Değerli okuyucularım diyeceklerdir ki: (Oooo sen bu konuda yaya kaldın; yazılanlar yazıldı, çizilenler çizildi...) Doğrudur. Aynen öyle olmuştur. Lâkin çoğu kimsenin düşünemediği veya pek umursamadığı bir husus var ki işte o çok önemlidir hem de hayati derecede önemli!... Şöyle ki, yegane Önderimiz Gazi Hazretleri’nin vefatından sonraki dönem içinde uygulanan “dış siyaset” günümüze kadar tek bir çizgide yürütülmüştür ve o çizgi; (Hemen her meseleyi ön yargılarla değerlendirip, ona göre şekillendirmeye çalışılması) gibi bir yanlışın ürünüdür ve de bu yanlış günümüzde dahi varlığını sürdürebilmektedir!... Bu niçin böyledir? Böyledir çünkü, bizi idare edenler; ne Gazi Hazretleri’ni ve ne de Aziz Milletimizin ön sezisini anlayamadı, onun üstün meziyetlerini ya görmedi veya görmek istemedi!... Gelelim asıl konumuza ki; önceki satırlardaki iddiamın ne derece isabetli olduğunu, doğrudan ispatlayacak bir problem meseledir!... Ne var ki, dikkatlere çektiğim bu faktör bir türlü düzeltilememiş olması bir yana, gerçekler dile getirilerek, dış siyasette değişiklik yapılmadıkça, hamaset duyguların tesirinde hareket edildikçe; mezkûr yanlış gidiş son bulmayacak ve dış siyasetimiz olumlu açıdan sonuçlar alamayacaktır!... Şu an bizim dış siyasette en önemli konu, tabi ki “Yardım Gemisi Baskını” vak’asıdır. Muhtelif gazete ve muhtelif TV’ler hiç durmadan bu konuyu işlemekte ve muhtelif tahminlerle bu uğursuz vak’aya kendilerince bir şekil vermeye çalışmaktadırlar!... Tabii ki, kahramanlık, şehitlik gibi hamaset duyguları dile getirebilecek sözler, yakıştırma ve sloganlar bezendirilmiş canlı, cansız fotoğraf kareleri de böylesi “iç siyasetlerde” birinci derecede malzeme teşkil etmektedir!... Şimdi gelelim esas meseleye. İsrail ne yapmış, “yardım malzemesi taşıyan” gemiye vahşice saldırmış. Peki, bu seviyesiz saldırıya nasıl cüret edebilmiş?.. İsrail’e verilecek ceza, pek ağır olacak gibi, beyanatlar vs. hemen her açıdan düşünülmesi icap eden pek hayati bir husustur?!! Düşünün İsrail 1948’de Devlet olarak meydana geldiğinden günümüze, hemen hiçbir çatışma veya savaşta yenilgi görmemiş ve her daim galip taraf olmuş, dahası haksız olduğu durumlarda dahi kimseye hesap vermeden, kendisini haklı bulduğu için, pervasızca hareket etmiş ve hâlâ öyle davranmakta berdevamdır... Peki bu niçin böyledir, bu gücü, bu kuvveti nereden almaktadır?... Günümüze kadar gayrı resmi şekilde edinilen bilgilere göre: “ABD, İngiltere ve Avustralya” gibi dünya idaresinde başta güreşen bir güçlü ekibin açık, kapalı yardımlarından. Evet, yanılmıyorsunuz, okuduğunuz doğrudur. Üçgeni tamamlayan son halka Avustralya’dır. O Avustralya ki; bir bölümüne İngiltere, bir bölümüne Fransa ve diğer bir bölümüne de kendi halkı sahip çıkmakta. Ancak buna rağmen aralarında herhangi bir anlaşmazlık zuhur etmeden geçinip gitmektedirler... Çünkü, onlarda komplekslere yer yok, hemen her meseleye mantık ve şuurla eğilmekte ve o açıdan değerlendirmektedirler!.. Meselâ: 1915 Çanakkale Savaşlarına iştirak eden Avustralya’nın Anzak ve Zion Mule Corps veya “Saka Taburu” olarak kayıtlara geçmiş özel Yahudi Tabur’nun hikmeti ne idi?... Her sene Çanakkale’ye gelip özel merasim yapan Anzaklar bizlere acaba ne anlatmak istemektedirler?... 