Her meslek ve meşrepte olduğu gibi, üniversitelerde de, ilmi payelere, bilimsel zirvelere; yılanlar gibi sürünerek çıkanlar da var. Kartallar misali uçarak, kısa zamanda ve kolayca hedefi maksuda konanlar da var. Elbette, Türkiye’nin dört bir tarafını manen çiçeklendiren üniversitelerimizin, her dalında zikre çok şayan, çok değerli Prof., Doç. ve Dr.’larımız var. Sahalarında başarılı eğitim verdikleri şundan bellidir ki: Buralarda yetişen nice genç istidatlarımız, Avrupa’da ve Amerika’da, özellikle NASA’da el üstünde tutuluyor. Önemli çalışmalarda bulunup, hem ilme hizmet ve öncülük ediyorlar. Hem de Türk Milleti’nin başarılı bir ferdi olarak, mensup oldukları Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni şerefle temsil ederek, arkalarındaki Türk Milleti’nin göğsünü kabartıyorlar. Onlara haklı bir iftihar, fahr ve övünç vesilesi oluyorlar. Böyle bir gencimize, İngiltere’nin Cambridge şehrinde rastlamıştım. Kendisi ODTÜ mezunuydu. Cambridge’de bir üniversitede çalışıyordu. Sahasını sorduğumda: Çalışmasının, uzaya fırlatılan roketlerin, en az sürtünmeyle daha hızlı uçmalarını sağlamak olduğunu söylemişti. Kendisi bu hususta makaleler yazıyor; sık sık ABD tarafından, bu konuda konferanslar vermek üzere, Amerika’ya davet ediliyordu. Yine ODTÜ mezunu bir makine mühendisimiz, Cambridge’de resmi bir kurumda, ilmi bir sahada, yazılımların problemsiz / sorunsuz çalışmalarını sağlayan bir uğraş vermekteydi. Evet, Türkiye Üniversiteleri, her sahada kıymetli elemanlara sahip olurken; bazen üzücü tatbikat ve uygulamalarla, o güzel intiba ve izlenime gölge düşürecek olaylara da sahne oluyor. Sayıları çok az da olsa, bazı ilim adamları, kimi kabiliyetleri köreltmekte, onları engellemekte, gelişmelerine set çekmekten geri kalmıyor. Hatta eften püften sebeplerle üniversiteden alakasını kesmekte; bir beis görmüyor. Kendi mensupları olan birinin ortada kalarak, çoluk çocuğu ile perişan olmasına -ne yazık ki- sebep oluyor! Birinin görevine son vererek, onu manen öldürmenin nasıl bir şey olduğunu anlamak için; o kişinin yerinde olmak gerek. Aylığı geç almak bile akademisyenleri güç durumda bırakacakken, ya hiç alamamak, acaba nasıl insanı yiyip bitirici bir duygudur. Hiç düşündük mü acaba? Efendiler! 25 senem üniversite camiası içinde geçti. İçinizden biri olarak söylüyorum ki, salahiyet ve yetkilerimizi; bazıların geleceğini karartmak; yani onların işine son vermekte kullanmayalım. Birbirimizle sürtüşmelerimiz ve çekişmelerimiz olabilir. Kendisinden hoşlanmadığımız kişilerle bir arada bulunabiliriz. Böyle durumlarda yetkimizi, öylelerin üniversiteden ilişiğini kesmekte kullanmayalım. Devletin, dolayısıyla milletin verdiği maaştan mahrum ederek; muğber olduğumuz meslektaşları, ele güne karşı muhtaç duruma düşürmeyelim. Bu şekilde kendimizin de millet nezdinde itibar kaybedeceğimizi unutmayalım. Zahiren haklı olsak da, meslektaşımızı muhanete muhtaç hale getirmeyelim. Sultan II. Abdülhamit bile muarızlarını, münekkitlerini ve kendisini istemeyenleri sürgüne gönderiyor fakat onları maaşından asla mahrum etmiyor. Bir devlet memurunu halka el açacak duruma düşürmüyor. Hatta bu gibilerin gelirini kat kat arttırıyor. Sadece gölge etmelerine mani oluyordu o kadar. Öyleyse bizlere ne oluyor ki, bir Abdülhamit kadar bile olamıyoruz. X Bazı ilim adamları vardır ki, kabına sığmaz. Eser üstüne eser verirler. Çalışkan mı çalışkandırlar. Sivri tarafları da olabilir. Ama dikensiz gül nerede görülmüş? Bu tiplere katlanmak gerek. Kaldı ki, “Bahçıvan, bir gül için, bin tikene hizmet eder.” Gül elde etmek istiyorsak, tikenlerini görmezden geleceğiz. Çünkü bazı ilim adamları çok ağır yakutlara benzer. O kadar kıymetlidirler ki, ne yakaya takılabilir, ne de atmaya gönül razı olur. İşte böylelerini tabii ve hoş karşılamak lazım. Çünkü onlar yakut – misal; ilmi bir verimlilik içindedirler. Eser üstüne eser vermektedirler. Bu arada şunu bunu incitmişse - keşke incitmese - boynunu vurmak mı gerek? İşine son vermek mi lazım? Devlet sizlere ilişik kesme yetkisini, hissi kırgınlıklarınızı teskin edesiniz diye mi verdi? Her sene Uzman, Okutman, Öğretim Görevlisi, Asistan, Dr. ve Yard. Doç.’lerin durumları; Bölüm Başkanları’nın da istekleri doğrultusunda Dekanlıkça görüşülür ve görevlerine devam edip etmemelerine karar verilir. Bu uygulama 12 Eylül 1980 sonrası başlatılmıştır. Getiriliş gayesi şudur: Üniversite mensupları ideolojik faaliyetlerde bulunmasın. Birbirleriyle zıtlaşıp bir kör döğüş içine düşmesinler; sırf kendi ilim sahalarıyla meşgul olsunlar. Aksi takdirde, üniversite ile ilişiklerinin kesileceğini bilsinler ve ideolojik kamplaşmalardan uzak dursunlar. devamı yarın...