Suriye rejimi/Esat, Türkiye’deki sığınmacıların ülkelerine dönmelerine, Sünni ağırlıklı bu muhaliflerini nerelere yerleştireceği konusunda hazırlıklı olmamasından dolayı sıcak bakmıyor. Bu konuda, Ukrayna savaşı nedeniyle Suriye’deki askeri varlığını önemli ölçüde azaltmış olsa da, Esat ile olan grift ilişkilerinden dolayı, Putin’in etkili olması beklenmektedir. 

Türkiye’nin üç büyük operasyon sonrasında kontrolü altında tuttuğu güvenli bölgelerden çekilmesi, İdlib’te sıkışmış olan 3.5 milyonluk çok karmaşık yapının Türkiye’ye yönelmesini gündeme getireceğinden, “Güvenli Bölge” oluşturması, Türkiye açısından hem zorunlu hem de önemli riskler barındıran bir konudur. 

Türkiye, “Güvenli Bölge” oluşturma konusunda oluşacak zorlukları kırk yıllık dostu ve müttefikiyle değil, bir süredir uyguladığı çok vektörlü dış politika uygulamalarına dayanarak, Rusya ile sürdürdüğü arka kapı diplomasisi üzerinden çözüme kavuşturmayı denemektedir. Türkiye, Rusya ve Suriye birlikte oluşturulacak üçlü masada sahadaki gerçeklerle örtüşen bir çözüm peşindedir. 

Yazımıza bir soruyla başlayalım; “Suriye’deki terör yuvalarını hedef alan ve güney sınırlarımız boyunca 30 km genişliğinde bir “Güvenli Bölge” oluşturma ısrarımızdan vazgeçecek miyiz?”

Geçen gün gazetemizde manşetten yayınlanan “Hedeflerimiz Uyuşmuyor” başlıklı yazımızın hemen ardından, Hürriyet’in 1. sayfasında çok manidar bir paylaşım haberi yayınlanmıştı. İngiltere’nin eski İstanbul Başkonsolosu Leigh Turner, paylaşımında fotoğrafını yayınladığı kedisinden söz ediyordu, ama söz konusun fotoğrafta, kedinin birkaç misli büyüklükte bir alanı kaplayan gazete yer alıyordu. 

8 Eylül 2015 tarihli gazetenin manşetinde de 16 askerimizin şehadet haberi vardı. Eski İngiltere başkonsolosu Turner’ın Dağlıca şehit edilen 16 askerimizle ilgili gazete haberini fon olarak kullanması, “Konsolos sübliminal bir mesaj mı veriyor?” sorgulamasına yol açtı. 

Türkiye’nin, peşpeşe gerçekleştirdiği bir dizi “Pençe” operasyonuyla “Güvenli Bölge” oluşturma konusunda ön hazırlık yaptığı bir günlerde, önce, ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü Patrick Rider’dan Türkiye’nin Fırat’ın batısına yönelik operasyonunu caydırmaya, önlemeye yönelik bir açıklama gelmişti. 

Fırat’ın doğu bölgelerinde YPG araçlarının Amerikan bayrağı takarak devriye gezmeye başlamalarının hemen ardından Washington’dan yapılan açıklamada, “9 Aralık itibariyle, Suriye Demokratik Güçleri”yle birlikte ortak harekatımız başlamıştır. Tekrar söylüyorum, orada yerel ortaklarımızla çalışmamızın hedefi DEAŞ’ın yeniden toparlanmasına izin vermemektedir” denmekteydi.  

Bu noktada, dostumuz, müttefikimiz ve NATO ortağımız ABD’nin yanıtlaması gereken iki sorumuz var:

  • Eğer gerçek amacınız DEAŞ’ıın belini kırmaksa, terör örgütü olduğunu kabul ettiğiniz PKK’nın Suriye şubesini binlerce TIR dolusu silahla donatmadan, eğitip ordulaştırmadan önce, Türkiye’nin, “Bırakın DEAŞ’ı biz temizleyelim” teklifini neden kabul etmediniz? 
  • Türkiye’nin Suriye’ye yönelik kara harekatını engellemek amacıyla bayrak gösterdiğiniz gibi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi öncesinde aynı engellemeyi, aynı bayrak gösterme operasyonunu yapamaz mıydınız? Neden yapmadınız? 

ABD, “Fırat’ın doğusunda sahadaki ortaklarımla birlikte DEAŞ’a karşı operasyon yapıyorum. Dikkat, orada askerlerim var; operasyon yapamazsınız” diyor. 

Ne olacak şimdi; “Güvenli Bölge” oluşturmayı hedefleyen kara harekatını gerçekleştirebilmek için, ABD’nin kurguladığı bu oyunun son bulmasını mı bekleyeceğiz?  

ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ?

Küresel çapta kafalara, “Allah-u Ekber!” nidalarıyla kafa kesen aşrı İslamcı bir terör örgütü imajı nakşedebilmek amacıyla DEAŞ’ı kim kurdu, Irak ve Suriye’de İngiltere büyüklüğünde bir alanı ele geçirmesine kim izin verdi?” sorularını geçmişte çok sorduğumuz için şimdi tekrar etmiyoruz. 

