Tarihimiz dramlarla, acılarla dolu, özelliklede son dönem tarihimize bakıldığında bu doluluk malesef ki zirve yapmakta. Eski şaşalı günlerimizi geride bıraktığımız XIX. ve XX. Yüzyıllarda bu kötü öyküler ardı ardına gelmiş ki Osmanlı padişahları alınan yenilgilerden dolayı kimisi üzüntüden felç olmuş kimisi de kahrından ölmüştür.

Osmanlı Devletinin son döneminde yegâne zafer olarak lanse edilecek olan Çanakkale zaferi vardır ki bunu da XX. Yüzyılın son çeyreğinde öne çıkarmaya başlamışız.

29 Nisanları “KUT” bayramı olarak 1952 yılına kadar kutladığımız daha sonra ise NATO’ya girişimizden itibaren bir vebalı hastadan kaçar gibi bu zaferi değil ağzımıza almak belleklerden silme gayretimiz gözden kaçmamıştır.

KUT’ÜL AMARE ZAFERİ

Osmanlı Devleti öyle zorluklarla girmiştir ki I. Dünya Savaşına galip gelmesinin imkânı yok gibidir. Ancak bazı cephelerde ve savaşlarda bu yokluk içindeki, ordunun yaptıkları insan üstü gayreti görünce ecdadın mirası önünde bir kez daha saygıyla eğiliriz.

Batılıların hasta adam olarak nitelendirdiği Osmanlı İmparatorluğu’nun girmiş olduğu 1. Dünya savaşında, Çanakkale Zaferi’nden sonra kazanılan ve İngiliz Ordusunun tamamının esir alınmasıyla sonuçlanan Kut’ul Amara Zaferi.

Çanakkale deniz ve kara savaşlarında ağır bir yenilgi alan İngiltere’nin başını çektiği müttefik devletler, gerek söz konusu mağlubiyetlerin psikolojik travmasını atlatmak, gerekse silâhaltındaki askerine ve dünya kamuoyunda bozulan imajlarını düzeltmek amacıyla bu defa tüm güçleriyle Irak cephesinde faaliyete geçmişlerdir.

Özellikle Şerif Hüseyin ve Lawrence etkili bir biçimde kullanılmıştır. Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandırmışlardır. Osmanlı Devleti’nin elinde ciddi bir birlik olmaması nedeniyle yerel güçler harekete geçirilmiştir. Özelliklede Süleyman Askeri Bey,  Mustafa Kemal, Enver Bey ile Trablusgarp’da yaptığı teşkilatlanma çalışmalarının bir benzerini Irak’ta da yapmıştır. ( Ki Süleyman Askeri Bey düşmanla karşılaştığı bir durumda demir telleri kesecek demir makası olmadığı için askeri bölgede bulunan bir bataklıktan geçirmiş ve boğulanlar olduğu gibi kendiside yaralanmıştır. Bu durumu onuruna yediremeyen Süleyman Bey tabancasını kafasına dayayarak intihar etmiştir.) Süleyman Beyin yerine önce Sakallı Nurettin Paşa sonra ise Enver Paşanın amcası ve Mustafa Kemal’in sınıf arkadaşı olan Halil Paşa atanır.

Nedir bu Kut’ül Amare?

Kut’ül Amare, Dicle Nehri kıyısında Şattülarap kanalı ile birleşen Basra Körfezi’nin 350 km kuzeyinde, Bağdat’ın 170 km güneyinde bulunan bir kasaba. 1915 yılında yapılan nüfus sayımına göre burada 6500 kişi bulunuyordu. 1916 noelini Kut’da geçireceklerinden emin olan İngiliz askeri heyeti General Townshend biraz daha dayanması gerektiğini şifreli olarak yollamışlardır.

Osmanlı Ordusu bir taraftan Kut’ül Amare’de mahsur kalan Townshend Kumandasındaki İngilizleri kontrol altında tutmakta, diğer taraftan güneyden gelen yardımcı kuvvetlere karşı koymaktadır.

Bu doğrultuda, kuşatmayı yarmak için Mart ve Nisan aylarında 3 büyük saldırı yapan İngiliz’ler amaçlarına ulaşamamışlar ve var olan ümitleri tükenme noktasına gelmiştir.  19 Nisan 1916’da 6. Ordu Kumandanı Alman Goltz Paşa Bağdat’taki karargâhında tifüsten ölmüş, yerine artık efsaneleşmiş olan Albay Halil Bey, Halil Paşa unvanıyla tek yetkili olarak görevlendirilmiştir.

Halil Bey savaşın psikolojik bir harp olduğundan hareketle İngilizler’in Kut’da sıkışan birliklerinin arasına nifak sokmak için şöyle bir faaliyette bulunmuştur.İngiliz üniformalarıyla savaşan askerlerin büyük çoğunluğu Hindistan’dan getirilen ve “Müslümanların Halifesi İttihatçıların elinde esirdir, sizler O’nu kurtarmaya gidiyorsunuz” diye kandırılan Hintli Müslümanlardır. Bağdat’ta matbaalarda bastırılan ve din kardeşliği vurgusu yapılan bildiriler, Alman uçaklarıyla Kut’ül Amere semalarından atılmış ve zaten gönülsüz olan Hintli Müslümanlar etkilenmiştir. Bu bildiriler o derece etkili olmuştur ki, binlerce Hintli asker, tetik çeken parmaklarını ya kesip atmış, ya da ciddi manada yaralayarak savaş dışı kalmışlardır.

