SEVGÜL EROĞLU

İSTANBUL

 

İşte size iki Aytepe Orman’ı fotosu…
Derler ya, iki resim arasındaki 12 farkı bulun.
Detayları boşverin!
Çok basit ama çok büyük bir fark var; Biri sarı diğeri beyaz!
Sonbahar yapraklarının konfeti gibi üzerimize düşüşünün üzerinden en fazla bir ay geçmişken bu kez, beyazın en güzel halinde ormanı ışıl ışıl bırakan bir örtü kaplamıştı her yeri…
Aytepe’yi anlatmak değil de o parkurda kar yürüyüşün tadı zihinlerde kalan izlerini paylaşmak istiyorum.

Kar ve Hatıralar

Kar yağıyor, yine kar, yine kar, yine mahşer gibi kar.
Sanki güller içinde gülen taze kadınlar,
Bana beyaz buseler, beyaz buseler yollar;
Sanki güller içinde gülen taze kadınlar.
Bir rüya görür gibi gözümde sevinçler var.
Beyaz bir sükut işte: kar yağıyor, kar, kar, kar;
Sanırım ki uçuyor gözümde hatıralar.
Beyaz bir sükut işte: kar yağıyor, kar, kar, kar…
Cahit Sıtkı Tarancı


Hazan mevsiminin aksine yağan konfeti, kardı. Bembeyaz, buyrun hayatınıza beyaz bir sayfa açtım tüm kötülükleri kapattım dercesine…
Hani o kar logosu vardır ya elinizin üzerine konupta sizinle iletişime geçerse işte o logoyu çok net seçersiniz… Neler anlatır neler…
Aytepe’de kar her şeye inat yağmış da yağmış ve insanın dışını üşüten, içini ise sımsıcak duygulara bırakan halini almıştı.
32 kişi egzotik doğunun karnaval ejderhaları gibi hareket ederek beyazın üzerinde enfes bir iz bırakıyorduk. Ne hızlı ne yavaş…
60-70 cm lik karda en önde yürüyenin vay halineydi çünkü hiç yol açılmamışken yumuşak karda yürümek oldukça zordu.
Bu kez hedefimiz öyle 10 km lerin üzerinde değil, anın her şeklini keyifle çıkarmaktı. Bilindiği gibi; Karda yürüyüş hele de yüksekliği diz kapağınızı geçiyorsa zordur.

Açtıgımız yolda ilerlerken ne birbirimizi yavaşlattık ne de sollayabildik. Ekip sanki daha önce prova yapmış gibi harika bir uyum içinde saatlerce yürüdük.

Elif Tanrıyar’ın karla ilintili güzel bir derlemesi var.
Paylaşmak yerinde olacak…


“Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum,” der Nâzım Hikmet. Kar yağar ve bizi çoğu zaman başka bir dünyaya taşır. Hayat bembeyaz bir sayfaya dönüştükçe, biz de o sayfayı hatırladıklarımızın mürekkebiyle boyarız. Kar, tıpkı bize belleklerimizde yaptığı gibi edebiyatı da harekete geçirir, onu heyecanlandırır. Bazen tekinsizlik ve karanlığın, bazen çocuksu bir neşe ve yenilenmenin, ancak çoğu zaman sonsuz metaforlarla genişleyip açılan, düpedüz sihrin timsalidir kar edebiyatta. Bazen olaylara sessiz bir fon, bazen bir ilham kaynağı, bazense düpedüz diğerlerinden rol çalan bir ana karaktere bürünür.


Sessizliğiyle konuşur kar. Ona baktıkça, dinledikçe bize ayna olur. Suskunluğuyla asıl bizi konuşmaya, içimizi dökmeye kışkırtır ve çoğu zaman da bir arınma sunar. Tıpkı Orhan Pamuk’un Kar’ında  (İletişim) da gördüğümüz gibi… “Karın sessizliği, diye düşünüyordu otobüste şoförün hemen arkasında oturan adam. Bu bir şiirin başlangıcı olsaydı içinde hissettiği şeye karın sessizliği derdi. (…) Kar rüyalarda yağdığı gibi uzun uzun, sessizce yağarken cam kenarında oturan yolcu yıllardır tutkuyla aradığı masumiyet ve saflık duygularıyla arındı ve kendini bu dünyada evinde hissedebileceğine, iyimserlikle inandı.”


Japon Edebiyatı’nın güçlü isimlerinden Yasunari Kavabata’nın Karlar Ülkesi’nde (Cem) ise bir kentli erkeğin, ülkenin karlarla kaplı bir bölgesine çıktığı yolculukta tanıştığı geyşayla yaşadığı aşkın aracılığıyla aslında kendi kalbindeki ‘karlı ülkeyle’ tanışmasına tanık oluruz. “Tren uzun bir tünelden çıkıp karlar ülkesine girdi,” diye başlar bu güzel roman. Ve biz de yalnızca nefis kar manzaralarını değil, asıl olarak bir yürekteki buza kesmiş peyzajı izleriz bir anlamda…”


Başta Argun Baydan olmak üzere tüm Trekinturkey Ekibi’ne, bu rüya gibi  günü yaşattıkları için çok teşekkür ediyorum.

Hayatınızda açtığınız beyaz sayfalar olsun.
Sevgiyle kalın…