SEVGÜL EROĞLU

OLMAYA DEVLET CİHANDA BİR NEFES SIHHAT GİBİ…

Şimdi bunu neden yazdım?

Aylardır yürüyüşlere, tırmanışlara kısacası doğaya kavuşamadım. Sebebi de yazılarımda vurguladığım;

Kedi Tırmığı enfeksiyonu…

Haftalarca antibiyotik iğneleri, lenf bezimdeki şişme, özellikle de yoğun inşaat dönemimde bir hayli sıkıntılı anlar yaşattı.

Şükür epeyi toparladım veee Seren ile takıldık bir gruba… Bazı doğa tutkunu tanışların varlığı da keyfimize keyif kattı.

Tırmandık, yürüdük, süründük

Ayağımızın altında, yüksekliği yürüdükçe değişen karların gıcırtısı, kuşların baharı müjdeleyen senfonileri…

Ah oksijen

Ah dağlar

Ah doğa… İşte nihayet kucakladım seni 

Yine.. Yeni… Yeniden

Bu kez cumadan çıktık yola. Kızılcahamam rotamız.

Otobüs yolculuklarında oldum olası uyuyamam. Seren de uyuyamadı. Bir sağa bir sola sabahı ettik. Oteldeki harika bir kahvaltının ardından, yürüyüş kıyafetlerimizi donanıp, ellerimizde batonlar… hadi yallah !!!

27 kişiyiz. 

İlk gün yürüyüşümüze  Kızılcahamam Soğuksu milli parkından başladık. Aramızda her hafta yürüyüp kondüsyonunu sıkı tutanlar var doğal olarak da depar atmaya başladılar bile...

Park içerisinde sarıçam, köknar, meşe ve karaçam ağaçları bulunmakta. En yüksek tepesi 1789 metre rakımlı Arhut tepesi olan Soğuksu Milli Parkında yükseklik 1000–1800 m arasında değişmekte…

Yürüyüş parkurumuz sürekli irtifada olduğu için 1670 rakımlarına kadar çıktık. 

Yükseldikçe karlar karşıladı bizi. Ah kar canım kar diye keyiflenirken hem yükselip hem 60-70 cm karda debelenmek oldukça yorucuydu. Hele de böylesi aylardır hamlamış durumda…

Kısa molaları terimizi soğutmadan verdik. Seyir teraslarının özenle yapılmış hali, ağaç kütüklerinin özenle oturma bankı haline getirilmesi burada bir şeylerin özenle oluşturulduğunu açık ve  net anlattı.

Karaakbaba vadisinde kuşları gözlem üniteleri vardı. Ama onların tepelerde pikeler yaparak, uçurtmalar gibi kendilerini salmalarını izlemek çok daha keyifliydi.

Kocamaaann güzel bir resim…

İlk gün yürüyüşümüzün sonuna doğru yerli bitki örtüsünün tarihi anıtı olan "Fosil Ağaç" bölgesine geçtik. En belirgin örneğinin uzunluğu yaklaşık 250 cm. çapı ise 150 cm. civarındaki oluşum, 10 milyon yıl önce bu bölgede hakim olan volkanizma sonucunda volkanik akıntıların altında kalan ağaçların zamanla silisleşerek taşa dönüşmesiyle oluşmuş. Çok ilginçti. 

Buram buram kokan çağlar öncesi bir döneme döndük.

Yorgunluk mu? Hat safhadaydı tabii… 

Oteller bölgesi, 1700 rakımlı Soğuksu Göleti, Karaakbabalar, fosil ağaçlar derken sabah 9:00 da başladığımız yürüyüşümüz saat 16:00 gibi bitti. 

Biz de bitmiştik. Hem uykusuz, hem rampa hem kar paçavra misali ama çok keyifli bir günün ardından otelde kaplıcaya attik kendimizi.

Kızılcahamam volkanik bir bölge olduğundan, civarda sıcak ve soğuk su kaynakları var ve bu sıcak su kaynaklarından dolayı bölgede birçok kaplıca bulunmakta. Biz de bu nimetten faydalanarak, sıcak suyun yorgun bedenlerimizi rahatlatışını deneyimledik ve erkenden odalarımıza düştük.

Ertesi günü erkenden zımba gibi kalktık. Bu kez rotaaaa

Yaaaylaalar Yaylaalaaarrr

Allahtan tırmanış yoktu karın tadını acayip çıkardık.

Hadi beni bu halde çek, ben yatacam, ben yürürken, hey hadi hep beraber, al sana kartopu….

Kakara kikiri tam gaz devam etti yürüyüşümüz ….

Bu keeeez

1650 rakımla Arkut Dağı Yolundan  başladık. 06 Angara Angara…yaylalara buralara takılıyorlar ohh şahane kar manzaraları ile içinden geçtiğimiz Hacıveli Yaylası

Kız Serooo çeeek beniii… cumburlop atlıyorum karlara ve kayboluyorum. 

Doğada kaybolmuş aşıkları anlıyorum. Güneş ortalığı parlak bir kumaşla kaplamış gibi. Pırıl pırıl

Nefes almanın dayanılmaz keyfi nasıl da düşüyor içimde derin bir yerlere…

Şükrediyorum sessizce keyifle düşmüş kirpiklerimin arasından baktığım dünyaya…

Sanki bilinçle doğmuş bebeğin ilk şaşkınlığı çöküyor üzerime!

Ohoooo

Millet almış başını gitmiş. Biz Sero ile hala karlarla bütünleşmekteyiz.

Slalom yapan yavaş kayakçılar gibi ormanı iki yanımıza alarak devam ediyoruz ve Seviller Yaylası’na ulaşıyoruz. Buz tutmuş göl, bizi yeniden başka bir arıtmiye sokuyor. Güneş var kar var göl var derin bir üçboyutun hem içinde hem  dışındayız.

Bu kadrajı ezberleyip, yaptığım mekanlarda kullanmalıyım. Doğanın eşsiz uyumu, renk ve biçimlerin dansı enfessss !!!

Tekrar yola düşmemiz, yürüyüşümüz, kısa sohbetlerimizle vardığımız Sofular Yaylası’ndan geri dönerek bu kez 1800 rakımlı Arkut Dağı Kayak Merkezi ve Kayak Okulu’na çeviriyoruz rotamızı.

Orada çok kalmadan araçlarımıza binip İstanbul’a doğru, bu oksijeni ve doğayı arkamızda istemeyerek bırakarak yola çıktık.

Ancak ;

9-10 Mart ve 12-13 Mart’ta Türkiye Kayak Federasyonu yarış takviminde belirtilen iki yarışa ev sahipliği,  9-10 Mart’ta Kayaklı Koşu Türkiye Şampiyonası, 12-13 Mart’ta ise Kayaklı Koşu Balkan Şampiyonası yarışlarının  yapılacağı Gerede Arkut Dağı Kayak Merkezi, şaşırtıcı şekilde İsviçre’nin bir dağ kayak okulu niteliğindeydi.

Haydi herkes dağa… Kötülüklerden arınmaya…