SEVGÜL EROĞLU

Marmara Denizi'nde Prens Adaları diye bilinen ada topluluğunun içinde İstanbul’a en yakını, en sakini…

Huzuru kucaklayabilirsiniz… Martılar mı onlar orayı yüzyıllar içinde çoktaaan keşfetmişler…ÜzerimizdeKİ yükleri fırlatıp attığımız bu günlerde mimozası mor salkımı erguvanı ile mistik ritüeller sunan canım İstanbul’un baharı da ayrı güzel koca ayol bu Constantinopolis’ in…. 

Büyüklük olarak bakınca diğerlerine göre  dördüncü sırada… bir ucundan bir ucuna yürüyerek yarım saatte gidersiniz. (1.356 kilometre kare büyüklüğünde )

Hadi bilmeyenlere biraz bilgi vereyim; 

Prens Adaları, İstanbul ya da  Kızıl Adalar Anadolu yakasının güney kıyıları açıklarında, Marmara Denizi’nin ise kuzeydoğu kesiminde yer alan takım adalar

Büyüklü küçüklü 9 ada ve kıyıya yakın iki kayalıktan oluşan takım adalar İstanbul ilinin bir ilçesini de (Adalar) oluşturuyor. 

Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada ve Sedefadası (Sedefadası’na vapurlar gitmiyor bu arada) Bu adalarda yerleşim var ancak Sivriada, Yassıada, Kaşık Adası ve Tavşan Adası’nda sürekli bir yerleşim bulunmamakta. Kıyıya yakın kayalıkların (Yıldız ve Dilek kayalıkları) yıllar önce depremde batmış olan Vordonos Adaları’nın zirveleri olduğu söyleniyor.

Adalar turizm kaynakları şöyle bir bilgi veriyor;

‘Antik dönemde takımadalar Demonisia, Halkın Adaları olarak anılıyordu. Bizans döneminde ise bazı Adalar’da inşa edilmiş olan manastırlara ithafen, Papadonisia, keşişlerin manastırı olarak biliniyordu. Bu manastırlar buraya sürgün edilen ve bazıları Konstantinopolis'e asla dönememiş olan imparatorlar, imparatoriçeler, patrikler sayesinde ünlenmişlerdir. Bizans tarihçisi Kedrenos'a göre, 569'da İmparator II. Justin (565-78) kendisine Adalar’ın en büyüğünde bir saray ve bir manastır inşa ettirmiştir. Daha önce Megale, ya da Büyük olarak bilinen bu ada imparatorun yerleşmesinden sonra Prinkipo, Prens'in Adası adını almıştır. Daha sonra takımadaların tamamı Prinkiponisos, Prenslerin Adaları olarak anılmaya başlamıştır.

Bizans döneminde Konstantinopolis büyük surlarla korunurken Adalar terk edilmiş ve düşman kuşatmaları sırasında tahrip edilmiş. Bu durum yedinci ve sekizinci yüzyıllardaki Arap istilaları sırasında, İstanbul'un Venediklilerce ve 1204'te Dördüncü Haçlı Seferi şovalyelerince yağmalanması sırasında ve II. Mehmet önderliğinde Osmanlıların Bizans'ın başkentini ele geçirmesiyle sonuçlanan saldırıları sırasında da sürdü. Adalar Osmanlı egemenliği altında güvendeydi ancak 1807'de Sir John Duckworth önderliğindeki İngiliz Donanması filosu Çanakkale Boğazı'ndan Marmara'ya geçmeye çalıştı ve Kınalıada'da demirledi ve Ege'ye doğru yol almadan önce on bir gün boyunca adayı bombaladı. Bizans döneminde Burgazada, Heybeliada ve Büyükada'nın nüfusunun neredeyse tamamını Rum balıkçı ve denizci aileleri oluştururken, Kınalıada'da Ermeniler çoğunluktaydı. Osmanlının son dönemlerinde ileri gelen Türk ve Musevi aileler bazı yabancı diplomat ve iş adamlarıyla birlikte Büyükada başta olmak üzere Adalar’a yerleşmeye başladılar. Adalar’da halen önemli Ermeni ve Musevi toplulukları ile Rumlar var ama günümüzde ada nüfusunun büyük bölümünü Türkler oluşturuyor.’

İlk kez adalara 18 yy.'da vapur seferleri başlamış. (Bunlar kürekle çekilen büyük kayıklar adları Pazar Kayıkları) daha sonra küçük  buharlı gemiler ve  ardından da 19. yy.'ın ikinci yarısının başlarında Şirket-i Hayriye'nin Adalar’a düzenli vapur servisi koymasıyla birlikte büyük buharlı gemiler adacı olmuşlar. Sürekli ya da yazın oturanlarla birlikte adaların nüfusunun artmasıyla nüfus doğal olarak patlamış. E malum bu da otel taleplerini arttırmış.

