Tefekkür - Name KARINCA GÖZÜYLE
Muhsin BOZKURT
Birden durdu ve basmak üzere olduğu sağ ayağı, havada asılı kaldı! Az kalsın binlerce karıncayı ezmiş olacaktı! İyi ki görmüştü. Yoksa, çok üzülecekti. Hemen geri çekildi. Karıncalara doğru eğildi. Onları seyre koyuldu. Beton parke üstünde bir oraya bir buraya koşuşarak, düğün bayram ediyorlardı sanki. Hikmet Efendi başını iyice eğdi. Bir Karıncayla hal diliyle konuşmaya başladı:
“Hayırlı sabahlar.” Başını kaldıran Karınca:
“Sana da Ademoğlu.” Dedi. Hikmet Efendi hayretini belli ederek:
“Ne bu mahşer gibi kalabalık?” Karınca, başını şöyle bir yana eğip kıvırarak:
“Eeee dedi, uzun bir kıştan sonra…Hele ışıl ışıl güzel bir sabahta…”
Hikmet Efendi başını sallıyarak:
“Haklısın galiba.” Dedi. Karınca devam etti:
“Bizler coşmayalım da, kimler coşsun?”
“İyi güzel de, gezip tozacak yer mi burası?” Karınca omuz silkerek:
“Nesi var?”
“Yok bir şey…Fakat biraz ötede, yem yeşil çimenlerde, çiçekler arasında güzel kokular ortasında dolaşmanız daha iyi olmaz mıydı?” Bu sefer Karınca hayret etti bu soruya:
“Buradan ala yer mi olur azizim? Bak ne kadar düz, hem çok da rahat hareket edebiliyoruz.”
“Orası öyle ama…”
“Ne görüşümüze engel, dev gibi otlar var önümüzde, ne de ayağımıza takılacak çalı çırpı? Üstelik güneşimize gölge eden de yok…” Hikmet Efendi elini yanağına götürerek:
“Bundan iyisi can sağlığı desene…” Karınca başını salladı, bilgiç bilgiç:
“Evet öyle.” Hikmet Efendi, ciddi bir şekilde:
“Doğru söylüyorsun, fakat hayatınız tehlikede!” Karınca şaşırdı birden:
“Tehlikede mi?” Hikmet Efendi, gayet sakin:
“Tehlikede ya.”
“Demek öyle?”
“Evet, hem de topluca!...” Karınca, ilk şaşkınlığını atmıştı üzeriden. İnanmak istemediğini, her haliyle belli etti:
“Ama nasıl olur? Biz tehlike falan görmüyoruz!”
“Nasıl oluru var mı? Güle oynaya kaynaştığınız bu yer!” Karınca ister istemez meraklandı:
“N’olmuş bu yere?”
“N’olacak, biz insanların, her zaman gelip geçtiği, ayak altı bir yer!”
“Yani?”
“Yanisi manisi var mı bunun? Herkes sizi görüp ezmiyecek kadar dikkatli olamaz! Farkına bile varmadan, binlercenizi birden ezebilirler!”
“Tehlikenin varlığına inansam bile, bunları Karınca Milleti’ne anlatamam ki, yani onlar bunu anlıyamazlar!”
“Ne demek anlıyamazlar?”
“Daha önce belirttiğim gibi, biz Karıncalar, uzun bir kışı toprak altındaki yuvalarımızda geçirdik. Sabırsızlıkla bu güneşli günleri bekledik. Allah’ın lutfuyla bu güzel bahar günlerine tekrar kavuştuk…Yuvalarımızdan heyecanla çıktık…Hasret kaldığımız gün ışığında, doya doya gezmek istedik…Biz bu duygular içinde, toprak üstüne çıktığımızda, yakınımızda bulunan, bu sıcacık düzlüğü gördük. Tabii, çok sevindik, çok da hoşumuza gitti. Engebeli yerde yürümenin zorluğunu, elbette bilirsin.”
“Bilmez miyim?”
