Her ülkenin kendine has problemleri vardır. Toplumun gelişim seyrine ve günümüz şartlarına göre bir takım değişiklikler olabilir. Bu değişiklikler, akademisyenler ve idareciler tarafından ülkenin menfaatlerini düşünerek yapılır. Ne yazık ki Türkiye’de bu sorunlar iç dinamikler tarafından ele alınmayıp, tozlu raflarda bekletiliyor. Sorunlar büyüdükçe ve çoğaldıkça asıl meseleler geri plana itilip, dış güçlerin dayatmaları ile bazı suni meseleler önümüze koyuluyor. Son yıllarda özellikle AB kaynaklı olarak önümüze koyulan maddeler var. Bunlardan bir tanesi Türkiye Cumhuriyeti aleyhine ve varlığımızın meşruiyeti haline getirdiğimiz LOZAN antlaşmasını delecek olan vakıflar kanunudur. Türkiye üzerinde içerideki bazı bürokratların işbirliği ile oluşturulan yapı AB’nin bir takım mekanizmaları ile hareket etmektedir. Vakıflar kanunu 59. hükümet döneminde gündeme getirilmiş olup eski Cumhurbaşkanı Sezer, mevcut 8 maddesini gerekçe göstererek veto etmişti. Cemaat vakıfları ve azınlık diye isimlendirdiğimiz vakıflar yeni azınlıklar ortaya çıkartıyor. Bu da bazı çelişkileri meydana getiriyor. Çünkü söz konusu azınlıkların pozisyonunu belirlemek amacı ile Lozan’da maddeler oluşturulup imzalar atılmıştı. Ama mevcut tasarı yeni azınlıklar ortaya çıkartıyor. Bu tasarı aynen yasalaşırsa Yehova şahitlerini bile desteklemek durumunda kalacağız. 1952 Yılından bu güne kadar bazı dış güçler bir liste belirlemiş ve her dönem Başbakan’ın önüne koyuyorlar. İlk hazırlandığında altı madde iken yıllar geçtikçe ekleme yapılarak Başbakanın önüne getiriyorlar. Halbuki Devletler arşivlerinde geçirmiş oldukları travmaları unutmamalıdırlar. Türkiye’de tarih tekerrür ettirilmeden kurtarılmalıdır. Bu bir evham değildir! Ülkemizde ise tarih tekerrür ettirilmek isteniyor. Eğer bu topraklarda kalıcı devlet olarak yaşamak istiyorsak vakıflar kanununu mevcut hali ile meclisten kesinlikle geçmemelidir. Mevcut hali ile geçecek olan vakıflar yasası bize Lozan antlaşmasını bile aratabilir. Yabancı vatandaşlar ülkemizde vakıf kurabilecek, mal mülk edinebilecek. Önceden şubelerine müsaade ediyorduk. Şimdi ise asıl işlevleri ile gelecekler. Yabancı vakıflar o ülkede casusluk faaliyetleri de yapmaktadırlar. Toplumda sosyal, siyasal, dinsel, kültürel çalışmalar yaparak o ülkenin milletini devşirmektedirler. Ayrıca LOZAN’ da kabul edilen azınlıklar ile ilgili maddelerin aynısı Yunan makamlarınca da uygulanacaktı. Kanun hazırlayıcılara soruyorum; Yunanistan’da, Batı Trakya’da Türklerin durumu ülkemizdeki azınlıkların statüsü ile eşit mi? Batı Trakya’da TÜRK kelimesi bile yasak. Resmi yazışmalarda TÜRK kelimesi yerine Müslüman Azınlık ibaresi kullanılmaktadır. Mevcut kanun aynı hali ile yasalaşırsa cemaat vakıfları da azınlık statüsüne alınmış olacak. Mesela İstanbul’un Beyoğlu semtinde İstiklal caddesinin tümü gidebilir. Peki üçüncü şahısların elinde olan gayrimenkulün fiyatı nasıl belirlenecek? Bu yasa neden gündeme getiriliyor? Kim var arkasında? Vakıflara devlet içinde devlet olma fırsatı veriliyor! Düşünün Kürt vakfı kuruldu ve paraları da var sürekli gayrimenkul alıyorlar. Bir mahalleyi kendilerine ait olarak tescilleyebilirler. Ne yapacaklarını siz anlayın… Aynı fener patriğinin yaptığı gibi çıkacak yasaya güvenerek nerede ise balat semtinin yarısını başkaları üzerine satın aldılar. Yasa çıkar çıkmaz üzerlerine geçirecekler! Şehirlerimiz içerisinde kurtarılmış mahalleler inşa ediyorlar! Osmanlı döneminde toprak satışı yasaktı ve azınlık vakıfları tesis kuracağı zaman toprak kiraya verilirdi. Bunlara “mukatalı vakıflar” denirdi. Yani toprak bize ait tesis onlara! Devletin arşivlerinde MUKATA’lı vakıfların listesi var. Açıklanırsa Türkiye’deki azınlık vakıflarının malları olmadığı ortaya çıkacaktır. Türkiye’de 5000 vakıf olduğu ifade ediliyor denetleyici sayısı ise sadece 58 kişi .Olacakları siz düşünün! Yasalarla çözülüyoruz!