(Zaman Asla Kaybolmaz)

Hayat, biz insanlara Allah’ın armağan etmiş olduğu büyük bir değerdir. Hiç düşündünüz mü?

Bu değerli süreci yaşarken biz hayata ne verdik? Hayat bize ne verdi? Ama bundan da önemlisi doğup büyüdüğümüz, hayatımızı geçirdiğimiz vatan topraklarımıza, canım ülkemize biz neler verdik?

Bu güzel vatan toprakları bize ne verdi?

Hiç şüphesiz her insanın bir cinsi, bir kimliği vardır. Yüce Allah’ın verdiği can, daha ilk günden bir cinse bürünmüştür; kimimiz ilk nefesi erkek, kimimiz dişi olarak alırız ana rahminde. Bu yalan dünyaya atılan ilk adım sonrasında bir kimliğimiz oluşur anadan, babadan kaynaklanan…

Ancak vatanı olmayan insanların kimliği neye yarar?

Hele, hele kimliğinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin adı, Al Bayrağımızın Ay ile Yıldızı var ise; böylesine bir gurur dünyanın hangi devletinin, hangi milletinin tarihinde, kimliğinde yazar?

Tarih; yaşanmış olayları, hafızalara kazılı gerçekleri unutturarak, kendilerine göre yeniden tarih yazanları asla affetmemiştir..!

Ülkemizin gerçeklerini anlatan tarih sayfaları; özellikle son dönemde yaşananları, kendilerinin tarihi yeni baştan yazdıklarını sananları da sorgulayacak, kararını yaşanan gerçeklere göre verecektir.

İşte tam bu noktada; tarihi gerçekleri yok sayarak, tarihi yeni baştan, kendi gerçeklerine göre yazdıklarını sananlar, günü geldiğinde başlarını, tarihin gerçek sayfalarına çarpacaklardır.

Bugüne kadar yayınlanmış kitaplarımda, yazılarımda yaşanmış tüm gerçekleri; sadece kimliğime değil, yüreğime de kazıdığım, Türk Milletinin bir ferdi olmanın gurur ve onurunu duyan, 1974 yılında vatan ve vazife uğruna Kıbrıs adasında savaşan bir ‘Kıbrıs Gazisi’, ülkemizin aydınlık yarınlarına sevdalı bir yurtsever olarak analiz ettim, tarafsız bir şekilde kaleme aldım.

Doğduğumuz, yaşam umutlarını yeşerttiğimiz bu güzel vatan topraklarına, bu güne değin şahsımız ve ülkemiz adına ne ektiysek onu biçtik!

Hürriyetimiz, bağımsızlığımız uğruna hep birlikte omuz omuza savaştık. Kanımız, kanımıza değdi. Birbirimizin kucağında nefes alıp, nefes verdik.

Günü geldi; vatana ve millete hayırlı evlatlar yetiştirmenin gururu ile sevinç yaşları döktük.

Günü geldi; ellerine kına yaktığımız evlatlarımızı vatanımızın dirliği, milletimizin birlik ve beraberliği uğruna feda ettik:

‘’Vatan Sağ Olsun’’ dedik…

Anaların, babaların acı dolu feryatlarına; gözyaşlarımızla eşlik ettik, yüreklerimiz dağlandı.

Günü geldi; ülkemizin uluslararası toplumda kazandığı her başarı göğsümüzü kabarttı. Milletçe sevinç gözyaşları döktük; kazanılan her başarıda, göndere çekilen ‘Ay Yıldızlı Al Bayrağımızı’, hançeremiz yırtılırcasına söylediğimiz istiklal marşımızla selamladık.

Günü geldi bu ülkenin kimliğini taşıdığı halde, onur ve gurur timsali bayrağımızı, gönderinden indirmeye cüret eden, yırtan, yakan; ülkemizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hakaret edip, heykellerine saldıran aymazlara, utanmazlara da rastladık…

Ardımızda kalan yılların başarısına da, acılarına da hep gözyaşlarımız eşlik etti. Çünkü Türk milletinin asırlardan bu yana süregelen en önemli niteliği; acıyı da, sevinci de hep birlikte yaşaması; kimi zaman gönül coşkusuna, kimi zamansa acılar yumağına hep birlikte gözyaşlarını katmasıydı…

Aslında yaşadığımız vatan topraklarımızın hamuru; bu birlikteliğimizin, duygu yoğunluklarımızın, milli ve ulvi değerlerimize olan düşkünlüğümüzün, asırların ötesinden gelen geleneklerimizin, göreneklerimizin ortak çanağında yoğrulmamış mıydı?

Biz buyduk işte! Tarih sayfaları bizi hep böyle tanıdı. Çünkü bizler sevinçlerimizi de, acılarımızı da gözyaşlarımızla kutsayan bir milletiz.

Ama milenyumlu yılların bu ilk çeyreğinde kimi zaman güldük ama çoğu kez ağladık! Vatan bellediğimiz toprak ananın bağrını en çok da bu dönemde yaşadığımız sıkıntılar, olaylar sonrasında yüreklerimizi sızlatan duyguların gözyaşlarıyla suladık…

Adeta yurdumuzda ‘kırılmadık’ hiç bir şey kalmadı!

Kimi kez doğal güzellikleri, doğaya renk veren çiçekleri, ağaçları, doğa canlılarını kırdık, parçaladık!

Kimi kez iyi niyetli yürekleri yaraladık!

Kimi kez güzelliklerle dolu kalplere rüzgâr ektik, fırtına biçtik!

Kimi kez dağlanan ana, baba eş, evlat yüreklerinin onarılmaz acılarını görmezden geldik!

Feryatlar duyduk, yurdumuzun her yanından, adeta umursamadık…

O nedenle:

'Asla kaybolmayan zamanın’ hafızasına not düşmek adına, tarafsız bir gözlemle kaleme almış olduğum bu yazımda anlatmış olduğum her ne varsa; gönül gözümden gelen yaşlarla sulanmıştır…

2000’li yılların bu ilk çeyreğinde yaşanmış, yaşatılmış, yaşadığımız onca olaya rağmen; şanlı tarihimize not düşen öyle bir gerçek vardır ki, o da şudur:

Şehitlerimizden Yüce Türk Milletine emanet olan, bir ve beraber yaşamanın gururunu taşıdığımız bu Gazi Topraklar ve Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti sonsuza kadar payidar kalacaktır.

Tarih sayfalarına kan ve can bedeli ödenerek kazınan bu gerçek ne bugün, ne de gelecekte; hiçbir neden uğruna değişmeyecek, değiştirilemeyecektir.

Ulus-Devlet kimliğini sonsuza kadar muhafaza edecek olan Türk Milleti dili, dini, kültürü, tarihi ve saygın kimliği ile aydınlık yarınlara el, ele güçlü bir biçimde yürümeye devam edecektir.