"Hemen şimdi, derhal barış ve AB üyeliği" diyerek 24 Nisan 2004`de çift referandumları yaşadık. 2006`nın son çeyreğine geldik. Aldatılmış, kandırılmış olmanın ötesinde elde ne var diye bakıyoruz. Kıbrıs konusundaki duyarlılığı gittikçe artan Türk ulusuna "çözümsüzlük çözümdür diyenlerin 40 yıllık yanlışlarından döndük; şimdi Kıbrıs`ta çok daha güçlüyüz" deniyor. Annan Planı`nı kabul etmekle elde edilenler millete "zafer", "ilerleme" olarak takdim ediliyor. Ancak bir acı gerçek milletten gizlenmektedir. Millete "zafer", "ilerleme" olarak takdim edilen ne varsa bunların tümü dış dünyanın bir şartına ve anlayışına bağlıdır: "Türk tarafı ayrı bağımsızlıktan, ayrı devletten, ayrı egemenlikten, ayrı self determinasyon hakkı olan iki halktan biri olduğu savından vazgeçmiştir ve dış dünyanın "meşru hükümet" olarak kabul ettiği (bizce eli kanlı terör idaresinin sivil kılıklı devamı olan) Rum idaresiyle bütünleşmek istiyor. O halde bu şarta bağlı olarak marjinal hediyeler verilebilir." Parasal yardım, "AB, KKTC`de ayrı büro açıyor" yalanı hep buna ve "meşru hükümet" denilen Rum idaresinin vizesine bağlı. Açılım dedikleri bu işte. Bir de Cumhurbaşkanımızın davetleri ve kabulleri var. Ancak bunlar da şarta bağlı. Bu nedenledir ki Cumhurbaşkanı, Başbakan ve temsilcileriyle sözcüleri "büyük suç işlemeyeceklerini, KKTC için tanınma istemeyeceklerini" sık sık açıklamak zorunda kalıyorlar. Sırtlarının okşanması bundan. Ve AB, biz bu yumuşak karın üzerine yattıkça, Türkiye`den taleplerini gittikçe ağırlaştırmaktadır. AB üyeliği hayal eden, "dünya dilinden konuşmayı" özleyen insanlarımızın anlamak istemedikleri bir gerçek vardır: AB üyeliği devletler arasıdır ve sen, seni devlet olarak tanımalarını istemiyorsun! O halde AB de seni bireyler olarak "Kıbrıs Cumhuriyetine" yamalamakla meşguldür. Hala bunu anlamamakta ısrar ediyorsan başına gelecek felaketten seni kimse kurtaramayacaktır. Devletine ve egemenliğine sahip çıkmayan insanların kaderinde kölelik ve haritadan silinmek vardır. Sen her gittiğin yerde "tanınma istemiyorum" demeye devam edersen kara kaderini yazmakta olduğunu bilmelisin. Ben görüşmelere 1968`de başladım. Bölgesel otonomi konuştuk. Bu formül, 1960 Antlaşmalarının meydana getirdiği dengeli olgunun (state of affairs`ın) korunarak Kıbrıs Türklerine bölgesel güvence vermek için düşünülmüş bir formüldü. Makarios bunu reddetti çünkü 1960`ın "dengeli formülü" korunmaktaydı; onun azınlık olarak gördüğü Türk halkı "eşit egemenliğini, kurucu ortaklık statüsünü" korumakla kalınıyor, iç ve dış dengenin koruyucusu Türkiye, Garantörlüğüne devam ediyordu. İki kesimli, iki toplumlu federasyon da 1960`ın "dengeli olgusunu" korumak için düşünülmüştü. Makarios buna mecbur olduğu için evet dedi. Evet dediği için de öldüğü söylenir. Yerine gelen Kipriyanu on yıl federasyonu görüşür yaptı fakat federasyona inanmadığını söyleyerek görevden ayrıldı. Neden? Çünkü 1060`ın "dengeli olgusu" garantilerin olduğu gibi devamı sayesinde yine korunacaktı. Halbuki Akritas Planı bu dengeleri ortadan