Eski Başbakan Bülent Ecevit, kendisiyle yapılan bir söyleşide (Zaman, 16. 7. 2005) ve yaptığı bir açıklamada (Hürriyet 17. 7. 2005) son padişah Vahideddin’in hain olmadığını söyleyince Basında kıyametler koptu.

     Söze 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de karıştı. “Türkiye böye bir beyanı kaldıracak durumda değildir.” dedi. (Dr. Alev Coşkun, Cumhuriyet, 21. 7. 2005)

     Tarihçiler, görüşlerini müspet - menfî / olumlu - olumsuz, bir bir ifade ettiler, etmeye başladılar.

x

      Evet zâhire  / görünüşe bakacak olursak, Vahideddin hâindir. Ama olaylara iki şekilde bakış vardır:

     Halk cihetinden, halk gözüyle bakış; ki zahirîdir. Olaylara yüzeysel bakıştır. Çok zaman yanıltabilir insanı.

     Hak cihetinden, Hak gözüyle bakış ki, bâtınîdir. Mahfî ve gizlidir. İçseldir. Derinlemesine bakıştır. Gerçeği, yalnız gerçeği gösterir. İnsan olan insana.

     Biri dıştan içe, diğeri içten dışa bakıştır.

     Biri basardır, diğeri basîret.

     Biri maddî bakış, diğeri manevî.

x

      Tıpkı aynanın iki yüzü gibi.

      Aynanın parlak yüzü olur muydu?

      Aynanın arkadaki kara ve çirkin yüzü olmasaydı.

      Aynaya akseden görüntüler, akis ve yansımalar;

      Varlığını hep o kapkara, çirkin yüze borçludurlar.

x

     İşte Vahideddin’e hain damgası vurduran o aynanın arkası gibi görünen ve ihanetini gösteren söz, tavır ve davranışlarıdır.

     Gecenin de bir yüzü kara ama, öbür yüzü gündüzdür.

     Kışın da bir yüzü ürkütücü ama, öbür yüzü bahardır.

     Bâzan görünüşteki hâl ve tavırlar aleyhdedir. Fakat sonuçta lehe dönüşür.

     Unutmayalım ki, harp hiledir.

     Gerçek görüntü ile sonuç alınamayacak hallerde, düşmanın vereceği zararları durduracak, hiç olmazsa yavaşlatacak tavır ve davranışlara girilebilir.

     Düşmanı rehavete, gevşekliğe ve gaflete düşürecek sözler sarfetmek zorunda kalınabilir.

     Burada asıl olan araç değil amaçtır.

     Tabii bu zahirî / görünüşteki menfî tutumlar; istisnaî / sıradışı vaziyet ve durumlar için geçerlidir.

     Mecbur kalan Vahideddin gibi çıkmaza düşenler için sözkonusudur.

     Tıpkı sırasında, savaşta taktik icabı ric’ata / kaçışa başvurulduğu gibi.

x

     Vahideddin’e gelince, kendisini savaşta tahtta bulmuş bir bahtsızdı.

     Kendisini, su almaya başlamış, batmak üzere olan bir gemiye kaptan yapmışlardı. Ve ondan gemiyi batmaktan kurtarması bekleniyordu!

x

     İstanbul işgal altındaydı. Ve toplar saraya çevriliydi.

     Başta İngilizler, Demoklesin kılıcı gibi başındaydılar.

     Ve daima ve öncelikle onun başını ağrıtıyorlardı. Onu muhatap alıyor; ona her şeyi yaptıracaklarına inanıyorlardı.

     İşte işin püf noktası burada yatıyor.