Muhterem okuyucularım İbrahim Hakkı KONYALI’nın hayat hikâyesinde; Arşiv tarihimizden kısaca bahsedeceğim. Amacım bir dönemi ve zihniyetini kendi şartlarına uygun hatırlatmaktır.
ARŞİV TARİHİMİZDEN:
Bilindiği gibi her millet, bir tarihi mirasın sahibidir. Bu tarihi mirasın çok önemli bölümünü arşivler, kütüphaneler, eski eserler gibi maddi ve manevi kültür varlıkları teşkil eder. Millet olabilme ve kalabilmede, şüphesiz bu kültür varlıklarının büyük önemi ve yeri vardır. Sahip olunan kültür varlıklarının nesilden nesile intikali, bunların muhafazası ve değerlendirilmesi ile olur.
Geçmiş ile günümüz arasında bağlantı kurmak gibi görev üstlenen arşivler; Bir ülkenin tapu senedi, bir milletin kimliği, hatıratı, bütün varlığı, hakları ve özellikleri ile onu geçmişinden bugüne ve bu günden yarınlarına bağlayan temel dayanağıdır.
Arşivler, devletlerin ve milletlerin haklarını ve milletler arası münasebetlerini belgeler ve korurlar. Kültür, müşterek mazinin ürünüdür. Türk kültürü, Türk Milleti’nin tarih sahnesine çıkışı ile başlar. Binlerce yıldır, ekmeği, katığı gibi doyurur besler. Millet olarak ayakta tutar. Bir milletin büyüklüğü, günümüzde politik sınırlarıyla birlikte kültür varlıkları, zenginlikleri, milli birlik ve bütünlüğü ile de ölçülmektedir.
Türk idare ve kültür hayatında arşivlerin çok eskiye giden tarihi, Türkistan Türklüğüne kadar uzanmaktadır. Çok köklü ve zengin kültüre sahip Türk Milleti, tarihinin ve milletinin arşivlerine de sahip olmuştur. Uygur Türklerinin şehirlerinde; Zengin kütüphaneler, resmi daireler, noter ve gümrük teşkilatı, mahkemeler ve resmi evrakın muhafaza edildiği arşivleri bulunmaktaydı. Anadolu Selçuklularından ve diğer Türk devletlerinden devam eden eski bir devlet geleneği olarak, daha ilk devirlerden itibaren, Türklerde arşiv fikrinin var olduğu bilinmektedir. Osmanlı Devletinden devralınan büyük ve şerefli mirasla, bugün dünyanın en zengin arşiv potansiyeline sahip ülkelerden birisi durumundayız.
İstanbul'un fethinden sonra ilk arşiv Yedikule'de idi. Sonra Atmeydanı'na nakledildi. Defterhane Hazinesi, Dîvân toplantılarının sürekli ve düzenli yapıldığı devirlerde, Topkapı Sarayı'nda Dîvân'ın toplandığı Kubbealtı Dairesi’nin yanı başındaki Hazine-i Âmire'de yani devletin hazinesi ile birlikte saklanırdı. Dîvân günleri burası hazinedâr başı tarafından sadrâzamın mührüyle mühürlenip kapatılır ve yine bizzat sadrâzamın huzurunda açılırdı.
Defterlerin korunması hususunda gösterilen bu ihtimam ve titizlik, en canlı ifadesini Sultan III. Mustafa (1757–1774) devrine ait bir fermanda bulmaktadır. Özellikle fonksiyon itibarıyla bu günkü Bakanlar Kurulu'na benzeyen Dîvân-ı Hümâyûn'a âit mühimme, ahidnâme, nâme-i hümâyûn ve şikâyet defterleri ile ruûs-u kuyûdât defterleri, Osmanlı Bürokrasisi için hayatî öneme sahip kayıtlardı. Zira bu fermanda açıkça zikrolunduğu gibi bu defterler devletin hazinesi mertebesindedir. Tek harfine bile zarar gelmesinin hesabını kimsenin veremeyeceği ifade edilmektedir. Nitekim defterleri, "Devletin Hazinesi" olarak vasıflayan bu anlayış, aradan takriben yüz seneye yakın bir zaman geçtikten sonra bile terk edilmedi, Sultan Abdülmecid (1839–1861) döneminde, modern anlamda Bâb-ı Âlî'de inşa edilen arşiv binasına "Hazîne-i Evrâk" adı, idarecisine de "Hazîne-i Evrâk Nâzırı" unvanı verildi.
Osmanlı devletinde yüzyıllar boyunca ve devrinin bürokratik sistemine göre teşekkül edilen arşiv malzemeleri, XVIII nci yüzyıla kadar titizlikle muhafaza edildi. Bu tarihten sonra araya giren harpler, ihmal, ilgisizlik ve elverişli olmayan muhafaza şartları yüzünden, arşiv malzemelerinin bir kısmı maalesef asırların tahribine uğradı.
Devam edecek!..
[email protected]
Yorumlar