Dünya politikasının önemli gündem maddelerinden birini oluşturan Afganistan’da, Taliban yönetiminin ülkenin kontrolünü tamamen ele geçirmesi, Türkiye dış politikasında ve uluslararası siyasette büyük yankı buldu. Söz konusu krizin derinleşmesi ve çeşitlenmesi halinde; bölge ülkeleri, Afganistan dosyasında geçmişte formüle edilen ve gelecekte düşünülen dış politika kararlarını gündeme taşır mı, tarafımca merak konusu. Afganistan’da yeni bir siyasi sistemin oluşturulmaya çalışılması sürecinde, diğer devletlerin Afganistan ile ilişkilerini eski düzendeki gibi sürdürmeleri mümkün olabilecek mi, bu da merak ettiğim başka bir konu. Siyasi bir istikrarsızlığa ve iç savaşa sürüklenmiş bir Irak, bir Afganistan noktasında; hükümet dışı aktörlerin ve çeşitli terör gruplarının arka planlarını, hedef seçimlerini belirleyen etmen olan ideolojilerini ve dinamiklerini konuşurken; tam ve doğru bir tablo çizilmek zorunda! Meseleyi bu minvalde, bölgesel ve küresel ölçekte değerlendirirken, iç ve dış aktörlerin revizyonist hamlelerini Araştırmacı-Yazar; Celal Tahir ile analiz ettik.  

İNGİLTERE, UZUN ZAMANDIR BİRÇOK MESELEDE OLDUĞU HALDE KENDİSİNİ YOKMUŞ GİBİ GÖSTEREREK ÇOK USTALIKLI BİR SİYASET İZLİYOR!

Taliban’ın yönetimi ele geçirmesinden sonra Afganistan’daki değişim süreci evreleri, bilhassa dış politika alanında; Ortadoğu siyasetinde ve küresel siyasette açık bir biçimde gözleniyor. Geçmişten bugüne değin Rusya’nın ve diğer ülkelerin bölgeye müdahalelerini nasıl değerlendirebiliriz? Afganistan’da dün neler oldu, bugün neler oluyor?

Esasen 1979 yılında zamanın Afgan devlet başkanı Babrak Karmal’ın, Sovyet Rusya’yı Afganistan’a resmi daveti ve bunun neticesinde Sovyetler Birliğinin müdahalesi ile başladı. Babrak Karmal önce  de Afganistan’da Hafızullah Amin  vardı. O da Sovyet yanlısıydı. Afganistan’da Sovyet müdahalesi olduktan sonra buna karşı bir “İslami Mücahit Direniş Hareketi” gelişti. Bu hareket başta Batı,  Pakistan ve Birleşik Amerika tarafından desteklendi. Bugün İslami Cihat Hareketi aleyhine konuşan Amerika -ki daha sonra bunlarla savaştı-  o tarihlerde onların yanındaydı. Aslında Pakistan’ın desteği de bir yerde aynı şekilde anlaşılabilir. Hatta Roma III filmi, Afganistan’da geçiyor ve Rambo, bir Amerikan kahramanı olarak Afgan Mücahitlerle birlikte çarpışıyordu.  Sovyet müdahalesinin nasıl olduğu muammalı bir meseledir. Çünkü Sovyet Birliği, sosyalist bir ülke olsa da Komünist ideolojinin çerçevesinden dünyaya bakıyor ve uluslararası politikada  buna göre adımlar atıyor değildi;  reel bir siyaset izliyor ve Afganistan’ı tanıyordu. Büyük ihtimalle Afganistan’a girdiğinde oradan kolay kolay çıkamayacağını da biliyor olması gerekirdi. Orada Amerika’nın meşhur stratejistlerinden  “Brzezinski, yıllar sonra bir Fransız kadın gazeteciye verdiği bir röportajda “Aslında Sovyet Rusya’nın o tarihte müdahale etmeye bir niyeti yoktu, ancak biz Sovyet birliğini istihbaratta yanılttık, yanlış istihbarat almalarını sağlayarak, onlara yanlış istihbarat verileri göndererek, onları değerlendirmeye almalarını sağladık. Bu şekilde Sovyet Rusya hemen, derhal harekete geçti. Afganistan’ı tümden kaybedeceklerine dair bir kanaat oluştu. Bu şekilde Sovyet Birliği, Afganistan’a girme kararı aldı.” der. Sovyet Rusya, Afganistan’dan çekildi, daha sonra Birleşik Amerika girdi. Sanki nöbetleşe giriyorlarmış gibi bir durum oluştu. Yani burada şu soru geliyor akla; acaba Afganistan bir deneme tahtası mı? Veya özellikle görünen ya da görünmeyen birden fazla sebepten ötürü hem elde tutulması gereken hem de mütemadiyen tahrip edilmesi gereken bir yer mi? Özellikle insan unsuru olarak! Çünkü bir yerde uzun bir süre savaş yaşandığında normal bir insan tipinin ortada dolaşması mümkün olmaz. Sovyet Rusya, Birleşik Amerika şimdi de Çin’in yaklaşması söz konusu. Burada dikkat çeken şey Britanya’nın ortada gözükmemesi.  Halbuki bölgenin asıl kadim sahibi Britanya’dır. Ve İngiltere, uzun zamandır birçok meselede olduğu halde kendisini yokmuş gibi göstererek çok ustalıklı bir siyaset izliyor. Esasen İngilizler, Hindistan’dan çekilirken Hindistan’ı; Hindistan, Pakistan ve Bangladeş olarak üçe parçaladılar. Afganistan’da aslında bu parçalanmanın bir neticesidir. Afganistan, Pakistan ve Bangladeş’i ortaya çıkaran İngiliz aklıdır.  Egemen-Küresel Sömürgeci İngiliz aklıdır.

