usul kitabında; Bence tarih gaye değil, ancak mensup olduğum muhiti onunla temaslarda bulunarak birlikte yaşayan çevreyi öğrenmek için bir araçtır.sözleri ile yazmıştır.

“Umumi Türk Tarihine Giriş”, “Tarihte Usul” kitapları bu felsefenin, bu tezin temel kaynakları olarak hazırlanmış ve bu amaçla da yayınlanmıştır. Her iki kitabı, bugün de aynı bilimsel özelliğini korumaktadır. Aradan geçen uzun zamana rağmen, bu bilgiler ne yazık ki hocanın bıraktığı noktada kalmıştır.

1890-1970 Yılları arasında geçen 80 yıllık ömrü de, yaşadığı dönemdeki sosyal ve siyasi olaylar açısından bakıldığında, ‘kendisi de bir tarih’tir. Sanırım biz de bu bilgi şöleninde, yazdığı eserleri ile Tarihte iz bırakan örnek bir bilim adamını, disiplin sahibi bir hocayıbu açıdan anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz.

Ahmet Zeki Velidi Bey, çok genç yaşlarda öğrenmeyi, bir hayat tarzı haline getirdiği bilgi edinme ve kendini yetiştirme çalışmalarının ilk pratik uygulamasını, 1906-1907 eğitim yılında, babasının medresesinde ders vermeye başlayarak yapmıştır. Kendisine göre ‘hocalık’ konusunda çok iyi bilgi sahibi olmak, yani olayı yaşıyor derecesinde kendine özümsemek, buradan oluşan bilgiyi de karşısındakine veya öğrencilerine aktarmak demekti. Bu disipline sahip olarak örnek bir hoca olduğu kadar, ilim adamlığı ile hocalığı hayatı boyunca birbirinden ayrı tutmayı daima başarmıştır. İlmi Hocalık hayatı ise, 20 li yaşlarda (1909-1910) Kazan’da resmen görevlendirildiği, Kasımiye Medresesi’nde “Türk Tarihi” ve “Arap Edebiyatı Tarihi” dersleri ile başlamış, aramızdan ayrılıncaya kadar aynı disiplin içinde gelişerek devam etmiştir.

Zeki Velidi Bey, 20 Mayıs 1925 çarşamba günü İstanbul’a gelmiştir. Aynı gün öğleden sonra Fatih Cami kütüphanesine, ertesi sabah ise sıra ile Fatih, Süleymaniye, Ayasofya ve Köprülü kütüphanelerine gitmesi, O’nun araştırmacı tarihçiliğinin ve kaynakları çok iyi bilen bir ilim adamı olduğunun kanıtıdır. Zeki Velidi Bey, aynı yıl Türk vatandaşı olmuş, Tarih ve Türklük için 45 yıl önemli ilmi hizmetler vermiştir. 

Üniversite hocalığı, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi’nde “Umumi Türk Tarihi  Kürsüsü”nde, Türk Tarihi derslerini vermek üzere Türk Tarihi Muallimi (Profesör) olarak görevlendirildiği 1927 yılında başlamış, 1932-1939 yıllarında kısa bir aradan sonra, ömrünün son günlerine kadar devam etmiştir. Üniversitenin reformlar dönemini yaşamış ve onun, ilmi bir yapıya sahip olması, çağdaşlaşması yolunda gösterdiği çabalar kadar, tarih bölümünün gelişmesi için de ilgili kurumlara, önemli raporlar hazırlamış, Dekanlığa, Senatoya sunmuş, yılmadan sabırla mücadele etmiştir.

Umumi Türk Tarihi Kürsüsü’nde verdiği derslerinde, Türk Tarihini, “Umumi Türk Tarihine Giriş” kitabında da geniş olarak yazdığı gibi, birbirinin devamı olarak 5 ayrı bölüme ayırmıştır. Ders programlarını da bu esasa uygun olarak sömestrelere göre düzenlemiştir. Kendisinden ders alan öğrenciler (tezli öğrenciler 4 dönem) iki sömestrelik eğitim sürelerine bağlı olarak nereden başlarlarsa son sömestrede nereye kadar gelindi ise o döneme ait bilgiyi almış olurlardı. Yeni gelen kürsü öğrencileri, konuyu tarihi sürecin devamı olarak alırlardı. Sınavlarda da bu bölümlerden sorumlu olurlardı. Bu eğitim programı, Hocanın Türk tarihi ile ilgili kaynakları temel alarak onlardan sağladığı bilgiyi usulüne uygun disiplin içinde yazmasından ve bu çalışmalarındaki yorulmak bilmeyen engin bilgisinden kaynaklanıyordu. 