  

Kınalıada, adını doğusunda denize dik duran kumtaşı uçurumlarının renginden alıyormuş. (Rumlar adaya Proti ya da şehre en yakın ada olduğu için Birinci diyorlar.) Aziz John Covel- Galata'daki Levant Şirketi vaizi -1676 ve 1677 'de Adalar’a peşpeşe yaptığı ikinci yolculukta köyün yıkıldığını ve terk edildiğini ve buna neden olan felaketin ne olduğunun bile belli olmadığını görmüş. 26 Şubat 1677'de yazdığı notlardan biri ise şöyle;

‘ Chalcis [Heybeliada]'dan ayrıldık. Antigono [Burgazada]'yı geçtik, Proti [Kınalıada]'ya geldik. Burada bir köy yok, sadece tepede kurtarıcımız Haghios Sotir'e adanmış bir manastır var. Adanın tümü onlara kalmış. Toprak kayalık ve kurak olduğu için üzüm bağları yok. Büyük kısmı yok edilmiş, bir de stavromenos'u, Athos Dağı'ndakine ait bir manastırı var. Burada yaklaşık on, on beş kaloyeri [rahip] bulunuyor. Mandralarında [sığır ağılı] çok hoş bir koyun sürüleri ve otuzun üzerinde oğlak yavruları var. Zeytin, keten ve hububat tarlaları var. Doğu kanadında bir havuzcuk var ama su çok iyi değil, yıl boyunca da dayanmıyor, sadece yağmur ve kar suyuyla besleniyor, bir sarnıç gibi görülmemiş ve korunmamış. O kanatta bir kasaba varmış, ama şimdi yerle bir olmuş. Bu Adalar’da kuyular ve sarnıçlar, ve içilebilecek su var."

Covel'in tarif ettiği manastır Kınalıada'daki Bizans döneminde kurulduğu bilinen manastırlardan biri. Vapur yanaşırken tepede dikkatinizi çekiyor zaten. İçine giremedim. Kapalıydı. Bu manastır, Hz. İsa'nın Başkalaşımı'na (Transfiguration) adanmış ve içlerinde birkaç Bizans imparatoru ve imparatoriçesi de bulunan pek çok seçkin sürgüne ev sahipliği yapmış.

Kınalıada'nın kuzeydoğuda Çınar Tepesi (115 metre), merkezde Teşrifiye Tepesi (110 m.) ve güneyde Manastır Tepesi olmak üzere üç tepede…Ada şehre yakın olarak bilinirken en kurak olanı diye de biliniyormuş. Şimdi kurak murak değil bu arada yemyeşil…

Prens Adaları Bizans döneminde din adamlarının  inziva yeri, önemli şahsiyetlerin  sürgün yeri (bunların en bilinenleri 780’de imparator VI Konstantinos’un annesi İmparatoriçe Erine ile Malazgirt Savaşında tutsak edildikten sonra serbest bırakılan Romen Diyojen) ve İmparatorlar yazlık olarak kullanmışlar. Bizans İmparatorları tarafından başlatılmış, 18.yy. sonlarında  İstanbul’da yaşayan Fransızların öncülüğünde bu akımın tekrar canlanmış,2. Dünya Savaşından sonra çeşitli  kesimlere mensup  zengin sınıfların tekrar adaya yönlenmişler.

Çok güzel ahşap konaklar var- her ne kadar saçma sapan yapılaşma da olmuşsa da- özel bir doğa…martı sesleri ise sessizliğin bir parçası gibi…

Adanın sol tarafında salaş, baraka cinsinden yerleşimler var. Özel mekanlarını kendi çabalarıyla güzelleştiren cephelerle, o lüks diye gözümüze gözümüze sokulan yapılaşmanın uzak olduğu basit ama huzur dolu bir yol var. Solunuzda ise Burgazada ve denizin keyfiyeti… Yaz aylarında kahvaltı veren bir iki masa kıyıda foş foş denizle kucaklaşmakta…

Ada nüfusu yazın artıyor. Pansiyon tarzı konaklamalar sakin arayanlara bir nebze de olsa hitap edebiliyor.

Hımmm… Kimler geldi kimler geçti dersek…

Prens Adaları’nda yaşamış şair ve yazarlarının olması güzelliklerinin de bir göstergesi. 

Burgaz, hiç kuşkusuz Sait Faik Abasıyanık’sa (yıllar önce yazmıştım. Sevgülce linkimden bulabilirsiniz)  Heybeli, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Büyükada ise Yahya Kemal Beyatlı demekse Kınalı, Fazıl Ahmet Aykaç’ı  akla getirir.

Coğrafyalar değil midir ki  insanları şekillendiren…