Yanıtı aradığımız soru, “ Şimdi ne yapacağız?” 

ABD’nin kara harekatımızı engellemeye yönelik atağını boşa çıkarabilmenin tek yolu, Suriye yönetimiyle biran önce uzlaşarak, ABD’nin Suriye’de kalış sürecini uzatmak için kullandığı argümanları geçersiz kılmaktır. 

Kolay mı?

Elbette değil. Bunca olumsuz yaşanmışlıklardan sonra Suriye yönetimiyle olan ilişkilerimizi kısa sürede normalleştirebilmek o kadar kolay olmayacaktır. 

Türkiye’nin, güney sınırlarının hemen ötesinde bir “Güvenli Bölge” oluşturmak istemesinin nedeni, Suriye’nin toprak bütünlüğüne göz dikmesi ya da pastadan pay kapma arzusu değildir. Türkiye öncelikle ülkesine sığınan insanları güvenli bir şekilde ülkelerine göndermeyi hedeflemektedir. 

Peki, gidecekler midir?

Buradaki yaşam konforunu gidecekleri yerde bulamayacaklarını gördükleri, bildikleri için gitmemek için direnmeleri muhtemeldir. Fakat, Türkiye’nin, bugüne kadar hiçbir Batılı ülkenin yapmadığı kadar kendilerine yardımcı olduğunu gören, bilen sığınmacıların bu konuda daha fazla direnç göstermeyecekleri umulmaktadır. 

Bu konuda Esat’ın direnciyle karşılaşmamak için de, Türkiye, Rusya ile uyumlu bir plan uygulamak durumundadır. Suriye’deki kazanımlarını elde tutmak isteyecek olan Rusya, Türkiye’nin Suriye Türkmenleriyle derin ilişkiler kurmasını önleyecek, Özgür Suriye Ordusuyla kurduğu bağlarını sonlandıracak önerilerde bulunabilir. 

Putin, 2016’da, Fırat Kalkanı operasyonu için Suriye hava sahasını açarken, El Bab’ın güneyine inmek yok” demişti. Rusya, “Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak amacıyla” Türkiye’nin El Bab’ın güneyine inmek istemesine, oralardaki gözlem noktalarını güçlendirmesine yine rıza göstermeyecektir. 

ABD VE RUSYA SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNDEN SÖZ EDİYORLAR, AMA…

Rusya da ABD de Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz ediyorlar, ama bu söylem, Suriye’deki varlıklarını sürdürebilmek için uydurulmuş bir slogan olmanın ötesinde bir anlam taşımıyor. 

Çin, Suriye’nin yeniden inşası için gerekli olan 600 milyar doları vermeye hazır, ama Fırat’ın doğusundaki ve batısındaki kazanımlarından memnun görünen Rusya da, ABD de Çin’in Suriye sahasına girmesini istemiyorlar. 

Türkiye, Suriye’nin kuzey bölgelerinde oluşturmak istediği “Güvenli Bölge”de kurmayı planladığı yerleşim birimleri için Çin’den kredi sağlamayı planlıyordu. Fakat, “Kuşak ve Yol” projesi ABD’yi olduğu kadar Rusya’yı da rahatsız ettiği için bu konuda kendi gücüne dayanmak zorunda kalabilir. 

Milyonlarca sığınmacıyı yıllarca ülkesinde barındıran Türkiye’nin Suriye’nin kuzey bölgelerinde oluşturmayı planladığı “Güvenli Bölge” konusunda da sıkıntılar yaşayabileceği anlaşılmaktadır. Çünkü Türkiye, “Güvenli Bölge”yi oluşturduktan sonra, buraya yerleştireceği insanların yeniden Esat’ın saldırısına uğramayacaklarını inandırması için, taşlar yerine oturuncaya kadar, askeri varlığınla oralarda kalması gerekecektir. 

“Güvenli Bölge”ye taşınacak insanların herhangi bir baskıyla yeniden kuzeye yönelmeleri, Türkiye’nin uzun soluklu bir sıkıntı yaşamasına neden olabilir. O nedenle, hem “Güvenli Bölge”, hem de Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı bölgelerindeki güvenliğin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gözetimindeki Suriye Milli Ordusu tarafından sağlanması konusunda Esat ile ve Rusya ile çok sağlam anlaşmalar yapmak durumundayız.

Gelinen noktada Suriye’nin toprak bütünlüğü, bazı hedefleri kamufle edebilmek amacıyla tekrar edilen bir slogana dönüştüğüne göre, oluşturmak istediğimiz “Güvenli Bölge”yi, ülkemizin güneyden kuşatılmasını önleyecek bir “Güvenlik Kuşağı”na dönüştürülecek şekilde planlamamız gerekmektedir. 

VAZGEÇECEK MİYİZ?

