İbrahim Güray AYTEKİN Özel Haber Araştırma 

Osmanlı'da birçok idam çeşidi vardı. Çengele geçirmek, iple boğmak, kafasını kesmek ve kurşuna dizmek bu çeşitlerden bazılarıydı. Bu zorlu mesleği yapan kişilere "Üstâdân-ı Dîvân-ı Hümâyûn" veya "Meydân-ı siyâset ustaları" bizim bugün bildiğimiz isimle 'cellat' denilirdi. Mecazen, merhametsiz, zalim, gaddar, hunhar Anlamlarını bir arada taşımaktadır.

Osmanlı döneminde idamına hükmedilen kişi, bir bahaneyle saraya davet edilir, Arz Odası’nda huzura çıkartılırdı. Padişah iki elini şaklatıp “Bostancıbaşı” diye gürlediğindeyse davetli, bunun hayatındaki son davet olduğunu anlardı. Osmanlı’da saraya davet, bazen ölüme davet anlamına gelirdi. Sadece padişah tarafından atanan ve başka hiç kimseden emir almayan Bostancıbaşı, cellâtların âmiriydi.


Evliyâ Çelebi’nin Seyahatnamesinde “Billah hiç birinin çehresinde nur kalmamış zehir gibi âdemlerdir” diye bahsettiği Meydân-ı Siyâset Ustaları’nın ne iş yaptıkları bilinse de, bilinmeyen pek çok yanları vardı.Seyyah Evliya Çelebi Osmanlıda Cellat olan ve  Ölüm melekleri olarak bilinen infaz memurlarını şu şekilde ifade etmiştir…

Pirleri Eyüb Basrî hazret huzurunda Selman-ı Pak belini bağladı. Şerr-i Resûl-i müberrâ nasr-ı kat'-i fermân-ı Rabbü'l-izzet huzur-Resûlde ibtida bunlar bir katili seyf-i Ali ile katl ettiği için cellatların piridir ve daima şer' ile katle müstehak olub pâk-ı gasl edip meydan-ı siyasete götürüp günagün teselli ile tecdîd-i imân getirdüb ve şehâdet-i kelime-i söz getirdüb yönünü kıbleye müteveccih edib bir kere sağ eliyle katlolunacak kimsenin başını sıvayıp herif mebhut oldukda besmele ile kılıcı iki eline alıp mücrimin kellesini teninden cüdâ eder deyü ruhu için Fatiha-i şerîf tilâvet edib cümle huzzâr-ı meclise maktulün yanında nasihat edib 'Bu adamdan ibret alın' deyü va'z-ı nasihat ederdi.

Yüz yetmiş beşinde merhum olub bizzat Muaviye hazretleri meytini getirdib Şam-ı Şerîf'de Paşa Sarayı'nın kapısı civarında defn edüb üzerine bir kubbe inşa ettiğini anlatmaktadır.

Cellatlar Osmanlı'nın kudretli olduğu 15'inci yüzyılda kullanılmaya başlanmış ve başta devlet adamları olmak üzere idam cezasına çarptırılan her kimse ölümü cellatların elinden oldu. Vezir ve kazasker gibi devlet büyüklerinin idamında bulunan cellatbaşları padişahın idam fermanını kurbana okur, daha sonra da son görevini yerine getirirdi. Cellatların mezarlarının pek çoğunda isim yazılı değildir; doğum tarihleri vb. hiçbir bilgi mezar taşlarında yoktur.

Buradaki amaç ise zaten dua alamayan cellatların üstüne bir de ismi üzerinden beddua almamalarıdır. Aynı zamanda cellatların yakınlarının da hayatı bu şekilde korunmak istenmiş. Eyüp Mezarlığı'nın en eski isimleri aslında cellatlar mezarlığı dır. İstanbul 'un ücra tarafında kaldığı yıllarda buraya gömülmüşlerdi. Cellatların uzak yerlere naaşlarının defin edilmesi nedeni ise halkın cellatların mezarlarını yakınlarında görmek istememesiydi.

Osmanlı’da Cellatlık görevi yapacaklar  Bostancı Ocağı'na bağlı bir ocaktan yetişmekteydi, genellikle o dönem Hırvat ve Çingeneler arasından seçilirdi. Cellatların en önemli ortak noktası ise hem sağır hem de dilsiz olmalarıydı. Cellat olacak kişilerin işe başlamadan önce dilleri kesiliyordu. Bundaki amaç cellatların idam ettikleri şahsın son çığlıklarını duymasını engellemek ve yaptığı işten olumsuz yönde etkilenmesini önlemekti. Cellatlar özellikle acıma duygusunu yitirmiş kişiler içinden seçilmektaydi.

infaz işlemi sadece Cellat Çeşmesi önünde gerçekleşmez, Balıkhane Kasrı'nda kementle boğularak mahkum öldürülür, ardından cesedinin ayağına taş bağlanması itibariyle denize atılırdı.

Yeniçeri Solak Hüseyin, malum çeşmenin önünde gerçekleşen bir vakayı şöyle anlatmıştır;

‘’Davud Paşa'yı Kapucular Odası'ndan (Kapuarasu) çıkarub çeşme önünde Siyaset Meyda'nda çökertdiler. Cellad  ileri gelüb Davud Paşa'nın başından bin naz  ve istiğna  ile dülbendini çıkarub  kâh kolunu sığayub kâh kılıcı çıkarub omzundaki peştemaline silüb oyalanırdı.
Bu mahalde Sadrazam muzhzır ağayı gönderib 'Tiz padişahın emri yerüne gelsün boynu urulsun!' diye muhzır gelüb cellâdı yerinde bulamadı, cellâdı bekledi.
Cellâd geldiğinde 'Nerede idin?' deyince 'Diğer kılıcı getürmeğe gitdim!' dedi. Muhzır ağa 'Tiz imdi maslahatın gör!' dedi.
Cellâd 'Emir padişahın' deyüb kılıcı kınından çıkarub Davud Paşa'nın başı üzerinde döndürüb, Davud Paşa'nın başına indirmek üzere iken ihsan - dîdeler 'Sakın urma!' diye çağışırışub diğer cumhur 'Elbette ur' diye çağrışdılar.’’

