New York'ta Birleşmiş Milletler binasının karşısında yer alan merkezi yerde 17 metre yüksekliğinde Türkevi açılışı gerçekleşti. Temeli 2017 yılında atılan binanın açılışı Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yapıldı.BM Daimî Temsilciliği ve New York baş konsolosluğunun da yer alacağı Türkevi binasının Selçuklu ve Osmanlı mimarisinden esinlenerek inşa edildiği söyleniyor. Türkevi’nin açılışı önemliydi,  uluslararası topluma barışçıl ve çok kutuplu bir diplomasi vizyonu sundu ve yine açılışta alışkanlıkların dışında bir protokol ile karşılaştık.  

Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu açılışta ilk konuşan oldu. Konuşmasında '500 yıllık hariciye tarihinin önemini ve projenin gerçekleşmesinde büyük emeği olan merhum eski Dış İşleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’e rahmet ve minnetlerini' vurguladı. Ayrıca yapılan girişimle “Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkarmanın mücadelesini veriyoruz “sözleri çok önemliydi. 

New York'un en prestijli yerinde “Dünya 5’ten büyüktür” inancıyla BM binasının karşısında Türkevi’nin açılışı istiklal marşımızla başladı. Vatanına sevgi ve sadakatle bağlı olan her vatandaşın bu özel tarihi görüntüler ile birlikte sevinç ve gurur yaşadığını söylemek doğru olacaktır. Ancak dediğim gibi açılışta protokole dahil olduğunu gördüğümüz Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın konumu dünya kamuoyuna verilen yeni dünya ve çok yönlü diplomasi mesajının farklı olduğunu gösteriyor. 

Biliyorsunuz , geçtiğimiz günlerde Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Yargıtay Yeni Hizmetler Binası açılış töreninde de dua etmiş, dualı açılış çok konuşulmuş ve tepki ile karşılanmıştı. Yargıtay binasının açılışından sonra, Türkevi binasının da Erbaş duası ile açılışı dikkat çekiyor. Bu durum da laiklik kavramı açısından sistemsel endişeler ile birlikte diplomasinin farklı bir boyuta doğru ilerlediğini gösteriyor. Yaptığı açıklamalarla sıkça gündeme gelen Erbaş’ın Türkevi açılışında da protokolde yer alması laik devlet statüsünde oluşturabileceği etkiyi ve dünya ülkelerine yansıyan görüntüyü aynı alanda incelemek gerekiyor.  

Türkiye'nin dış politikasında din önemli bir rol oynamakta mıdır? 

Aslında;  siyasi, kültürel ve ekonomik diplomasinin yanında, çok yönlü diplomasiye din diplomasisinin de dahil olduğunu ve yeni bir dönemin başlangıcı olarak ; Ayasofya Cami’sinin açılışı öncesi ve sonrasında dünyada yaşananlar ile şahit olduk. Dünyaya sunulan İslam,  tarihsel gelişiminde insan olgusunu ön planda tutan, gelişen bilim ve teknoloji standartlarına insanoğlunun gereğinin gerçekleştirdiği bir ilim olarak açık zihinle kabul eden, barışın ve hoşgörünün dünya siyasetini pozitif bir güce çevirdiği sürece, bu girişimler dinler arası diyalog trendini yükselten bir faktör olacaktır. Zira, Avrupa’da özellikle Fransa üzerinden artan İslamofobi algısı, Balkanlarda son dönemlerde dünyanın gözü önünde yapılan dini ve etkin baskınlar ve son olarak özellikle Afganistan’ın şeriat kanunları ile yürütülen insani haklara, kadınlara değer vermeyen  “İslam ülkesi” olarak tanımlanması ve oluşturulan dünya üzerindeki İslam dini algısını negatif görüşlere maruz bırakıyor. 

Uluslararası ilişkiler siteminin tarihi açısından incelendiğinde modern devletler sistemi ve egemenlik kavramları din ve mezhep olgularının dış politikanın dışında tutulması üzerinde kurulmuştur. Bu görüş Westphalia Anlaşması’ı ile başlamış Avrupa’da din, iç politika ve dış politikada ekseninin dışında tutulmuştur ve Batı ve Avrupa eksenli bir bakış açısıyla uluslararası sitem içinde yer almış, seküler rejimlere zemin hazırlamıştır. Bu bakış açısı 20. Yüzyıl boyunca tüm dünyada kabul gören Avrupa-merkezli uluslararası ilişkiler anlayışının tüm dünyaya kabul ettirmiştir, günümüz modern sistemde de uygulanılmaya devam etmektedir. 

