Dış politikanın uzun süredir gündemine yerleşen Afganistan ilk günkü etkisini yaşatmasa da hala tüm hızıyla yer alıyor.Ancak bu hız Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirme hızından bile daha yavaş ilerlemeye başladı.Taliban sözcüsünün yeni kuracakları hükümete yönelik yaptığı açıklamalardan sonra konular birbirini tekrar ediyor ve bir sonuca ulaşılmadığını görüyoruz. Elbette 20 senelik ABD istilasının ortadan kalkması ile Taliban’ı terör örgütü olarak kabul eden ülkelerin şimdi yeni hükümete karşı alacağı pozisyonu ve yaşanılan şok, bu durumu zamana yayma stratejisini net bir şekilde açıklıyor.Ancak konunun böylesine yavaş ilerleyişi ve her geçen hafta üretilen ve üretilmeye çalışılan gelişmeler, kurulacak ortak denge politikasına belirli bir nokta koyamıyor.

Nihayet Taliban,  yeni geçici hükümetin göreve başlama töreni için 11 Eylül'ü seçtiğini açıkladı. 11 Eylül 2001 El Kaide'nin ikiz kule saldırısının yıldönümü. Ne kadar da tesadüf ve sembolik bir tarih.. Taliban bu törene  resmi olarak Türkiye, Rusya, İran, Pakistan, Çin ve Katar'ı davet etti. Sonuçta ABD'nin çekilmesi ile bölgedeki kaos tehdidinin muhatabı olacak olan bu  ülkelerin davetli olmasına şaşmamak gerek.

 Afganistan konusunda alınacak ve alınması gereken politika üzerine konuşulmayan söz,yazılmayan konu kalmamıştır. Bu konuda her kesimin ,her düşüncenin yer aldığı bir çok mecralara denk geldik ve hala sürekli aynı şeyleri tartışıp duruyoruz. “ABD neden çekildi?, Kabil havalimanın işletilmesi, Afgan göç meselesi , Ülkelerin Talibanı tanıması, Terör yuvası olan bölgedeki dengeler…” ve daha nicesi tartışıldı,konuşuldu. Elbette bu durum birçok üst makamlarca analiz ediliyor ve yapılacaklar Türkiye çıkarları üzerine belirli kararları barındırıyordur. Konunun çok da uzatılmaması ve öncelikli dış politika konularına aynı hız ve yönle ilerlenilmesi önem arz ediyor.

Taliban’ın ilk dış politika hedefi,  bölge ülkelerinin özellikle davet listesinde yer alan ülkelerin yeni hükümeti tanıması yolunda ilerleyecek gibi duruyor. Türkiye tanıma konusunda diğer ülkeler ile çıkarlarına ortak ve güvenlik kaygılarına yönelik hareket etmelidir.

Sadece Afganistan'a  değil aynı zamanda odağımızı hali hazırda bekleyen önemli dış  politika konularına da yönlendirmeliyiz. Bölgede yaşanan şok ile Körfez ülkelerinde oluşan denge arayışının üstüne gidilmeli, tıpkı Mısır ile olduğu gibi  'ülkeler arası geri dönüşü olmayan söylemleri' unutturan hamleler ile BAE olan yakınlaşmanın benzerini Suriye ile de gerçekleşmeli (Mısır'sız savaş Suriye'siz barış olmaz - Kissenger)

mülteci sorununa ivedilikle çözüm üretmeli , Ortadoğu kazanının altını kısık ateşe almalı, Doğu Akdeniz’deki meşru haklarımızı unutmak isteyenlere tekrar hatırlatmalı, Kıbrıs'ı vurgulamalı, ticari,ekonomik ve kültürel ilişkiler üzerine Türk Birliği güçlendirilmeliyiz.

Dış politikaya yön verenlerin çıkarına ortak olmaktansa ,Türkiye’nin yön verdiği politikada denge kurucusu olmak,bunca jeopolitik güç ve diplomatik zeka ile dünya gündeminde yer almak zor değil. Tabi bu söylenilenlerin yapılması için; kan kusan ama “kızılcık şerbeti içtim “ diyebilen, kuru ekmek varsa hala “şükür “ diyebilen; demek zorunda bırakılan, gururu, onuru için yaşayan halkın ekonomi depremindeki yaralarını sarmadan da  ne yazık ki çok zor. Milli duyguları canlandırmak adına ülke dışına, iç veya dış politika aracı olarak hiç farketmeksizin, yapılacak operasyon da kaybedilecek her can, Türk halkının psikolojisini derinden yaralayacaktır. Bu sebeple Afganistan, İdlib ve terör yuvasına dönen bölgelerde her iki denklemi de hesap ederek hareket etmek muhattapların görevidir.

Sağlıklı ve mutlu günler dilerim.