“Biz senden iyi biliriz. Çünkü toprağın yüzü, biz Karıncalar için hep çalı çırpı, taş çakıl gibi çeşitli engebelerle dolu…Tabii, bu dediklerimi tam olarak anlaman için, Karınca kadar küçülmen, karınca gözüyle bakman lazım.”
“Karınca gözüyle mi?”
“Evet ya, Karınca gözüyle! Çünkü biz Karıncaların bir kısmı, ancak bir kaç santim önünü görebilir. Bazılarımız bundan da mahrumuz!”
“Yani körsünüz! Aman Allahım!”
“Körüz ama duyargalarımız var. O, göze ihtiyaç bırakmaz. Boşuna üzülme! Yaratan en iyisini bilir.”
“Pekala, sizin gözünüzle bakmaya çalışacağım.”
“Ha şöyle, şimdi daha kolay anlaşacağız.”
“İnşallah.”
“İşte o zaman, bu beton mu meton mu her neyse; bu düzlüğün bizim için nasıl bir nimet olduğunu belki anlarsın…Nitekim bizler anlamışız ki, hep bir arada güneşin tadını çıkarmaya çalışıyoruz.”
“Fakat şey…”
“Şeyi meyi bırak. İşte tam bu sırada çıkıyorsun ortaya, bize tehlikeden falan bahsediyorsun! Biz o dediğin tehlikeyi burada göremiyoruz. Bu yüzden dediklerinden de, pek bir şey anlamıyoruz!”
“Şimdi sen, binlerce Karıncanın mahvına, göz göre göre seyirci mi kalacaksın?” Karınca boynunu bükerek:
“Elimden bir şey gelmez!”
“Hiç olmazsa bir dene.”
“İyisin hoşsun Ademoğlu, fakat yanlış düşünüyorsun!”
“Ben mi yanlış düşünüyorum?”
“Evet sen!”
“Nasıl?”
“İnsan gibi düşünerek!”
“Hay Allah iyiliğini versin. İnsan gibi düşünmek yanlış mı?”
“Hayır doğru!”
“Hoppalaaaa, biraz önce yanlış diyordun.”
“Bak Ademoğlu! İnsan gibi düşünmen doğru, ama insanlar için olmak kaydıyla. Halbuki bizler Karıncayız. Çevremize Karınca gözüyle bakarız. Karıncalar içinse, insan gibi düşünmenin manası yoktur. Yani yanlıştır!”
“Evet anlıyorum.” Karınca şöyle bir doğruldu. Duyargalarını Hikmet Efendiye çevirerek:
“Hem siz bizden farklı mısınız?”
“Sen! Ne demek istiyorsun?”
“Demek istiyorum ki, biz Karıncalar, siz insanlar gözünde nasılsak, siz insanlar da, Ruhaniler ve Melekler gözünde öylesiniz.”
“Yani, burnumuzun dibini göremediğimizi mi söylemek istiyorsun?”
“Ha şunu bileydin.”
“Bizim iyi bulduğumuz bir şeyin, sen bazen tehlikelerle dolu olduğunu söylüyorsun.”
“Evet.”
“Demek ki, biz Karıncaların iyi sandığımızda kimi zaman kötülük, kötü sandığımızda ise iyilik olabiliyor. Ama biz bundan habersiziz. Haberli olmamız da mümkün değil. Anlaşılan plan dairesinde, serbest hareket ediyor gibiyiz.”
“Evet bir plan dairesinde, serbest hareket ediyor gibisiniz.”
“Yoksa, yanılıyor muyum?”
“Hayır, gerçekten öyle.”
“Fakat ey insanoğlu! Bilmem farkında mısınız? Aslında, sizin de pek farkınız yok bizden!”
“Nasıl?”
“Bir trende serbest hareket ediyor gibisiniz. İster yatın ister kalkın, isterseniz trenin arkasına doğru yürüyün; velhasıl ne yaparsanız yapın! Yani, siz isteseniz de istemeseniz de, tren gideceği yere doğru yol alır.”
“Yani -gereken bizce yapıldıktan sonra- iş, olacağına varıyor desene.”
“Evet, aynen öyle.” deyip, duyargalarını oynatarak diğer karıncaların arasında gözden kayboldu.
Bitti.
Yorumlar