Tabii burada Hindistan bölünürken Müslümanların tavırlarının da yanlış olduğunu söylemek lazım.  Fazlur Rahman ve Muhammed Ali Cinnah’ın ayrılık yönündeki tavırları, iradeleri, karaları hataydı.  Şu anda bile Hindistan’da ciddi sayıda Müslüman var.  Pakistan ayrılmasaydı büyük ve güçlü bir Hindistan olacaktı ve belki de Pakistan ve Bangladeş’teki Müslümanlar sefil olmayacaktı.  Gerçi Hindistan’da da sefalet var, o ayrı ama Büyük Hindistan’da Müslümanlar azınlık durumuna düşmeye ekti. Bu noktada Müslümanların stratejik bir hata yaptıklarını söylemek mümkün.  Bu hatanın oluşmasında, oldurulmasında İngiliz aklının rolü olduğunu bilmek lazım. 

Peki, yeni kurulan bu geçici hükümetin yansımaları Türkiye ile süregiden Afganistan ilişkilerini nasıl etkiler? Bu noktada birtakım reel sorunlara yol açacağı ve iki ülkeyi negatif bir sürece sokacağını söylemek mümkün mü?

Türkiye, o bölge ile tabii ki alâkalı, eskiden de alâkalıydı. Özbek General Raşid Dostum vardı, sanki ona bağlı bir devlet kurdurulmak istendi ama olmadı tabii ki. Ruslar mı müdahale etti, Amerikalılar mı müdahale etti bilmiyorum.  Bugün Afganistan, bizi etkiler mi, etkilemese daha iyi olur ama etkiliyor doğal olarak. Bazı arkadaşlar “Birleşik Amerika, Afganistan’da yenildi.” diyorlar, hatta Irak’ta da, Libya’da da yenildi diyorlar. Yalnız şunu karıştırıyorlar; Birleşik Amerika, egemen dünya sisteminin askeri politik bir gücüdür.  Vatikan’da işin içerisindedir. Amerika’nın burada bir nizam, bir sükûnet tesis etmek gibi bir gayesi olduğunu düşünmüyorum. Proje zaten buraların bir kaos girdabına atılmasıydı ve başarılıydı. Proje hâlen devam ediyor. Bu tip meselelerde teşhis hatası yapılmaz, yapılırsa o teşhise bina edilen stratejilerde hatalı olur.  Bunlarında telafisi zor olur.  Kısa vadeli değil de orta ve uzun vadeli hatalar telefi edilebilir.  Afganistan meselesi, Irak meselesi, Suriye meselesi… Bu durum Türkiye için de, Fransa için de, Almanya için de geçerli. Birleşik Amerika’nın başına bela oldu.  Büyük güçler de hata yaparlar. Yani Birleşik Amerika’nın, Vietnam’a girmesi hataydı. 