Osmanlı tarihinde uzun iktidarına rağmen en az idam cezası uygulayan Sultan Abdülhamid, halk arasında kötü bir üne sahip bu çeşmeyi söktürerek yerine yeni bir çeşme taktırmıştı. 

Cellatların arasında da rütbe esastı. Örneğin devlet adamlarının idamı söz konusu olduğunda bunu sıradan bir cellat değil, cellatbaşı ismindeki bostancıların lideri gerçekleştirirdi. İdam kararı alınan kişi önce Topkapı Sarayı'nda bulunan Cellat Çeşmesi'nin önüne getirilir burada cellatın kılıç darbesiyle infaz gerçekleşirdi.

İdam edilecek şahıs, İnfaz  İstanbul dışında bir bölgede gerçekleşmiş ise, kesilen başının bozulmaması için bal dolu bir torbaya konulurdu.

Çeşmenin önündeki taş ise infaz edilen kişinin ibret alınması için kellesinin sergilendiği seng-i ibret taşıdır.

Cellat Çeşmesi, adını cellatların idam sonrası kanlı kılıç veya baltalarını yıkadığı çeşme olması nedeniyle almıştır.

Saray bürokrasisine göre infaz uygulanırdı. Vezirler, sadrazamlar, devlet adamları genellikle boğdurulur, sıradan şahısların kılıçla başları vurulurdu. Daha sonra torbaya konulan mahkumun kellesi sultanın huzuruna öylece getirilir, bir tepsi içinde padişaha gösterilip, ibret taşına konulur, üç gün teşhir edilirdi.Bu nedenle özellikle devlet adamlarının pek çoğunun çift mezarı bulunur; zira başı bir yerde bedeni ise yine başka bir yerde gömülü olurdu.

Osmanlı hanedan kanı  kutsal sayıldığından  infaz işlemi hanedan mensupları söz konusu olduğunda infaz kan akıtılmadan gerçekleştirilirdi O nedenle farklı muamele ile infaz gerçekleştirilirdi. Hanedan mensuplarının kanı akıtılmaz, boğdurularak idam edilirlerdi. Özellikle Osmanlı şehzadeleri yay kişiri ile boğdurulur, infaz bu şekilde gerçekleştirilirdi.

Osmanlı'da çeşitli işkence yöntemlerinden biri mahkumları yağlı kazığa oturtma yöntemiydi. Bu yöntem ile cellatlar mahkumun canını hemen almazlar ona acı çektirerek ve daha uzun süre içinde alırlardı.

Dünyanın en ünlü celladı Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşayan Zülfikar adlı cellattır. Zülfikar hem sağır hem disiz ama oldukça güçlü iri yarı biridir. Günde ortalama 3 kişinin kellesini almaktaydı. Zülfikar yılda en az bin kişinin kellesini alan bir cellattı. Osmanlı Padişahı Dördüncü Murat döneminde sadece 5 yıl içinde 5 bin kişinin başını vurmuştu. Zülfikar bugün Osmanlı'nın karanlık bir yüzü olarak hatırlanmaktadır...

Osmanlı devletinin askeri disiplini ile yetiştirilen ve cellatbaşının nezareti altında devlet cellatları yetiştirilmiştir. Cellatlarda kendi aralarında kıdemlerine göre as ve üs olarak sınıflanır sıradan mahkumların infazını as rutbeli celletlar yapabilirken önemli kişilerin infazını Cellat bası ve üst rütbeli cellatlar gerçekleştiriyordu.

Osmanlıda ünlü cellatlardan biri de Kara Ali adlı cellattır. Kara Ali'nin öldürdüğü kişilerden biri de Şair Nefi idi. Evliya Çelebi ise efsanelerin aksine Kara Ali'yi şu sözlerle tarif ediyor;

‘’Neuzubillah, çehresinde nur kalmamış zehir gibi bir adamdı. Yaz-kış kolları sıvalı, göğsü bağrı açık gezer.
Suçlu, masum, genç, ihtiyar,  haydut, vezir, âlim, Müslüman, Hristiyan, kadın, erkek fark etmez onun için. Yalnız kement geçirilecek boyun, satır çalınacak ense vardır. Hatta birçok defa, idam ettiği adamın kim olduğunu bile sorup öğrenmez, merak etmez. Amiri olan Bostancıbaşı'nın 'Boğ' dediğini boğar, 'Vur' dediğinin başını uçururdu.’’

Osmanlı dönemindeki en tartışmalı idam cezası üstelik temel kaidesini  büyük İslam alimlerinin fetvaları ile perçinleyen hiç şüphesiz Fatih Sultan Mehmet döneminde yasalaştırılan 'Kardeş Katli' kanunudur.Bu uygulama hiçbir günahı yokken ve daha kundakta bebek olmasına rağmen bazı şehzadelerin idam edilmesine neden olmuştur. Fatih, bu kanunu şu sözlerle yasalaştırmıştı;

‘’Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âlem içün katl etmek münâsibdir. Ekser ulemâ dahi tecviz etmişdir. Anınla âmil olalar.’’