Değerli Okur:

Aşağıda okuyacağınız konferans metnimi bundan 5 yıl önce kaleme aldığım ‘’ÖNCE VATAN’’ isimli kitabımın yayınlandığı dönemde kaleme almış, davet aldığım pek çok yerde yurttaşlarla paylaşmıştım.

Günümüz Türkiye’sinde içerik itibariyle hatırlanması gereken önemli konuları içeren bu konferans metnimi tüm okurların dikkatine sunuyorum.

GİRİŞ:

İçinde yaşadığımız günler:

Ülkemiz şu anda oldukça kritik bir dönemden geçmektedir. Manası aşındırılan, içi boşaltılan kavramların, her gün geometrik diziler halinde arttığını, yazılan ve çizilenlerin büyük çoğunluğunun bu maksada yönelik olduğunu görmek, ülkemiz hakkındaki endişelerimizi arttırırken bu gidişin hayra alamet olmadığını söylemek zorunda olduğumuzu belirtelim. Vatan, Millet, Devlet, Bayrak gibi, tarih boyunca Türk Milleti için, bilineninden fazla mana ifade eden kavramların içlerinin boşaltılması, alçakçasına uygulanmaya çalışılan bir planın akıl almaz tezahürleri olarak toplumu sürü haline getirmenin çabalarından başka bir şey değildir.

“ÖNCE VATAN“ kavramı:

Çok uzun tarihi macerası içerisinde, yaşamını sürdürebilen iki ya da üç halktan biri olan Türk Milletinin yaşam mücadelesi boyunca hiç vazgeçmediği, her zeminde ve şartta, mutlaka öne çıkardığı kavramlardan biridir.

“ Vatanlarından başka, vatanları için her şeylerini gözlerini kırpmadan feda eden bir milletin çocuklarının, torunlarının bugün içine düşürüldükleri fikirsizlik ortamı sonucu, “ önce ben “, “ önce param” diyenlerin çoğalması bu kutsal, kutsal olduğu kadar geleneksel duyguları kemirmektedir.

UNUTMAYALIM Kİ:

Bu tür duyguları kaybeden milletlerin yeri tarihin tozlu sayfalarıdır.

Tarihin çöplüğünde, o tozlu sayfaları dolduran yüzlerce milletin fosillerini bulabilirsiniz.

Ama Türk Milleti, dünya tarihine ilk adımını attığı günden beri, bu tür duygularının yüksekliği ile günümüze kadar yaşayan ender milletlerden biri olmanın gururunu taşımaktadır

Şimdilerde neler olmaktadır ki, duygularımız körelmekte, geleneklerimiz unutulmaktadır. Ya da unutturulmaktadır…

Emperyalizm, hala bütün kurumları ile ayaktadır. Emperyalistler, yüz yıl kadar öncesinden hazırladıkları paylaşım planlarını buzdolaplarından çıkarmışlar ve tekrar masalarının üzerine koymuşlardır. Yüz yıldan beri, kutsal ve manevi ne kadar değerimiz varsa, yavaş yavaş, bir sanatkâr inceliği içerisinde yontmuşlar, inceltmişler, bazılarını yok etmişler, bazılarını da yok olma kıvamına getirmişlerdir.

Eğitimimiz batı kökenli, düşünce sistemimiz batı kökenli, ekonomimiz batı kökenli, siyasetimiz batı kökenli; bu durumda, sosyal hayatımızı yani, yaşam tarzımızı muhafaza etmemiz mümkün olur mu? Elbette olmaz ve olmadı. Dertlendiğimiz meselenin ana kaynağı burasıdır…

 Ancak her şeye rağmen; Şükür ki, savunulacak bir vatanımız var!  Şükür ki, vatanımızı savunabilecek gücümüz var.

Eksiğimiz ise, manevi – moral güçtür…

Bu gücümüzün, ne mana ifade ettiğini bizden daha iyi bilenler, anlayanlar, aşağı yukarı yüz elli yıldır, bu gücümüzü törpülüyorlar, aşındırıyorlar, yıpratıyorlar ve yok edecek kıvama getiriyorlar.

Yapılanların hiç olmazsa niçin yapıldığını anlamak gerekiyor; hastaya teşhis doğru koyulmalı ki, doğru tedavi uygulanabilsin!

 Bu tedavinin yolu:

Bilimle dolmak, akılla hareket etmek, geçmişi iyi ve kötü yönleri ile unutmamak ve yaşanan her olaydan ders çıkarmaktan geçmektedir…

Bunun için, yani tedaviyi doğru yapmak için, milli kimliğimizi, dini kimliğimizi, nereden gelip nereye gittiğimiz, iyi bilmek durumundayız.

Bunun da tek yolu, inanmak, okumak, öğrenmek, çalışmak ve uygulamaktır. Bir Mustafa Kemal Atatürk daha beklemek demek, yok olmak demektir.

Yani herkes, Mustafa Kemal Atatürk olmak zorundadır.

Bu, Mustafa Kemal gibi düşünmek, Mustafa Kemal gibi uygulamak demektir. Vatanlarından başka, vatanları için her şeylerini feda edebilen insanlar gibi olmaktır.

Mustafa Kemal’in askerleri olmak, bugünkü şartlar içerisinde yeterli değildir. Daha üst düzeyde Mustafa Kemal olmak gerekir.

 İşte onun için diyorum ki:

‘’Vatan: Kimi zaman canımıza can katan, Kimi zamansa; uğruna can verdiğimiz topraktır.’’

Pekiyi, geliniz şimdi bugünün Türkiye’sine hep birlikte bakalım:

2000’li yılların ilk çeyreğini geride bıraktığımız günümüz Türkiye’sinde; her şey öylesine birbirine karıştı ki!

Tıpkı bugünlerde kullanılan o cümle gibi! At izi, it izine mi karıştı gerçekten?

Bizi, biz yapan o eşsiz niteliklerimiz öylesine bir kavram kargaşası yaşadı, kuşaklar arasındaki anlayış, yaşam farkı o kadar büyüdü ki!

Devam Edecek…