Tarih Bölümüne kayıt yapan öğrenciler, 1. yıl derslerinde, haftada birer saat, “Türk İllerinin Tarihi Coğrafya” bilgisini ve ayrıca tarihi kaynakların öğrenilmesi ve tarihin bir ilim olabilmesi için, metodunun bilinmesi amacıyla, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu veya hocadan “Tarihte Usul” derslerini almak zorunda idiler.

Eğitim disiplinini ve bunun amacını, Almanya’dan, Türkiye’ye gelmek için, devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e, 1 Mayıs 1939 tarihinde yazdığı mektubunda şu sözlerle açıklamıştır :

“... Ben tahsil ederken, İslam ülkelerindeki ve Avrupa’daki kitap hazinelerinde tarihi vesikalar üzerinde çalışırken bütün emeklerimi Türk milletinin ilmi adına sarfetmiştim. Şimdi 30 seneyi bulan çalışmalarım neticesinde Türk Medeniyeti Tarihine dair birçok eser yazdım ve bunları yayınlayarak, Türk Milletine okutmak ve Türk evladını eğitmek maksadıyla Türkçe olarak yazmıştım. İlim ve irfan sahasında çalışmak davasında bulunurken yegâne gayem Türk milletine, bilhassa onun büyük ve eski medeniyetini öğrenme işinde faydalı olabilmektir…”

3- Hocam İle Öğrencilik Yıllarım - Hatıralarım

1962 Yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne kaydımı yaptırdım. İlk sene “Tarihte Metod” bilgisi derslerini Togan hocadan aldım. 3. Sınıfta tezli dersim olarak Umumi Türk Tarihi Kürsüsü’nü seçerek, Kafesoğlu ve Togan Hocaların öğrencisi oldum. Togan hocanın ilk dersine girdiğimde, bu kürsüyü seçtiğime sevinmiştim. Kürsüde güler yüzlü bir hoca, dersleri nasıl işleyeceği ve bizim de yapmamız gerekenleri ve o güne kadar pek bilmediğim temel kaynakları, bizler de biliyor gibi hızlı bir şekilde anlattı. Ders notları veya bize anlattıklarına tekrar ulaşma şansımızın olup, olmadığını sormaya çalıştım ve olmadığını öğrendim. Hocanın bilgisine ulaşmak için tek bir yol vardı ! O da, ağzından çıkan her kelimeyi yazmak, daha sonra da okuyarak konuyu anlamaktı. 

Prof. Dr. Zeki Velidi Togan ve Umumi Türk Tarihi Seminer derslerine devam eden öğrencileri (Nisan 1966)

Biz 3 arkadaş aramızda görüşerek, sıra ile dersin olduğu günlerde erken gelerek anfinin en ön sırasında ve ortada yer ayırmak için anlaşmıştık. Tabii biz steno gibi yazmaya çalışırken onun ders veriş tarzını ve mimiklerini göremiyorduk. O sene hocanın hiçbir dersini, belki abartılı olur ama kelimesini kaçırmadan notlarımızı düzenli tuttuk ve hepimiz iyi notlar alarak son sınıfa geçtik. 

Dersi daha iyi öğrenmemizi sağlamak amacıyla, sık sık seminer yapıyordu, o sırada özellikle konularımız ile ilgili en önemli kaynakları veriyordu. Bu çalışmalarda kendisi ile daha yakından görüşme fırsatımız da oluyordu. Umumi Türk Tarihi Kürsüsü’nü seçenler, tezli öğrenci ise, hocanın önerdiği ek derslerden en az 2 sini de seçmek zorunda idi. Hocamız, derslerinde, tarihi iyi öğrenmek için, kaynakların yazıldığı dilden okunması gerektiğini ısrarla tekrarlıyordu. Ben de ek derslerimi Rusça ve Farsça olarak seçtim.

Öğrencileri ile samimi bir diyaloğu vardı, koridorda karşılaşsanız, bir şeyler sorsanız ilgilenir, daha sonra da neticeyi sorardı. Olayları değişik bir anlatma tarzı ve disiplini vardı. Konuya hakimiyeti, geniş kaynak bilgisi, öğrenciyi de araştırmaya yönlendiriyordu. Diğer kürsü hocaları gibi dersini dikte edip, sorulan soruları cevapsız bırakmadığı gibi, sırasında anlattığı konuyu, o günkü oluştuğu şartlar içinde sanki, kendisi aynı olayı tekrar yaşıyor gibi güler yüzlü samimi bir tarzda içten yorumluyordu. Bazen farkında olmadan olayın veya savaşın içine bizleri de katarak, görsel bir malzeme gibi aynen o anı kendisi yaşadığı gibi bizleri de konunun içine alarak yaşatmaya çalışıyordu. Şahıs isimlerini, olayın geçtiği yerleri bizlere bakarak karşılıklı konuşma rahatlığı içinde aktarıyordu. Bizler ise not tutma derdi ile bu hatıralarda kalan anları, gerektiği kadar hoca ile paylaşamıyorduk.

