Siyasi edebiyatta çokça kullanılan terimlerden birisi “emperyalizm”dir. Emperyalizm, bir milletin ya da ülkenin bir başka milleti ya da ülkeyi sömürerek siyasi, askerî, ekonomik, kültürel, hukuki anlamda hâkimiyeti altına alması ve yayılmacılık politikası izlemesi demektir. Emperyalist devlet, başka milletleri baskı ve sömürü altında tutarak imparatorluk kurar, hâkimiyet alanlarını genişletir. Tarih boyunca birçok emperyalist nitelikli imparatorluklar gelip geçmiştir. 
Bu bağlamda ülkeler ve milletler arası emperyalizme dayalı ilişkilerde iki temel boyut vardır: Birincisi doğrudan, maddi, somut anlamda emperyalizmdir. 
Bunda emperyalist ülke, hâkimiyeti altına aldığı mazlum milletin ekonomik kaynaklarını, madenlerini, tabii ürünlerini, gelirini, bütün mal varlıklarını haksızca kendi tarafına aktarır, insan emek gücünü çok ucuza sömürür. Böylece mazlum milletin ekonomik kaynaklarını çalarak, gasp ederek, ele geçirerek zenginleşir. 
Bir de ekonomik emperyalizme zemin hazırlayan, yol açan, gerekli olan alt yapıyı oluşturan zihinsel emperyalizm vardır. Bizim üzerinde duracağımız asıl mesele, ekonomik emperyalizme araç olan bu zihinsel emperyalizmdir. Zihinsel emperyalizmde zalim ülke ya da millet yönetimi, mazlum milleti zihinsel olarak köleleştirir, kendine bağımlı kılar. Zihinleri sömürülmüş, köreltilmiş olan mazlum milletin fertleri, artık kendisine zulmeden, bütün yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömüren zalim milletin her yaptığı haksız uygulamayı ya görmez, ya farkına varmaz, ya normal ve olağan karşılar, ya da önemsemez. 
En önemlisi de zihinleri yağmalanmış kişiler, düşünme, muhakeme etme, yargılama, eleştirme melekesini kaybetmiş, her şeye boş vermiş, toplumsal sorumluluk duygusu dumura uğramıştır. Emperyalist devlet, sömürdüğü milletin zihnini kötürümleştirdikten, atıl hâle getirdikten, çalışamaz duruma soktuktan sonra sömürü düzenini rahatlıkla işletebilir. Emperyalist sömürü düzeninin işleyişine çomak sokulmayacağından emin olarak küresel zulmüne ve soygunculuğuna devam eder.
Bu çerçevede bugün ülkemizde bir kısım insanların zihinleri maalesef büyük oranda, bir bütün olarak Batı (Avrupa Birliği ve Amerika) emperyalizmi tarafından iğdiş edilmiş, dumura uğratılmış, felç edilmiştir. Böylece ortaya mankurtlaşmış bir kitle çıkmıştır. Genel anlamda Batı, özelde ise Amerika, zihinsel emperyalizmde oldukça başarılı çalışmalar ortaya koymuştur ve koymaktadır. 
Zihinsel emperyalizme maruz kalmış olan bir bölük insanımız, değişik şekillerde propaganda ve faaliyetler sonucu milletimiz üzerinde Amerika kaynaklı şer odaklarının ne gibi plan ve projeler yürüttüğünü bilmemektedir, bilse bile ilgilenmemektedir. Bir milletin en büyük felaketi, kendi mukadderatıyla ilgili konularda, toplumsal ve siyasi meselelerde duyarsız kalmasıdır. Bütün siyasi partilerinden önemli kurum ve kişilerine kadar herkes Amerika’nın Büyük Orta Doğu Projesine uygun tavır almaktan başka çare göremiyor ve önermiyorsa, iktidar olmak için kendini Amerika’dan icazet almak zorunda hissediyorsa, yapacağı her millî icraatta Amerika’dan izin alma gereği duyuyorsa, “ne yapalım Amerika’ya mahkumuz” duruşu sergiliyorsa orada tam bir zihinsel kötürümleşme var demektir. 