kaldırmak için hazırlanmış bir harekat planıydı. İçte Türkler azınlık olacak, dıştı Türk - Yunan dengesi ortadan kalkacak, Garantiler sıfırlanacaktı. Vasiliyu (5 yıl), Klerides (10 yıl) görüşmeleri aynı anlayış içinde sürdürdüler. "Meşru hükümet" şapkası onlar için kalıcı sonuçtu. "Uzlaşma", onlar için, Türk tarafının korunmaya alınmış bir azınlık olarak bu şapkanın altına girmesiydi. Milli siyasetleri 1960`ın iç ve dış dengelerinden kurtularak "tam bağımsızlık" adı altında Kıbrıs`ın tümüne sahip çıkmaktır. Değişen bir şey yoktur. Papadopulos da Annan Planı`nı "Rum tarafının meşru hükümet oluşuna gereksiz bir müdahale" olarak değerlendirdiği için reddetmiştir. Dünyanın "meşru hükümet" dediği Rum idaresi "Türk azınlığı" yeniden ortak yapamazdı. "Meşru hükümet" olarak yollarına devam için buna ihtiyaçları yoktu. Bütün bu müzakere sürecinde Rum tarafının yola gelip gelmediğini denemek için üzerinde durulması gereken birkaç "deney kelime" vardır. Bunların başında halklar kelimesi gelir. Rum tarafına ben bunu en son toplantıya kadar denedim fakat kabul ettiremedim. Onlara göre Kıbrıs`ta % 80 Rum`dan % 20 de Türk`ten oluşan tek halk vardır ve buna da Kıbrıslılar denir. Kendi içlerinde Yunanlılığı arşa çıkaran ve Kıbrıs`ın Yunanistan`ın bir parçası olduğunu, Megali İdea literatüründe de "Büyük Ada" olarak bilinen "Kıbrıs Kıbrıslılarındır - kimse buna karışmamalıdır." Bu, kuşkusuz Kıbrıs`ın üniter bir devlet olduğunu ve çoğunluk idaresinin de demokrasinin bir gereği olduğunu ilan edip, elde mahfuz tutmanın gerekçesidir. Bunu Türkçe`ye çevirmeye gerek yoktur. Kıbrıs Helen Kıbrıslılarındır ve öyle kalacaktır! Referandumlardan iki yıl sonra başlayıp başlamadığı, başlayıp başlayabileceği meçhul olan ilk temaslarda da Rumların hala "Kıbrıs`ta iki halk vardır" noktasına gelmediklerini ve hala "tek halk" diyerek "toplum" sözü üzerine bile karşı çıkmıştır. "Kıbrıs`ta tek taraf vardır, o da meşru hükümettir" diyor! Ve AB ülkeleri Kıbrıs`ta Rum - Yunan ikilisinin oynamakta olduğu oyuna bakmaksızın Türkiye`den ve bizden "AB üyesi Kıbrıs`la" normal ilişki kurmamız için baskıları artırıyor. Türkiye`nin medet umduğu müttefiki ABD`nin görüşü de Türk tarafının "mükellefiyetlerini yerine getirmesi ve önerilerini Rum tarafının kabul edebileceği şekle sokması!" Buradaki yetkililer KKTC lafını ağızlarına almaksızın temas yapabilirler. ABD buna yardımcı da olabilir ancak "tanınma istiyoruz" dememek kaydıyla. Bu ne demektir? "Kıbrıs`ta iki eşit halk vardır, egemeniz, self determinasyon hakkımız vardır" demektir. Önerilerimizin Rumlar tarafından kabulü buna bağlıdır. Hâlâ nerede olduğumuzun farkında olmayacak mıyız? Uçurumun kenarındayız. Annan Planı`nın bizi getirmiş olduğu noktadayız. Rum`la bütünleşmek istediğimizi söyledikçe, tanınma istemiyoruz dedikçe elimize bayram şekerleri vermeye devam edecekler. Kendimize gelir de devletimize, egemenliğimize sahip çıkıldığını görürlerse "uzlaşmaz" damgasını şimdiki makam sahiplerine de vuracaklar. Bundan korkmadığımızı göstermek zamanı şimdidir.