3. Sınıfı başarılı notlar alarak geçtiğim için bir gün görüşmemiz sırasında, tatilde tez konumu çalışmayı önerdi. Bana mezuniyet tezi olarak “Rus Kaynaklarına göre Şeyh Şamil ve Müridizm Hareketi” konusunu kendi eli ile bir kâğıda temel kaynakları da yazarak vermişti. Tez konum ile ilgili Rusça kaynakların önemli bir kısmı, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi’nde idi. Tez, Ankara’da çalışıldı ve çok başarılı olarak hocam tarafından 25.5.1966 tarihinde ‘kabul olunmuştur’ yazısı ile imzalandı. Öğrencisini tanımak ister gibi sorular sorar, eğer başarılı bir öğrencisi ise, her zaman yakından ilgilenirdi.

 

1966 Yılı, Mayıs ayı sonunda dersler tamamlandı ve sınav günleri yaklaştı. Sınavlar yazılı ve başaranlar için sözlü olarak iki aşamada yapılıyordu. Yazılı sınavım çok güzel geçmişti. Nitekim Tarih Bölümü’nün loş koridorunda asılan sınav sonuçlarında neticeyi görünce çok sevinmiştim. 3-4 Gün sonra sözlü sınavı vardı ve hocanın odasında yapılıyordu. Öğrenciler 5 er kişilik guruplar halinde odasına alınıyor, masasının karşısına sıralanan sandalyelere sıra ile oturuluyordu. Hoca en başta oturandan başlayarak ismini so-ruyor ve önündeki notlarla ilgili kâğıt-lara bakıyordu. Ben 2. sandalyede oturu-yordum, bana da adı-mı soyadımı sordu, adımı söyledikten kısa bir süre sonra;a, O sen misin” diye sanki hocaya ait olmayan gür bir ses çıktı !! Tabii olarak ben şaşırdım, yazılı notum iyiydi ?Acaba benmi notumu yanlış görmüştüm ? Veya hocanın önündeki kağıtlarda mı ? Bir karışıklık vardı ? Yerime sanki gömülerek, sessizce durumun ne şekilde sonuçlanacağını düşünüyordum ki, ikinci ses yükseldi, “Sınavda en iyi kağıt senindi, sen o kaynakları nereden buldun? Beni anlatmadığım ssssssşeyleride yazmışsın?” 

Bu defa ben kendinden emin bir şekilde, konularda geçen kaynaklara kütüphanede bakarak, oradakileri de öğrenmeye çalıştım cevabını verince, hoca babacan bir şekilde gülümsedi ve “Senin imtihanın tamam başka soru sormayacağım” dedi ve önündeki küçük not kağıdına bir şeyler yazarak bana uzatırken; “Bu bizim evin adresidir, yarın sabah kahvaltısını bizim evde yapmak üzere Nazmiye Hanımla birlikte sizi bekliyoruz”. 

Yanımda oturan arkadaşlarımın şaşkın bakışları arasında oda dışına çıktığımda imtihan sitresi içinde olan arkadaşlarım, “nasıl geçti ! Hangi soruları soruyor ?” sözleri, bana sanki ziller çalıyor gibi geldi. Olayın etkisi altında kendi kendime kalmak ve bu sürprizin, benim geleceğim açısından ne demek olduğunu anlamak istiyordum, çalışmanın başarıya götürdüğünü de ilk defa o an kendime kanıtlamış oldum.

Sabah kapılarının zilini çaldığımda, Nazmiye Hanım açarak beni içeriye buyur etti ve hoca ile tokalaşarak bir yere oturdum. Tanışmalı, samimi, geleceğe ait düşüncelerimi anlamaya yönelik kahvaltı sohbetlerinden sonra beni alt kattaki kütüphanesine indirdi. Osmanlıca yazılı o güne kadar pek görmediğim kitaplardan birkaç tanesini göstererek okumamı istedi. Arkasından da elime verdiği Rusça yazılı bazı kaynakları da okuyarak, ikinci testi de başarılı bir şekilde geçince, bana gülerek baktı ve “tamam” dedi. Birlikte oradaki masaya karşılıklı oturduk. 

