Silahlar sussun deniliyor. Teröristler ve devlet iki eşit taraf gibi nazara veriliyor. Sanki iki ayrı devlet orduları; şu veya bu sebeple savaşıyorlar da, aralarında artık barış yapılsın deniyor. Seyirciler de rahatsız oldukları bu durumun sona ermesini istiyorlar. İki tarafın aynı zamanda ve kesinkes silah bırakmasını söylüyorlar. İşte yanılgı burada başlıyor. Yahu, taraflardan biri devletin meşru / kanuni güçleri, polisi, askeri, jandarması. Diğeri; silahlanarak dağa çıkmış ve fırsat bulduğu her yerde terör estiren; üstelik, çeşitli maddi-manevi dış bağlantıları olan azılı bir tedhiş örgütü. Türk Ordusu vatan, millet ve devleti savunuyor. Bu uğurda -yıllardır- şehit veriyor, gazi oluyor. Teröristlere göz açtırmıyor. Zamanla bazı düzeltilecek hususlar olsa da, bu; kimilerinin silahlanarak dağa çıkmasını, kan dökmesini, dehşet estirmesini mazur göstermez. Zira devlete, millete, vatana zarar verici hiçbir faaliyete inancımız cevaz vermemekte, caiz görmemekte, yurt içinde silaha başvurarak yapılacak bir düzenlemeyi hoş ve meşru saymamaktadır. Nitekim A’raf suresinin 33. ayeti kerimesi bunu amirdir: “Rabbım,…haksızlıkla bağyi (haksız yere isyanı)…haram buyurdu.” Bigayri hakk (haksız yere) bağyi (isyanı) – (yani) haddini tecavüzle cana, male, ırza, ya’ni haysiyet ü hukuka teaddi ve zulmü (haram kıldı.) – bigayrilhak (haksız yere) kaydi bağyin (isyanın) mazmununu (içeriğini) tasrih (açıkca belirtmek) ve te’kid (doğrulamak) tır. Çünkü bihakkın (haklı) olan, bağy (isyan) olmaz. (Yani haklı isyan yoktur. Yurt içinde hakkını; isyan ederek almaya kalkana izin verilmiyor. Kalkıştığı an, haklıyken haksız olur.) (Hak Dini Kur’an Dili, Elmalı’lı M. Hamdi Yazır, Cilt:3, 1979 s: 2155) Elbette terör bitmeli. Terör durmalı. Fakat yılgınlık gösterip, taviz ve ödün vermeye kalkışınca; terör kazanır. Bu; terörü daha da arttırır. Giderek “Hel min mezid?” / “Daha yok mu?” dedirtir. Nitekim, silahların susması gerektiği söylendiği, bir şeylerin yapılacağının ip uçları göründüğü bir sırada, terör can almaya bir kat daha hevesli görünmekte, şiddetin dozunu giderek daha da arttırmaktadır. Çünkü: “Aç olan canavara karşı tahabbüb etsen (sevgi beslesen); merhametini değil, iştihasını açar. Sonra döner, geliyor; tırnağının, hem dişinin kirasını senden ister.” Üstelik, bu isteklerin sonu gelmez. Kim demiş: “Terörle bir yere varılmaz.” diye? Bal gibi varılıyor işte! Nasıl mı? Bir an önce bitsin diye taviz vermeyi göze almakla! Zaten terörün varmak istediği de budur. Terör; sabrımızı ölçmektedir. “Men sabere zafere.” / “Sabreden kazanır.” Sabrımızın bittiği yer; terörün kazandığı andır. Nitekim zafer; hasmından bir dakika fazla dayananındır. Kaldı ki, bu iş; birkaç bin teröristin işi değil. Arkasında -maalesef- büyük dost bildiğimiz, NATO’da müttefikimiz, Soğuk Savaş’ta yıllarca ordumuzu dünya barışı uğruna teyakkuz halinde tuttuğumuz ve NATO’nun dolayısıyla ABD’nin emrine amade kıldığımız ABD var! Girmek için can attığımız ve bu uğurda Türkiye’nin geleceğini -İkiz Yasalar ile- tehlikeye attığımız AB var! Bütün yaklaşımlara rağmen kısmen Rusya var! Velhasıl, var oğlu var! Görünüş zahiri ve aldatıcıdır. Elbette inandırıcı masumane istekler uğrunda mücadele ediyormuş görüntüsünü; teröristlere vermek ve onları davalarına inandırmak gerekiyordu. Bu yapıldı. Çünkü en tehlikeli yalan; yarısı doğru olan yalandır. Zira çürütülmesi zordur. Gerçek sanılır. Teröristler; işte bu doğru gibi görünen davalarına inandırılmış samimi gençlerimizdir. Fakat dış güçlerin amacı; kardeş çocukların kavgası sonucunda her ikisine de hükmetmek isteğidir. Çünkü iki pehlivan dövüşürken; bir çocuk, her ikisini de dövebilir. Aynı milletin evlatlarını kapıştırmak isteyenler; bu güzel toprakların ne Türklerin ne de Kürtlerin olmasını ister! Nitekim bir Amerikalı tarihçinin; kendisine: “İstanbul ne güzel bir