Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın deyimi ile 2002’de Türkiye Baharı yaşanıp AK Parti iktidara geldikten sonra, Türk devletinde büyük bir yönetim değişikliği yaşandı. Her şeyden önemlisi “Borç vermenin şartı olarak emir vermeyi” ön şart koşan IMF’ye bakış açısı değişti. Dolayısıyla borç veremeyince “emir veremez” duruma geldi paranın patronu.
Nihayet yakın tarihte Türkiye’nin IMF’ye borcu sıfırlandı.
Oysa, çok eski değil; Türkiye, memur-emekli maaşlarını ödeyebilmek için IMF’den gelecek parayı bekleyen bir ülke idi.
Kısaca; ekonomik özgürlük, birçok özgürlüğü de Türkiye açısından getirmiş oluyordu.
Bu bir!
Xx
İngiltere’nin büyük gazetesi Financial Times 2009 yılında Türkiye’nin yeni dış politikasına geniş yer verdiği yazısında, Türkiye’nin Balkanlardan Bağdat’a kadar eski Osmanlı topraklarında artan etkinliğine vurgu yapıp, “Ankara, yıllarca yüzünü Batı’ya çevirdikten sonra, bir zamanlar padişahları tarafından yönetilen topraklarla yeniden bütünleşti. İktidardaki AK Parti, Türkiye’nin, Müslüman dünyasının liderliğinde ve uluslararası diplomasinin en üst kademelerinde yeniden bir yer edinmesi amacıyla Balkanlar’dan Bağdat’a uzanan bu topraklarda yeniden angaje oluyor” diyordu.
Yazının devamında  ‘Boyunu aşma” kabilinde, uyarı niteliği taşıyan bir ifade vardı:
“Ancak Müslüman dünyasında liderlik rolü üstlenmeye yönelik arayış, Türkiye açısından kapasitesini zorlayıp “boyunu aşma” riskini de beraberinde getiriyor” deniliyordu. Devamındaki cümle daha da anlamlıydı:
“Türkiye kendisini küçük bir ortak olarak gören ülkelerle rekabete girişmesi durumunda, Ankara’nın Avrupa Birliği’yle sürtüşmeleri artabilir. Türkiye’nin Ortadoğu ile ilgili tercihleri, ülkenin kimlik krizine bağlı gibi görünüyor.”
İran’ın nükleer silah programıyla ilgili  olarak Washington ve Brüksel’in Erdoğan’a baskı yapacağı belirtilen yazının ileri satırlarında aynen şu ifadeler vardı:
“Türkiye’nin diplomatik girişimlerinin hızı ve kapsamı, hem Türk, hem de Batılı gözlemcilerin arasında soru işaretleri yaratıyor. Bu nedenle, yeni politikaların ne ölçüde eski müttefiklerini rahatsız edebileceğini değerlendirmesi gerek.”
Aynı yazıda düşünce kuruluşu Centre for European Reform’dan Katinka Barysch şöyle bir değerlendirme yapıyor:
“AB üyeliği için müzakereler yapan NATO üyesi Türkiye’nin, ABD ve Avrupa’yla aynı doğrultuda hareket etmesi beklenir. Türkiye ayrıca bölgesel bir güç olarak, bağımsız hareket etmek ve komşularının düşmanlığını kazanmaktan kaçınmak isteyecektir. Ankara’nın, zor tercihler yapmaktan daha ne kadar süre kaçınabileceği, net değil.”
“Büyüyen ekonomik gücü ve diplomotik kabiliyeti Washington ve diğer başkentlerin karşı karşıya bulunduğu en zorlu sorunlar konusunda etkin olmasına imkan sağlıyor” tespitini de yapıyor, Financial Times ve ekliyor: “AK Parti’nin açılımında en önemli silahı din değil, Ortadoğu ile ticaret. 2004 yılında Ortadoğu ile ticaret yüzde 12.5 iken, 2009’da bu rakam yüzde 20’yi aştı.”
Gördünüz mü, fincancı katırları nasıl ürkmüş? 
Bu iki.
Xx
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün  Dışişleri Bakanı olduğu dönemde İstanbul’da yapılan İslam Ülkeleri Ekonomik Kalkınma Forumu’nu izlemiştik. Çok detaya girmeden bu toplantıdaki önemli bir konuyu hatırlamakta yarar var. O toplantıda, birkaç İslam ülkesinin Devlet Bakanları konuşmalarında “Coğrafyamızda bugün yaşanan sıkıntıların temelinde Osmanlı’nın bölgemizden ayrılması yatmaktadır. Bugün Türkiye yeniden Osmanlı’nın rolünü üstlensin, ülkem adına Türkiye’ye tabi olmaya söz veriyorum” şeklinde taahhütlerde bulunmuşlardı.
Evet; Arap baharı denen dalganın vurduğu ülkelerdi bu taahhütlerin sahipleri. 
Bu üç.
Xx
Yukarıda bahsettiğimiz toplantının gerçekleştiği tarihlerde Türkiye ile iyi bir ilişkisi olan Suriye son zamanlarda bir iç savaş yaşıyor. O toplantıya bizzat katılan Beşar Esad şimdi özellikle Başbakan Erdoğan’a düşman kesilmiş durumda.
Bakın Esad Rus televizyon kanalı Russia Today’e Kasım 2012’de verdiği ropörtajda neler söylüyor:
“Erdoğan kendisini Osmanlı’nın yeni sultanı olarak görüyor ve Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki gibi, tüm bölgeyi kontrol edebileceğini düşünüyor. Halife olduğunu sanıyor.”
Batı İslam dünyasının son yıllarda birleşme, elbirliği yapma hamlelerini durdurmak için harekete geçti. Yakın tarihe kadar Türkiye ile gayet iyi ilişkiler kurmaya gayret eden, Esad bugün “Türkiye’nin tüm bölgeyi kontrol edebileceğini düşünmesini” şikayet ediyor. Oysa, aynı salondaydık, İslam ülkeleri, hatta kendi bakanı “Türkiye’ye tabi olmaya söz veriyoruz” derken.
Konuşmalardan anlamamız gereken “Türkiye bölgeyi kontrol etmek istiyor” mu olmalı, yoksa bölge ülkeleri “Türkiye’nin kontrolüne girmek istiyor” mu olmalı, siz karar verin!
İşte Esad, bu birliği bozmak isteyen batılı ülkelerin kumpasına geldi. 
Bu dört.
Xx
Gezi Parkı hadiseleri, son 6-7 yılda cereyan eden bu olayların peşinden geldi.
Ekonomik özgürlüğünü elde edip, “emir almaktan kurtulan” bir Türkiye kimsenin işine gelmiyordu. Üstelik, ticaret hacmini geliştirmiş, Ortadoğu ülkelerinin sevgisini, güvenini “tabi olacak kadar” kazanmış, bir Türkiye’yi istemeyeceklerdi.
Oyuna gelmemek için, oyunu iyi okumak gerekir. 
Bu da beş.