Türk Tarihi için yaptıklarından ve bundan sonrası için yapmak istediklerinden söz ederek bu mesleğe (Tarih) çok az talip olduğunu, aksine binlerce yıllık Türk Tarihini iyi öğrenmemiz için yapmamız gereken çok önemli çalışmalara ve konu ile ilgilenecek gençlere ihtiyaç olduğunu uzun uzun anlattı. Böyle bir çalışma için birlikte çalışıp çalışamayacağımı sorunca, tarihi sevdiğimi, ailemin de isteği ile doktora yapmak istediğimi söyledim. Çok sevinerek “tamam bu iş olacak, ben uzun zamandır Slavistik Kürsüsü (Rus Filolojisi) kurmaya çalışıyorum, Rusça özel ders aldığını da biliyorum. Bu sebeple seni oraya asistan olarak alacağım, sen de kabul edermisin ?” Gerçekten şaşkınlık içindeydim, hiç düşünemeyeceğim, benim için sürpriz gelişmeleri bir biri arkasına yaşıyordum. “Bir düşün bu konuşmaları ailen ile de paylaş ve Fakülteye gelerek neticeyi bana bildir” dedi.

Olumlu neticeyi hocama bildirdiğimde çok sevindi ve gelişmelerin Dekanlık ve Üniversite Senatosu kararı ile olacağını, bunun zamana bağlı olduğunu, bu arada odasındaki bazı Rusça kitapların künye kaydını yapmamı, Rusçayı pratik olarak kaynaklarla kullanmamı ve her gün Rusça ve Osmanlıca kitap okumamı, bilgilerimi geliştirmemi tenbih etti.

Bu tür çalışma ve hoca ile görüşmeler devam etti. Bu arada birkaç ay sonra bir gün, ülke çapında açılan “Türkiye’nin Kaderine Sovyet Komşuluğunun Etkileri” isimli özel bir eser yarışmasına katılacağımı söyledim ve başarılar diledi. Arada odasında Rusça kitaplar ile ilgilenirken, görüşmelerimiz devam etti.

Bir yaz günü, yarışma için hazırladığım eserin ikincilik kazandığını haber verdiğimde gerçekten çok sevindi, beni tebrik etti. Bölümde açılması için yıllar önce Dekanlığa verdiği projeye bir türlü cevap alamadığından yakındı, başka kadro vermediklerinden benim için bir şey yapamadığını da tekrar anlattı. 

Yarışmanın neticesi radyo ve basın yolu ile kamuoyuna duyurulmuştu. Bu gelişmeden sonra beni, yeni yayınlanmaya başlayan “Belgelerle Türk Tarihi Dergisi” ilgilileri aradılar ve kendileri ile çalışıp çalışamayacağımı sordular. Ben de hemen bu teklifi hocam ile paylaştım. Benim için çok iyi olacağını, konunun tarih ile ilgili olmasının da avantaj olduğunu, kabul etmemi önerdi. O anda gözlerinde bir ışıltı hissettim, bu bana verdiği sözü sonuçlandıramamış olmanın, üzüntüsünü aşmanın rahatlığı idi.

Yıllar sonra, Boğaziçi Üniversitesi’nde, İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde hoca olarak eğitim görevime başladığımda, hocamın eğitim disiplinini uygulamaya çalıştım. Özellikle her dersimde, Türk Tarihini bir bütün olarak, örnekler de vererek, konularımı işledim.  Öğrencilerime tarihi olayları belge ve haritalar ile anlatmam ve sebep sonuç ilişkisi içinde geniş bir perspektiften vermem, onların da ilgisini çekti. 

Bir gün yıl sonu sınavlarının neticesini ilan yerine asmış ve enstitüde oturuyordum. Öğrenciler gruplar halinde notlarına bakmaya geliyorlardı. Birden bire yüksek sesle söylenen bir cümle işittim. “Aaa, Yürüyen tarih de notlarını asmış...” Hocamı rahmetle andım, konuşmamın başlığına bu sebeple “Togan Hocanın Eğitim Disiplini” adını verdim.

KAYNAKLAR

  1. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Hatıralar. İstanbul 1969, s. 11-40.
  2. Prof. Dr. Tuncer Baykara, Zeki Velidi Togan. Kültür Bakanlığı, Ankara 1989, s. 56.
  3. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Tarihte Usul. İstanbul 1950, s. 18.
  4. Togan ailesi, kızı Prof. Dr. İsenbike Togan ve oğlu Prof. Dr. Sübidey Togan, hocamızın yayınlanmış ve halen yayınlanamamış bütün eserlerini ve makalelerini yayınlamak amacıyla çalışmaktadırlar.
  5. Hatıralar. s. 75.
  6. Hatıralar. s. 601.
  7. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş. 2. Baskı, İstanbul 1970, s. 2.
  8. Prof. Dr. Tuncer Baykara, Zeki Velidi Togan. s. 26-27. 
  9. Togan Hoca, Haziran 1949 tarihinde Fakülte Dekanlığına, Tarih bölümünün gelişmesi ile ilgili 3 ayrı enstitü kurulması gerektiği konusunda bir proje vermişti. Onlardan biri de Slavistik Enstitüsü’nün kurulması ile ilgili idi.