‘’Zaman her şeyin en iyi ilacıdır derler! Gerçekten de öyle midir? Hele, hele zaman kaybına tahammülü olmayan konular gündemde ise… Kimi insanlar vardır zamanı en iyi şekilde kulanarak en haksız oldukları konularda dahi haklı konumuna geçerler!  Aslında kendilerini aldatırlar, bu aldatılmanın farkındadırlar ama pişkinliğe vururlar; çünkü onlar için önemli olan, o anda haksızlığın içerisinden ‘hak’ alarak çıkmalarıdır…’’

Onun içindir ki zaman; kimilerine ihanet eder, kimilerine ise hizmet! Kimileri zamana oynar; kimileri ise zamanla oynar! Doğru olan hangisidir? Zamanı mı aldatmak? Yoksa zamanla mı avunmak? Bu sorular uzar gider…

Ancak öyle bir zaman vardır ki! Bu zamanın gidişi olur da, dönüşü olmaz! Zamanla kazanılanlar kaybedilir de; kaybedilenlerin zamana sorusu olmaz? Hele, hele bu kaybedilenler ülkenin geleceği ile ilgili olacaksa eğer!

Yaşadığımız zaman dilimi gerek Türkiye’de, gerekse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde çok önemli tehditleri içermektedir! 

Ülkemizin hemen yanı başındaki komşu ülkeleri demokrasiye dönüştürme adıyla başlatılan ‘Arap Baharının’; başını Amerika’nın çektiği emperyalist ülkelerin, ustaca uyguladıkları böl, parçala, yönet senaryoları; bulunduğumuz coğrafyayı, büyüyen bir ateş topuna çevirmeyi başarmıştır!

Bu ateş topu; 

Afganistan’dan, Irak’a, Tunus’tan, Libya’ya şimdide Suriye’ye yol alarak, bölgeyi ‘kukla liderler yatağı’ yaptığı gibi; bölgede İslamiyet’le hiçbir ilgisi olmayan eli kanlı terör örgütlerinin,  kelle avcılarının, İŞİD, ÖSO, El-Nusra, YPG, PYD, Al-Faruk, Al-Thid, Al-Fatah, Al-İslam, Al-Şam, İslami Cephe v.b örgütlerin mezhep bayrağı altında savaştıkları bir cehennem topuna dönüşmüştür… 

Büyük Ortadoğu Projesinin mimarı ABD’nin, Ortadoğu’yu menfaatlerine uygun senaryolarla yapılandırdığı bu kanlı sürecin Suriye’ye de sıçramasıyla birlikte; Çarlık döneminden beri Akdeniz’e inmenin hayallerini kuran, bölgeyi Amerika’ya kaptırmamak adına, etkin bir rol almanın peşinde olan Rusya’nın da savaşa dâhil olması, ne yazık ki yaşama alanımıza yönelik büyük bir tehdit oluşturmuştur!

Ülkemiz böylesine büyük bir dış tehdit altındayken; Akdeniz’in en stratejik adası Kıbrıs’ta da etkin olmanın peşindeki emperyalist güçler; başta ABD, İngiltere olmak üzere, AB’nin dayatmasıyla; 2016 yılında adada mutlak bir çözümü öngörmektedirler…

Bu çözümün Rumlarla, Türklerin ‘Birleşik Kıbrıs’ çatısı altında birleşmesinin hedeflendiği yeni bir referandum sürecine gittiği/gideceği hepimizce malumdur.

Kıbrıs’ta henüz son söz söylenmemiştir ama çözüm kisvesi adı altında, planlaması emperyalist ülkelerce yapılmış aşağıdaki olası senaryo; Rum kesimi lideri tarafından da açıklanmıştır…

‘’Kıbrıs’ta garantilerin olmadığı, tek kimliği, tek egemenliği, tek devleti içeren 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin AB üyesi olarak devam edeceği/dönüşeceği bir yapı…’’

Devletimiz; sınırlarının ötesinde böylesine kritik bir süreci yaşarken! 

Ülke sınırlarımızın içinde 1984 yılından beri Türkiye’nin adeta kanını emen PKK terör örgütü, bu örgütün uzantıları,  eli kanlı maşaları, her türlü desteği sağlayan iç ve dış işbirlikçileri; bir dönem analar ağlamasın denerek başlatılan ‘çözüm süreci buzdolabına kaldırılıp da’ istediklerini elde edemeyince; 5 Kasım 2015 milletvekili seçimleri sonrasında ülkemizi yeniden kan gölüne çevirmişler, neredeyse ağlamayan ana bırakmamışlardır!

‘’Demokratikleşme Süreci’’ de denilen bu açılım/dönüşüm sürecinden, bugün gelinen nokta; tam bir hayal kırıklığı olup, adeta ülkemizin her yöresinden ebediyete uğurlanan şehit cenazelerinden, ülke semalarına yükselen acı dolu feryatların duyulduğu bir döneme geçilmiştir!

Ülkemizi 14 yıldan beri yönetenlerin, çözüm adına ortaya koyduğu siyasi tercihin adı her ne olursa olsun; devletimizin üniter yapısına yönelik çok tehlikeli bir tehdidi de beraberinde getirmiştir!

Bu tehdit ülkemizin dil birliğine, misak-ı milli yapısına, 92 yıldır dimdik ayakta duran ulus-devlet modeline ama en önemlisi; milletimizin birlik ve beraberliğine yöneliktir.