1948’de İsrail’in terör estirerek, İngiliz’in “vur-kaç” taktiği neticesi Filistin’de bir Yahudi yurdu kurmasında, ne yaman oyunlar döndüğünü bazı siyasilerimizin bilmesine rağmen, görmemezliğe gelip, diğer ülkelerin siyasileri gibi davranıp: “Görmedim, duymadım, konuşmadım” taktiği ile üç-maymunu oynatıp, peşinden İsrail’in varlığını ABD ile ilk tanıyan devlet olmamızın bizlere ne kazandırmış ve neler kaybettirmiş ise, hiç mi hiç muhasebesini yapmaya yanaşmamış olmamızın altında neler yattığını dahi düşünmemiş veya düşünmekten feragat etmişiz!... 1967’de zuhur eden İsrail-Arap savaşında yüksek tirajlı malûm gazetelerimiz, İsrail’in zaferlerini alkışlamaktan adeta kendilerinden geçmişlerdi... Demem odur ki, bizler hemen her meselede günlük düşünüp, günlük yaşamaktayız ve de kahramanlık hikâyeleri bizlere yetmekte olduğundan, gerçeklerle karışınca, bir anlık şaşkınlıktan sonra, doğrudan hiddete kapılıp, sonradan söylenmesi icap eden sözü, baştan söyleyip, zor durumlar meydana getirmekteyiz!.. İster hoşlanın ister hoşlanmayın. İster sevin, ister sevmeyin. İster komşu ister uzak ülke. Nasıl olursa olsun; diplomaside yıkıcı değil, yapıcı olmak bir devletin başlıca kuralı olmalıdır. Biz öyle davranmamaktayız. Kabadayılık, mahallelerde geçerlidir. Milletlerarası meselelerde değil. İsrail’in baskın harekâtında, sözde yabancı bir gazeteci gizli resimler çekmiş de bizim TV’lere de vermiş. Meselenin aslı ile yüzde, yüz şudur: O sözde yabancı gazeteci, kendi adamlarıdır ve bizlere verilen fotoğraflar ise, aslında “İsrail Ordusu’nun propagandasını” yapmaktadır. Ve biz de bunu açıkça yutmaktayız. Aynen şehit askerlerimizin TV kanalarında ardından ağlayan kadınların görüntülenmesi gibi!... Çünkü bu görüntü de (PKK) yı sevindirir... Türkiye, İsrail savaşı diye bir savaşın olmayacağını; İsrail de, Türkiye’de bilirler. Çünkü öyle bir savaşı iki neticeyle sonuçlanır: 1- “Üçüncü Cihan Savaşı” bunun hiçbir galibi olamaz. 2- “İsrail’in ABD desteğinde yapacağı bir savaş ki, bu bir “bölme hareketi” demektir ve fakat, Anadolu’da verilecek bir “Gerillâ Hareketi ki, topraklarımızda tek bir düşman kalmayana kadar sürdürülecek ve işgalci orduyu yıpratma taktiği kullanılacaktır. Bu sebeple, İsrail böyle bir savaşa pek yanaşmaz. Dolayısıyla geride kala, kala “Diplomasi savaşı” kalmaktadır ki, işte bu noktada çok uyanık olmamız elzemdir ve lâkin, “beylik diplomasisini” bir türlü aşamamışız ki!... 1945’ten beridir, Almanya’yı, Musevi gözüyle görmekte, Musevi gözüyle değerlendirmekteyiz. Keza, Dünya Milletlerini de ABD bizlere nasıl göstermek istemişse, öyle görmekte berdevamız. Hatta, “Birinci ve İkinci Cihan Harplerini” de yine ABD görüş ve öğretilerine göre değerlendirmiş ve hâlâ aynı görüş paralelinde yorumlamaktayız. Çünkü bizler, 1950’lerden sonra hemen her şeyin hazırına rağbet etmeye başladık. Bazı siyasilerimiz, bilhassa bizleri böylesine sakat bir yola ittiler. Çünkü onlar yarınlar için düşünmemekte; “Günlük yaşayabilme” gayreti gütmekte olduklarından, halkımızın yanlış yola sürüklenmiş olduğuna öylesine bakmakta ve uyarmayı akıllarının köşesinden dahi geçirmemeyi yeğ tutmaktaydılar!.. Ne acıdır ki, böyleleri sırf kendi istekleri ön plânda olsun diye, ülkemizin kilit noktalarına o ağır yükü kaldıramayacak diplomatları getirmekten hiç çekinmemişlerdir!... Şayet nasipse, gelecek yazımda bu konuyu bir başka açıdan ele alacak ve daha detaylı işlemeye çalışacağım. Dolayısıyla, bütün okuyucularıma mutlu tatiller diliyorum efendim. Önemli not: Bu makale (4 Haziran 2010 Cuma) günü yazılmıştır.