İslamcısından bilmem necisine kadar bütün siyaset esnafı, kendisini Türk milletini Amerika’nın belirlediği sınırlar içinde tutma göreviyle görevli hissediyorsa, tam bağımsızlıkçı ve özgürlükçü haysiyetli Türk millî duruşu, önemli bir siyasi damar hâline gelememiş ve milleti tarafından anlaşılamamış ya da desteklenmemişse o milletin akıbeti için hayırlı şeyler söyleme imkanı yoktur. 
Amerika kaynaklı şer odakları, insanlarımız üzerinde zihinsel emperyalizmi birkaç yolla gerçekleştirmektedir. Bunlar, ana hatlarıyla şöyledir:
Öncelikle çağımızın en bariz gerçeklerinden biri olan kitle iletişim araçlarıyla yoğun bir propaganda bombardımanına tabi tutmaktadır. Bu yoğun yanıltma, yönlendirme sağanağı altında kalan insanlarımız neye uğradıklarını şaşırmakta, sersemlemekte ve derinlemesine düşünemez hâle gelmektedir. Gazete, televizyon, sinema, bilgisayar gibi kurumlarla Amerika, propaganda işini çok iyi becermektedir. Büyük paralar aktararak gazete, televizyon satın almakta ya da büyük imkanlar sunarak kiraladığı gazetecilere kendi siyaseti doğrultusunda yayın yaptırmaktadır. 
Birçok gazeteci ve televizyoncunun Batı kaynaklı fonlardan yemlendikleri zaman zaman ortaya çıkmaktadır. Batının emperyalist politikaları, bu gazeteci ve televizyoncular vasıtayla milletimize şirin gösterilmekte ya da tek seçenek olarak sunulmaktadır. Yani ya sevdirerek ya da korkutarak Amerika’nın emperyalist politikalarına mecbur edilmektedir. Zihinler böylece bukağılanmakta, farklı çözüm yolları düşünmekten alıkonmaktadır.
Yine sinema sektörü büyük oranda Amerikan filmleri tarafından işgal edilmiştir. Sinema salonlarında, televizyonlarda, bilgisayarlarda gösterilen filmlerin büyük bölümü, Amerika’nın emperyalist politikalarını sevdirerek ya da korkutarak benimsetmeye ya da mecbur etmeye yönelik ürünlerdir. Mesela 1960’lı yıllarda Amerika Vietnam’a savaş açmış ama bu savaştan yenilerek çıkmıştı. Bu savaşla ilgili pek çok film yapmış, hepsinde de Amerikan ordusunun olağanüstü kahramanlıklar gösterdiğini vurgulamıştır. Hatta insanüstü kahraman figürler, koca Vietnam ordusunu darmaduman etmektedir. 
Bütün orduları, ülkeleri dize getiren Amerikalı kahraman asker figürünün merkezde yer aldığı filmler, aslında bizim gibi Amerika’nın sömürü alanına giren milletlerin çocuklarının zihinlerinde şu imajın uyanmasını sağlamaktadır: “Amerika çok güçlüdür. Her istediğini yapabilir. İstediği ülkeye girer, istediğini yapar ve onun karşısında kimse duramaz. Onun için Amerika ne isterse vermeli, ne yapmak istiyorsa kolaylık göstermeli, zinhar karşı gelmemeli, yoksa karşı gelen yok olur. Yok olmak istemiyorsan uslu uslu otur, onun emperyalist hâkimiyetini kabul et, onun sömürgesi olmayı içine sindir. Onun plan, proje ve politikalarına isyan etme, sadece uygulayıcı uysal bir memur ol. 
Zihinsel emperyalizmi öncelikli bulan ve bunun önemine inanan Amerika, bu konuda büyük paralar harcamaktan çekinmiyor ve meyvesini de alıyor.