Ülkemizdeki siyasi aktörler, bu tehditleri çok iyi değerlendirmenin yanı sıra, milletimize izleyecekleri yolun ne olacağını çok net bir şekilde ifade etmeli; bunun da ötesinde icraatları ile göstermek zorundadırlar.

Bunun yanı sıra, Türk Milletinin milli ve ulvi değerlerinin tehdit altında olduğu bu kritik dönemi, ABD’nin yapımcılığını üstlendiği adı her ne olursa olsun, o işbirlikçi senaryolarıyla aşacaklarını sanan kimi siyasiler, kor bir ateşle oynadıklarının da farkında olmalıdırlar!

Bu ateşin adı: Türklük Ateşidir/ Bu ateş, asırlardan beri söndürülememiştir/Bu ateş, onunla oynayanları yakıp kül etmiştir/Bu ateşin kaynağı Kuvvayı-Milliyedir/Bu ateşin Ruhu, Türk Milleti’nin bedenindedir/Bu ateş milletimize 2000 yıllık tarihimizden, bu uğurda hayatlarını feda eden şehitlerimizden, Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten emanettir.

Türk Milleti’nin yapısal niteliklerini aşındırarak; ülkemizin, milletimizin birlik ve beraberliğini bozmayı hedefledikleri hayallere ulaşmak için bu yönde faaliyet gösteren o şer odakları, bu menfur hayallere asla ulaşamayacaklardır. 

Kimileri bu hayaller uğruna, herşeyi göze almış da olabilirler! Ama bu Yüce Millet, kendi iradesiyle vatanımıza olan sadakat tercihi ile bu kritik günleri atlatmasını da bilecektir.       

Kendisini Türk Milletinin ayrılmaz bir parçası olarak hisseden herkesin; özellikle bu dönemde çok dikkatli olması, hiç bir kışkırtmaya alet olmaması, en çok dikkat edeceği konu olmalıdır. 

Bu hassas dönemde herkesin hatırlamasında yarar olan bir husus vardır ki! O da devletimizin bekasını korumak ve kollamakla görevli tüm dinamikler, tüm güçler bu önemli hususun bilincinde, görevlerinin başında olup, bu kutsal görevi her ne pahasına olursa olsun yapmaya muktedirdir.

Ancak ülkemizin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden unsurlarda görev başındadır! Bu tehditkâr unsurların kullandıkları silahlar ise; Kürt, Ermeni açılımları ile Kıbrıs’tır.

Devletlerarası ilişkiler, mütekabiliyet esasına dayanır. Eğer devletlerarasındaki ilişkiler, o devletin yapısına can veren milletlerin karşılıklı menfaatlerinde haksızlıklar, hukuksuzluklar yaratıyorsa! Bu ilişkiler mutlaka gözden geçirilmeli; siyasi irade milletin, ülkenin geleceği ile ilgili hayati öneme haiz konularda; ben yaparım olur, ben yaptım doğrusu budur; icraatlarından kesinlikle kaçınmalıdır.

Anadolu coğrafyasında; emperyalist emelleri bilinen, bu emelleri tarihten gelen haçlı seferleriyle bilinen ülkelerin, yeniden yapılandırdığı sevr dayatmalarını, her kim olursa olsun; ’Bunlar, küreselleşen dünyanın gerekleridir’ diyerek. Bu teslimiyetçi senaryoları, milletimize yutturmaya, dayatmaya hakkı yoktur! 

Gerçek olan o dur ki!

Türk Milleti; istiklal mücadelesini topyekûn olarak verdiği, bedeline yüz binlerce vatan evladını feda ettiği Anadolu topraklarında kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletine sadakatle bağlıdır. Yüce Atatürk’ün kendisine emanet etmiş olduğu ilke ve inkılâplarını yaşatmaya kararlıdır. Laik, Demokratik, Sosyal bir Hukuk Devleti olmanın tüm özellikleri ile ‘Millet’ olmanın gerekleri olan; dil, din, ülkü ve bayrak birliğinden oluşan ortak paydalarıyla kendi geleceğine yön verecek tüm niteliklere sahiptir.

İmralı canisinin çizmiş olduğu yol haritası ile birtakım arayışlar, ihanetler içerisinde olanlar; şu önemli hususu göz ardı etmemelidir:

Bu ülkenin misak-ı milli haritası; 92 yıl önce; Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Arap’ıyla, Çerkez’iyle, Alevi’si Sünni’siyle; kendisini Yüce Türk Milletinin ayrılmaz bir parçası olarak hisseden yüz binlerce yurttaşımızın kanıyla çizilmiştir.

Bu kanın gönül kimliğinde; ‘’Vatan Sana Canım Feda.’’diye yazar. Mühründe ise‘’Ay Yıldızlı Bayrağımız’’vardır.

Eğer gerekirse bu büyük millet, bu kimliği aynı şekilde yeniden yazacaktır. Onun için siz başarılması asla mümkün olmayan hayallerden vazgeçiniz!

Yok, hayır: ’Biz önünde sonunda bu amacımıza ulaşacağız!’ Hatta gerekirse anayasanın o değiştirilemez maddelerini dahi değiştirttireceğiz diyerek, ısrarlarınızı sürdürecekseniz; biliniz ki asla gerçekleşmeyecek bir hayalin peşindesiniz! 

Bilesiniz ki bu hayalinize; ne tarihimizin gerçekleri, ne bu Gazi Topraklar, ne Şehitlerimiz, ne de Yüce Türk Ulusu müsaade eder.