Altıncı Sultan Mehmed Vahideddin’in tuttuğu yol; 

     Başta Topkapı Sarayı hazinesi ile müzelerimizdeki 

     Ve millî kütüphanelerimizdeki kıymetlerine baha biçilmez, 

     En küçük bir parçası yerine konulmaz hazinelerimizin 

     Kahhar (kahredici)  düşmanlar tarafından yağmasını önledi.

x

     Zekî adamdı, İngilizleri çok iyi biliyordu. 

     16 Kasım tarihli mektubunda, İngiltere’ye iltica ettiğini bildirirken, 

     İmzasının üstüne “Halîfe-i Müslimîn” ünvanını koymuştu. 

     Hakikatte de halîfe idi, zira Türkiye Büyük Millet Meclisi onu, 

     Memleketi terkettikten sonra hilâfetten iskat etmiştir (düşürmüştür).

     Bir hakikattir ki, İngilizlerin elinde oyuncak olmamış, 

     Tamamen inzivaya (yalnızlık köşesine) çekilmiş. 

     Vatanının umran (bayındır) ve tealisi (yükselmesi) yolunda, 

     Yapılacak işleri pek çok olan Türkiye Cumhuriyetini, 

     Endîşeye düşürmese dahi, üzecek olan maceralara atılmamıştır.

     Ayrıldığı sırada İstanbul işgal altında idi. 

     Topkapusu Sarayı Hümayunu’nda 

     Dünyanın en zengin mücevher hazînelerinden biri yatıyordu.

     O hazînenin muhafızları kalben olmasa dahi, 

     Resmen Altıncı Sultan Mehmed Vahideddin’in bendegânı idiler. 

     Memleketini terke karar vermiş olan bu hükümdar için, 

     O azametli hazîneden kendisini ve evlâd 

     Ve ahfâdını (torunlarını) gideceği yerde, 

     Hatta sefihane yaşasalar dahi, 

     En cömertçe biçilecek ömürlerini, 

     Refah içinde geçirtecek mücevherat kaldırabilirdi.

     Altıncı Sultan Mehmed, bu alçaklığı yapmadı. 

     İstanbul’dan iktidarı kaybetmiş bir türedi gibi değil, 

     Çok büyük bir Türk hanedanının son imparatoru olarak ayrıldı.

     Gurbette dört yıl yaşadı. 

     San - Remo’da (kaldığı evin) kapısından dışarı adımını atmadı.

     1926’da parası tükendi. 

     Hanedanı dostlarının nakdî yardımlarını, 

     Hükümdar gururu ile, daima reddetmişti.

     Avamî tabir (halk deyişi) ile, 

     Bir gün de “yarına ekmek parası kalmadı.”

     15 Mayıs 1926, bir Cumartesi günü akşamı idi, 

     İki sabık bendesi (adamı) ile, hasbihal (sohbet) ederken: 

     “İnşallah pek yakında vatana dönersiniz efendim...” dedi, 

     Hareme çekildi (ailesinin yanına gitti), pek az sonra da, 

     Uzandığı koltukta, kalb sektesinden öldü. 67 yaşında idi.

     Tahnit edilen (bozulmasın diye ilaçlanan) nâşı (bedeni) Şam’a nakledilerek 

     Oradaki Yavuz Sultan Selim Camiinin hazîresine (mezarlığına) defnedildi (gömüldü).

     (Reşad Ekrem Koçu, Osmanlı Padişahları, İstanbul - 1981, s. 437 - 441 )