şehir değil mi?” diye söyleyen bir Japon tarihçisine verdiği şu çok düşündürücü cevabı, basında görmüş olabilirsiniz.: “İstanbul güzel bir şehir ama, bir de Türklerin olmasa!” X Zira bu topraklar; bir cevher, bir altın, bir yakut değerinde; hatta bunlar da değerini belirtmeye yetmeyen kuru örneklerdir. Yoksa Türkiye’nin dağ ve taşlarının değeri hiçbir zaman ölçülemeyecek kadar yüksek bir kıymet ifade eder. Nitekim şair’in: “Bu şehr-i stanbul ki bimisl ü behadır Her sengine yekpare Acem mülkü fedadır” Dediğini bilirsiniz. Emin olun ki, Türkiye’de Kürt değil; Kürtçülük meselesi vardır. Yani menfi milliyet / menfi milliyetçilik; yani koyu bir ırkçılık davası vardır. Ve bu diğer unsurları da, olumsuz mahiyette etkileyecek bir doza eriştirilmek istenmektedir. Türkiye’yi parçalamak için yanıp tutuşanlar, diğer unsurlardan kandırdıklarını da pusuda bekletmektedirler. Zamanı geldiğine inandıklar an, o düğmelere basmakta tereddüt etmeyeceklerdir. Ama: “Birkaç kişinin ilhadı(dinden çıkması)yla, bir milletin ilhadı muhal.” Dediği gibi şairin, herhangi bir unsurdan birkaçının bozulmasıyla, hepsinin aldanacağını sanmak büyük bir yanılgıdır. Boş bir hayaldir. Çünkü bu millet; her an dağılması melhuz olan / umulan bir karışım değil; ayrışması imkansız bir sentez, bir terkiptir. Evet, her şeye rağmen Kürt kardeşlerimiz olsun, Çerkez, Laz, Gürcü, Abaza, Arap v.s. olsun; hepsi Türk Milleti’ni teşkil eden bütün unsurlar olarak; tam bir şuur içinde; devlet, millet ve vatanı ile bölünmez bir bütündür. Esastaki birliğimiz ayrıntılara feda edilmemekte: “İnneme’l-mü’minune ihvetün.” / “Müminler / İnananlar ancak kardeştirler.” (Hucurat:10) İnanç kalesi; hepimizi bir arada tutmanın sırrını, vicdanlardan kulaklara fısıldamaktadır. Zira bu millet; isimleriyle, inançlarıyla, aynı topraklarda bulunmalarıyla kader birliği içindedirler. Hiçbir güç; bu millet kalesinin surlarından bir tek taşı bile oynatmaya muvaffak olamayacaktır. İspatı mazidir. Mazi istikbalin aynasıdır. 18. asırdan beri bu milleti bölmeye muvaffak olamayışları; bundan sonra da, bölemeyeceklerinin müşahhas / somut bir delil ve kanıtıdır. Çünkü Türk Milleti, bir beden gibidir. Her unsur onun beden, uzuv ve organlarından birini teşkil eder / oluşturur. Nasıl ki beden organlarının hayatlarını idame ve devam ettirmesi; aynı vücut içinde bulunmalarına bağlıdır. Türk Milleti’ni meydana getiren unsurların hayatiyeti de, aynı milliyette, aynı inançta, aynı ortak dilde oluşumuzdan kaynaklanmaktadır. Tarihsel süreç; çeşitli kavimleri Anadolu’da Türklerin başı çekmesi, önderliği ve bahadırlığı ve devlet kuruculuğunda ve saflarında ehliyetli her unsura layık olduğu değeri vererek, asırların ötesinden gelen bir yoğuruşla, kıvama getirerek bugünkü terkip ve oluşumu ortaya çıkarmıştır. Artık Türk Milleti’ni bu topraklardan kimse söküp atamaz. Nitekim Ankara’dan geçmekte olan asrın alimi; kalede, nazlı nazlı dalgalanan al bayrağa bakarak; istikbale yönelik şu veciz sözleri sarfetmekten kendini alamamıştır: “Küfrün belini kırmışım. Artık hiçbir kuvvet; Anadolu’nun göğsünden imanını söküp atamaz.” X Sözü; Koca Akif’imizin çok anlamlı beytiyle bitirelim: İman ki, o cevher; İlahi ne büyüktür. İmansız olan paslı yürek, sinede yüktür. X Evet bu mübarek millet; bizatihi değil; Allah tarafından bizzat seçilmiştir. Nitekim: “Rahmet-i İlahiyeden ümid kesilmez. Çünki: Cenab-ı Hakk, bin seneden beri Kur’anın hizmetinde istihdam ettiği (görevlendirdiği) ve ona BAYRAKTAR TAYİN ETTİĞİ bu vatandaşların MUHTEŞEM ORDUSUNU ve muazzam cemaatini, muvakkat (geçici) arızalarla İNŞAALLAH perişan etmez (yani etmeyecek). Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame (ve devam) ettirir (yani ettirecek).” İşte, böyle asil bir milletin sırtı, yere getirilmek isteniyor ! Genç Kürt kardeşim dikkat! Bilhassa tarih seni, Türk kardeşinle deniyor !