Evet, Vietnema girmesi bir hataydı. Peki, Irak’a girmesi konusunda ne düşünüyorsunuz, Irak’a girmesini de Amerika’nın stratejik bir hatası olarak değerlendirebilir miyiz?

 Irak’a girmesi bence hata değildi. Irak’a İngilizler soktu. Kanaatimce, Vietnam’a da İngilizler sokmuş olabilir. Birleşik Amerika’nın buralarda başarısız olmasından ziyade kaosa soktuğunu anlamak lazım. Bu anlaşıldığı vakit, başarılı ya da başarısız olduğuna dair bir sonuca ulaşılmaz. Rahmetli Ömer Muhtar’ın II. Dünya Savaşı öncesinde İtalyanlara karşı büyük direnişi vardı ve bunda da berberi savaşkanlığı yatıyordu. Afganistan’da da bu vardı ama Afganistan haşhaş üretiminden sonra en azından bir ölçüde tamamen olmasa da finanse ediliyor olması. Birçok örgüt böyle olmuştur, onu söyleyeyim. Bu durumda o hareketin kendi ideallerine de yabancılaşacağı ve ciddi ölçüde kopacağı açıktır.       

 Amerikan ambargosu sadece Kıbrıs müdahalesi sebebi ile gelmedi Türkiye’ye. Daha önemlisi Türkiye’de haşhaş üretimini Ecevit ve Erbakan’ın serbest bırakmasıydı. Bu haşhaş meselesi, bu kadar önemli. Şimdi Afganistan meselesinde haşhaş konusuna neden bu kadar değindik? Çünkü Türkiye, Lübnan, Araplar, Yunanlılar  Fransızlar, İtalyanlar;  Akdeniz de bir şebeke kurmuşlardı. İtalya’da ve Marsilya’da haşhaş üretiliyor ve Marsilya hattı üzerinden Avrupa ve Amerika’ya dağılıyordu. Bu hattı, Amerika kırdı. Haşhaş ekimi, Altın Hilal denilen Afganistan Uzak-Doğu  bölgesine kaydırıldı. Demek ki Afganistan’a bir müdahale olacağı en az 10-15 yıl öncesinden planlanmıştı. 

Bu güçlerin, dünya ülkeleri üzerindeki politikalarının tarihsel arka planlarında (geçmiş tecrübeleri de değerlendirdiğimizde) başka hangi stratejileri geliştirdiğini düşünüyorsunuz?

Şöyle bir şey olabilir; egemen dünya sistemi zihniyet itibari ile deisttir ve din dışıdır. Bu sistem, bir bütün olarak İslam ile savaşamaz. Bunun garip ve büyük sonuçları olabilir. Belki bu savaşı kaybedebilir de… Ancak dar İslami gruplar olursa bunlarla savaşabilir. Mantıksal olarak dünya sistemine bir İslami terörizm ve İslamcı terörist gruplar lazım. Direk onlar mı çıkarıyor bunu bilemem, öyle ise de bunu ispatlayamam ama içlerinde olduğu gibi bir kanaatim var. Bu tarz gruplar dünya sisteminin bir açıdan işlerine yarıyor. Şimdi Orta doğuda İŞİD vardı, hatta devlet olacak gibiydi, sonra kalktı; sağa sola dağıldı bir kısmı da Afganistan’a gitti. Yani Taliban’ın gelişinden sonra orası sanki bir kamp gibi oldu. Bu gidişle yakın dönemde bir İslami Terörizm dalgası da beklenebilir. Bir sene önce Amerika nükleer merkezinden bir şeylerin çalındığı haberi çıktı. Tabii bunları bir varsayım olarak düşünüyoruz, böyle bir bilgimiz yok. Bir terörist grubun eline bir nükleer silah veya bir kimyasal silah geçerse ne olur? Buna kim, nasıl bir müdahale eder? Uluslararası bir güç mü kurulur, Amerika ve Rusya bir araya mı gelir? Bunlar ilginç meseleler… Bunları soru işareti olarak bırakıyorum.