Ancak bu bakış açısında kırılmalar yaşandığını özellikle 11 Eylül sonrasında ‘din’ üzerinden yapılan medeniyetler çatışması tezinin tekrar gündeme gelmesiyle, Batı toplumlarının dış politika ve iç politikada dini temalara odaklandığını görmekteyiz. Fransız Cumhurbaşkan’ı Macron’un İslami değerlere hakarette bulunan dergileri, toplumsal hareketleri , Fransa’da yaşayan Müslümanlara yönelik yapılan taşkınları desteklemesi ve geçen sene yaz aylarında Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilimli ilişkilerde İslamofobik söylemlerde bulunarak siyasi diplomasi trafiğini farklı bir boyuta çevirme girişimi en büyük örneklerden biridir. Öyle ki 2022 Cumhurbaşkanlık seçimlerinde aday olacak Eric Zammour’da şimdiden İslam'ı ve Müslümanları hedef alan söylemlerine başladı. Bu sebeple aslında Batı merkezli dayattırılmaya çalışan uluslararası ilişkiler anlayışının Batı ülkeleri tarafından değişime yönlendirildiğini görüyoruz. 

Türkevi’nin Türkiye’deki yankılarına bakacak olursak ; halkın geneli tarafından olumlu karşılanan bu durum diğer taraftan da ülke içindeki ekonomik sıkıntıların ve imkansızlığın vermiş olduğu psikolojide farklı yorumlanmaya neden oldu. Son zamanlarda yaşanan geçim sıkıntısı, halkın üzerindeki fahiş fiyatlar baskısı, öğrencilerin yurt ve ev bulma konusundaki zorlukları sürdürülebilir yeni vizyon anlayışına etkisi olumlu olmayacaktır. 

Ekonomik sorunların yanı sıra öncelikli konulardan biri de ; Türkiye’nin göç politikası ve halkın sığınmacılara karşı gösterdiği tepkilerdir. Bu konuda ilerleyen zamanlarda gerilimli günlerle karşılaşmamak adına , talepleri dinlemek ve bunun üzerine öncelikli diplomasi girişimlerde bulunmakta önem arz ediyor. Özellikle Suriye konusunda uzun vadeli adımlar atılması ve Birleşmiş Milletler Zirve’sinde masada ilk olarak göçmen konusunun konuşulması ve ülkelerce ortak hareket edilmesi gerekiyor. Türkiye'nin sığınmacılara yönelik muazzam cömertliğinin takdir edilmesini dinlemek dışında dünya ülkelerinin de göç politikasına yönlenmesinde baskı uygulamak doğru seçeneklerden biri olacaktır. 

Son yıllarda yaptığı dış politika girişimleri ile dünyaya damga vurmuş Türkiye’nin, medeniyetler çatışmasında çok önemli bir yere sahip olduğunu bilmeliyiz. Bu yüzden din , siyaset ve uluslararası kamuoyu ile oluşturulan tavır, Türkiye’nin gelecek stratejileri açısından çok önemlidir. Bu durumun uzman analistlerce değerlendirilip olumlu ve sorun yaratabilecek gelişimlerin öngörü ile analiz edilmesi gerekir. Bununla birlikte iç siyaset faktörlerinde halkın taleplerini ve olaylar karşısındaki tepkisel gelişimini de ön planda tutmak gerekiyor. Belirli dönemlerde sağ-sol, Alevi-Sunni, Türk-Kürt kavramlarıyla ayrıştırılmaya çalışılmış ve kaosa sebebiyet veren durumların şimdi ise Laik-Müslüman ayrımı yaşattırılarak oluşturulabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Son olarak unutulmamalıdır ki, Türkiye’nin dış siyasetteki vizyon duruşunun desteklenmesi ,iç siyasette oluşturulan denge ile mümkün olabilir.

Sağlıklı ve mutlu günler dilerim.