Suriye'deki savaş, sadece bir iç savaş olmaktan çıkıp, bölgesel ve küresel güçlerin çıkarlarının çatıştığı karmaşık bir hâl aldı. Bu noktada, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik stratejisi, yalnızca askeri operasyonlar ve güvenlik tedbirleriyle sınırlı değildi. Türkiye'nin bölgeye olan yaklaşımı, Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş topraklarda kurduğu derin kültürel ve siyasi bağların mirasına dayanıyordu. Osmanlı İmparatorluğu, Orta Doğu'dan Kuzey Afrika'ya kadar olan coğrafyada etkili bir liderlik sergileyerek, sadece askeri değil, kültürel ve dini anlamda da uzun süreli bir hakimiyet kurmuştu. Bugün, Türkiye, bu tarihsel mirası yeniden şekillendirerek, bölgedeki stratejik gücünü artırmak ve bölgedeki liderlik rolünü üstlenmek amacıyla hareket ediyor.

Suriye'nin kuzeyinde PKK bağlantılı YPG'nin varlığı, Türkiye için ciddi bir güvenlik tehdidi oluşturuyor. Türkiye, bu yapıyı yalnızca bir terörist grup olarak değil, aynı zamanda ABD’nin desteklediği bir yapı olarak gördüğü için bölgedeki güvenliği sağlamak adına askeri operasyonlar başlattı.

Bölgedeki İran etkisinin azalması ve Rusya'nın siyasi ve askeri müdahaleleri, Türkiye'nin bölgedeki stratejik önemini artıran başka faktörlerdir. İran’ın, Esad rejiminin varlığını sürdürmesi için gösterdiği çabalar, Türkiye'nin Suriye'deki askeri varlığını güçlendirme yolunda bir fırsat doğurdu. Aynı şekilde, YPG'nin de Rusya ile kurduğu ilişki, Türkiye için bir tehdit unsuru oluşturuyor. Türkiye, bu iki aktörü dengede tutarak, Suriye'nin geleceğini şekillendirme noktasında önemli bir aktör olma hedefi gütmekte.

Suriye'deki Türk varlığı, İran ve Rusya'nın baskın etkilerine karşı bir denge unsuru olarak da önemli bir yer tutuyor. Esad rejimi, Suriye'deki kontrolünü sürdürmesi için İran, Rusya ve Hizbullah gibi müttefiklere dayanırken, Türkiye, kendi ulusal çıkarlarını savunmak için bölgedeki nüfus hareketliliğini ve etnik dengeleri dikkate alarak hamle yapıyor. Özellikle Silahlı grupların, YPG adı altında oluşturduğu yapılara karşı Türkiye'nin sert tavrı, yalnızca sınır güvenliği açısından değil, aynı zamanda bölgedeki siyasi ve ideolojik çizgilerin belirlenmesi açısından da kritik bir öneme sahip. Bu durum, PKK ve PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde oluşturduğu bölgesel etkilerinin, Türkiye için ne denli bir tehdit oluşturduğunun açık bir göstergesi.

Türkiye’nin bu noktada yaklaşımı, Esad sonrası dönemde Suriye’nin yeniden inşası ve bölgesel istikrarın sağlanmasında önemli bir aktör olma amacını gütmekte. Türkiye'nin burada inşa etmeye çalıştığı liderlik, sadece askeri üstünlükle sınırlı değildir; aynı zamanda kültürel bir etkileşim stratejisiyle pekiştirilmektedir. Türk devletinin, Osmanlı’dan kalan bu tarihsel sorumluluğu, sadece bölgesel güvenliği değil, etnik ve dini çatışmaların çözülmesine yönelik bir vizyonu da içerir. Türkiye, Suriye’deki Kürt, Arap, Türkmen ve diğer etnik gruplarla kurduğu diyaloglarla, bir yandan terör tehdidini ortadan kaldırmaya çalışırken, diğer yandan Osmanlı döneminden kalma kültürel bağları yeniden hayata geçirmekte.

Bu süreçte, Türkiye'nin izlediği diplomatik ve askeri strateji, sadece sınırlarını korumakla kalmayıp, aynı zamanda bölgedeki dengeleri şekillendiren bir güç olma yönünde de kendini gösteriyor. İran’ın Suriye’deki etkisinin zayıflaması, Türkiye için stratejik bir fırsat sunuyor, bu fırsat doğrultusunda Türkiye, bölgedeki yegane gücünü daha belirgin hale getiriyor. Bu güç, Türkiye'nin hem askeri operasyonlarıyla hem de bölgedeki kültürel, ekonomik ve sosyal yapı üzerindeki etkisiyle pekiştiriyor.

Sonuç olarak, Türkiye’nin Suriye’deki rolü, yalnızca bir güvenlik meselesi olmanın ötesine geçmekte, Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasından beslenen bir tarihsel sorumluluk ve liderlik anlayışına dayanarak, bölgesel barış ve istikrarı sağlama amacını gütmekte. Türkiye, bu stratejiyle sadece kendi ulusal güvenliğini sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda bölgesel güç dengelerinde söz sahibi olma yolunda ilerliyor!