“Suriye’ye yönelik ve ’Güvenli Bölge’ oluşturmayı hedefleyen kara harekatından vazgeçecek miyiz?” sorusuna Türkiye’nin güvenlik stratejisi çerçevesinde yanıt vermek durumundayız. Türkiye’yi asla kabul edemeyeceği konularda ödün vermeye zorlamak amacıyla yıllardır bir maşa olarak kullanılan terör örgütlerinin sınırlarımızın hemen ötesindeki yuvalarını dağıtmaya ve giderek bir toplumsal soruna dönüşmekte olan sığınmacıların ülkelerine dönmelerini sağlama konularında sonuç alıcı adımlar atama konusunda kararlıdır. 

Türk Hava Kuvvetleri’nin iki ülkeyi hedef alan ve toplam cephesi 1300 km, derinliği 20-30 km olan bir alanda eş zamanlı olarak gerçekleştirdiği “Pençe-Kılıç Harekatı”nın dünya savaş ve operasyon tarihinde bir benzeri yoktu ve çok önemli “ilk”ler içeriyordu. Şimdilerde bütün dünyanın yanıtını merak ettiği soru şu; “Türkiye, başarıyla gerçekleştirdiği ‘Pençe-Kılıç’ sonrasında, bir kara harekatı yapma konusunda neden ısrar ediyor, hedefi nedir?”

Batı basının iddiasına göre Türkiye’nin hedefi, güney sınırlarımız boyunca 20-30 km derinliğinde bir “Güvenli Bölge” oluşturmak ve terör yuvalarından temizlediği bu bölgeye Türkiye’deki Arap ve Türkmen sığınmacıları yerleştirmek.. Doğru olabilir, ama Türkiye’nin “Güvenli Bölge” konusundaki tek hedefi bu değildir. “Güvenli Bölge Tuzağı mı?” başlıklı yazımızda b konuyu ayrıntılı olarak incelemiştik. 

Türkiye, “Güvenli Bölge” oluşturma konusunda kararlıdır, ısrarcıdır. Terör yuvaları konusu da, sığınmacıların ülkelerine gönderilmeleri konusu da partilerüstü bir konu olarak gündemimizdedir. Bu konuda küresel çapta bir desteği arkamıza alabilmemiz için, haklılığımızı, gerekçeleriyle birlikte net ve ayrıntılı olarak duyurmak zorundayız. 

Bütün ülkeleri olumsuz etkileyen derin bir ekonomik krizin yaşandığı bir dönemde sesinizi duyurabilmenin en etkili yolu masaya yumruğunuzu vurabilmektir. Türkiye bu “duyuruyu” bir kara harekatıyla yapma kararındadır. Suriye rejimiyle, Esat ile konuşma da,  böyle bir kararlı duruşun devamında gündeme gelecektir. Çünkü Esat da, ülkesinin bir terör bataklığına dönüşmesinden memnun değildir. 

Her fırsatta Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz ediliyor. Bugün Suriye’de Rusya’nın da, ABD’nin de İran’ın da ve bu ülkelerin destek verdikleri YPG/YYD, HTŞ, Hizbullah gibi terör örgütlerinin kontrol ettiği bölgeler gibi, Türkiye’nin de Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı operasyonları sonrasında kontrolü altında tutmak zorunda kaldığı bölgeler var. Gelinen noktada Türkiye’nin, güney sınırları boyunca uzanan 30 kilometre derinliğinde bir “Güvenli Bölge” kuşağı oluşturması ve bir beka sorununa dönüşmeden, ülkesindeki sığınmacıları bu bölgeye taşıması gerekmektedir. 

ABD’nin donatıp eğittiği, “DEAŞ’la mücadelede” işbirliği yaptığı YPG/PYD militanları, ABD için olduğu gibi Rusya için de önemlidir. 

Suriye rejimi/Esat, Türkiye’deki sığınmacıların ülkelerine dönmelerine, Sünni ağırlıklı bu muhaliflerini nerelere yerleştireceği konusunda hazırlıklı olmamasından dolayı       sıcak bakmıyor. Bu konuda, Ukrayna savaşı nedeniyle Suriye’deki askeri varlığını önemli ölçüde azaltmış olsa da, Esat ile olan grift ilişkilerinden dolayı, Putin’in etkili olması beklenmektedir. 

Türkiye’nin üç büyük operasyon sonrasında kontrolü altında tuttuğu güvenli bölgelerden çekilmesi, İdlib’te sıkışmış olan 3.5 milyonluk çok karmaşık yapının Türkiye’ye yönelmesini gündeme getireceğinden, “Güvenli Bölge” oluşturması, Türkiye açısından hem zorunlu hem de önemli riskler barındıran bir konudur. 

Türkiye, “Güvenli Bölge” oluşturma konusunda oluşacak zorlukları kırk yıllık dostu ve müttefikiyle değil, bir süredir uyguladığı çok vektörlü dış politika uygulamalarına dayanarak, Rusya ile sürdürdüğü arka kapı diplomasisi üzerinden çözüme kavuşturmayı denemektedir. Türkiye, Rusya ve Suriye birlkte oluşturulacak üçlü masada sahadaki gerçeklerle örtüşen bir çözüm peşindedir. 

Zor, ama çözüm üretmek zorunda olduğumuz bir sorunla uğraşmaktayız. Allah yardımcımız olsun.