Aç kalan İngiliz birlikleri at, katır, eşek ne varsa kesip yemeye başlamışlardır. Halil Paşa’da bu sefer şöyle bir fetva dağıttırmış Alman uçakları ile: “İslamiyet’te söz konusu hayvanları yemenin dinen caiz olmadığı, buna karşılık İngiliz menfaatleri için savaşmanın ve aç kalmanın hem bu dünyada hem öbür dünyada hiçbir fayda sağlamayacağı” bildirmiştir.

Zaten gönülsüz olan Hintliler, bahsi geçen hayvanları yemek istememişler ve dolayısıyla savaştan geri durmaya çalışmışlardır. İngilizler bunun üzerine Hindistan’daki Müslüman din adamlarından “savaş halinde binek hayvanların etlerinin yenilebileceğine” dair fetva almışlar, ancak bu fetva da Hintlileri kararlarından döndürememiştir.

Uçaklarla hala teslim olmayan birliklerine erzak atmışlar. Ancak bu erzaklar yere düşünce pek bir anlam ifade etmemiş, gelen uçakların bir kısmını da Türkler düşürmüştür.

Son bir gayret Julnar isimli bir gemi ile 2 ay yetecek kadar erzak göndermişler oda bizim Dicle’nin ağzına gerilen bir zincire denk gelmiş ve gemi esir alınmıştır. Türk Askeri Julnar’a ise mizah dolu şu ismi vermişleridir. “KENDİ GELEN”

SAVAŞ HİLELERİ BAŞLIYOR

Townshend, Halil Paşa’ya, 1.000.000. Sterlin para ve elinde bulunan tüm silah ve cephaneyi teslim etme karşılığı Kut’ül Amare’den çıkmayı teklif etmiştir. Halil Paşa bu teklifi “bizim Devletimiz bize gayet iyi bakmaktadır, hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur, ayrıca para teklifinizi latife olarak kabul ediyorum, silah ve cephaneniz de bizim işimize yaramaz, zira sizin silahlarınızla bizim silahlarımız bir birine uyumlu değildir” diyerek reddetmiştir.

Bu tekliften birkaç gün sonra Arabistan’dan gelen meşhur casus Lawrance, para teklifini 2.000.000 Sterline çıkarmış, kabul etmesi durumunda ertesi gün bu parayı Halil Paşa’ya teslim edeceğini vaad etmiştir.

Söz konusu teklif karşısında vakur bir duruşla söze başlayan Paşa; kendisinin bir Osmanlı Askeri olduğunu, paranın miktarı ne olursa olsun Devletine ve milletine böyle bir kara lekeyi asla çalmayacağını ve yarın teslim olunmazsa büyük bir taarruza geçeceğini Lawrence’ye bildirir.

29 Nisan 1916’da şehir teslim edilmiştir. Şehrin teslim alınmasından sonra, Halil Paşa yanında Miralay Kazım Karabekir ile birlikte General Townshend’ın karargâhına varmış, Townshend titreyen elleriyle kılıcını ve silahını Halil Paşa’ya teslim etmek istemiştir. Paşa âlîcenaplık göstererek, “Bunlar bugüne kadar sizindi, bundan sonra da sizin olarak kalacaktır” diyerek kılıcı ve silahı almamıştır.

Kut’ül Amere zaferi ile 5 İngiliz General, 272 İngiliz Subay, 2592 İngiliz Asker, 204 Hintli Subay, 6988 Hintli Asker ve 3248 Asker dışı esir olmak üzere toplam 13.309 esir alınmıştır. Ayrıca İngiltere, kuşatma altındaki 13.000 civarındaki askerini kurtarmak için toplam 22.000 civarında kayıp vermiştir.

İngilizlerin en meşhur tarihçilerinden olan James Morris, Kut’un kaybını “Britanya (İngiltere) askeri tarihindeki en aşağılık şartlı teslimi” olarak tanımlamıştır

Savaşın neticesi tüm dünyada büyük bir ilgi uyandırmış, İngiliz kamuoyu Çanakkale’den sonra bu ikinci ve acı tablodan sonra ayağa kalkmıştır. Bu sonuç İslam âleminde ve Almanya’da büyük bir sevinçle karşılanmış, kötü giden savaşın ittifak kuvvetleri lehine döneceğine inanılmaya başlanmıştır.

Kazanılan bu büyük zafer sonunda Halil Paşa askerlerine yayımladığı bildiride;

“Arslanlar!..

– Bugün Türklere şerefü şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın müşemmes semasında sühedamızın ruhları şadü handan pervaz ederken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.

– Bize iki yüz seneden beri tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren Cenab-ı Allah’a hamdü şükür eylerim. Allah’ın azametine bakınız ki, binbeşyüz senelik İngiliz Devleti’nin tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü oldu. İki senedir devam eden Cihan harbi böyle parlak bir vaka daha göstermemiştir.

– İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale’de, ikinci vakayı burada görüyoruz.

– Bugüne KUT BAYRAMI namını veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü tesit ederken şehitlerimize yasinler, tebarekeler, fatihalar okusunlar. Şühedamız, hayatı ulviyatta, semevatta kızıl kanlarla uçuşurken, gazilerimiz de gelecekteki zaferlerimize gözcü olsunlar.”  demiştir.

Gerçekten de, Halil Paşa’nın bildirisinde yayınladığı gibi, bu zafer 1916 yılından NATO üyesi olduğumuz 1952 yılına kadar ordumuz tarafından Kut Bayramı olarak kutlanılmış ve NATO’ya girişimizde İngiliz baskısıyla kaldırılmış, kaldırılmakla kalmamış, tarihten silinmeye çalışılmıştır.

Esir alınan İngiliz askerleri hemen Bağdat üzerinden Anadolu’ya sevk edilmiş, kumanda heyeti de İstanbul’a nakledilerek savaşın sonuna kadar İstanbul’da tutulmuşlardır.