Yıl 1967… Yer Sudan’ın başşehri Hartum… Arap-İsrail savaşının ardından Arap zirvesi toplanmış gelişmeleri masaya yatırıyor. Neticede ültimatom gibi bir karar alıyor zirve üyeleri;

-İsrail’le barışa hayır!

-İsrail’le müzakerelere hayır!

-İsrail’in devlet olarak tanınmasına hayır!

Hartum’u ‘Üç hayırın başkenti’ yapan bu kararlar İslam dünyasında elbette coşkuyla, zafer edasıyla karşılanır.

Fakat zafer bu kadar kolay değildir; eğilmeden, yamulmadan dik durabilmek gerekir. Sudan önce terörize edildi, sonra 1993’de Amerika tarafından ‘terör listesine’ eklendi.

  Ve geçen hafta sonu olanlara bakın;

Sudan Dışişleri Bakanı Ömer Kameruddin, geçiş hükümetinin İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesini kabul ettiğini ve anlaşmanın yasama organının onayıyla yürürlüğe gireceğini söyledi.

Kameruddin’in açıklamalarında garabet cinsinden ifadeler de var.;

“Sudan’ın uluslararası topluma yeniden entegre olmasının önünü açan, ekonominin toparlanmasına yardımcı olacak tarihi bir adım atıldı. Eski rejimin izlediği politikalar, ülkeyi uluslararası toplumdan izole etti. Bu durum, tarihi boyunca terörizmle ilgisi olmayan Sudan halkı üzerinde zararlı etkiler bıraktı. Sudan’ın terörü destekleyen ülkeler listesinden çıkartılması halkı için onur mücadelesinde zafer anlamına geliyor, demokrasiye geçişi, aşırılık ve terörizmle mücadeleyi destekliyor.”

Düpedüz “Teslim olduk” demiyor da, süslü cümlelerle izole ediyor.

Her ne kadar bizim Sudan zihinliler “hoşlanmadıkları bazı dönemleri perdeleme, yok sayma, inkâr etme’ yoluna gitseler de tarihin ‘kaldığı yerden devam etmesi’ gibi bir gerçek vardır. Hiç bir şey yarıda kalmaz, yarım bırakılmaz!

**

MACRON KİMİN MAŞASI

Son aylarda Türkiye ile mücadelede aleni tavırlar alan Fransa Cumhurbaşkanı Macron, küresel oyun kurucuların kendisine verdiği Sezar-Napolyon rolünü oynamanın azminde görünüyor. 

Libya’da darbeci Hafter’i desteklemesi, Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ı da kışkırtarak Türkiye’nin karşısına dikilmesi, Beyrut’un havaya uçurulasından sonra Lübnan’a yeni başbakan atamaya çabalaması ve nihayet Ermenistan’ı yeniden Azerbaycan üzerine kışkırtması da bundandır.

Fransa 20.yüzyılın ortalarında 1 milyonu aşkın Cezayirli Müslümanı katletmiş, 1994 senesinde Ruanda’da 800 bin kişinin canına kıyarak soykırım uygulamıştı. Aynı Fransa yakın tarihe kadar Ermeni terör örgütü ASALA’ya hamilik yapmış, günümüze kadar da PKK terör örgütüne verdiği destekle ülkemizde pek çok cana kıyılmasına yol açmıştır. DAEŞ terör örgütü de Avrupa’dan en çok desteği yine Fransa’dan almıştır. 

Macron’un kimin maşası olduğu, ya da ona Napolyon olma rolünü kimin verdiği sorusuna gelirsek;

Baron David Rothschild hanedanının üst düzey bankacısı olan Macron, -dikkat edin- siyasi kimliği olmasına rağmen bir önceki Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın önce danışmanı ardından da ekonomi bakanı oldu.

Cuhurbaşkanlığı seçiminde şansı en düşük aday olarak görülmesine rağmen diğer adaylar üzerinde oluşturulan şüphelerle Macron’un yıldızı parlatıldı ve seçilmesi sağlandı.

Ve göreve geldiğinden bu yana da İslami hedef haline getirdi. Çarli Hebdo’nun Hazreti Peygamber Efendimize yönelik hakaret içerikli karikatürlerine “düşünce özgürlüğü” diye yorumlayan, İslamiyeti ‘kriz dini’ olarak tanımlayıp, “Fransız İslamı” diye model üretmeye cüret eden, camilere baskın yaptırıp faaliyetlerine son verdiren Macron sahibinin sesi olma görevini yerine getiriyor.

Burada esas soru şu;

Macron’un büyük patronunun Türkiye’de de maşası var mı?

**

ERMENİSTAN’IN ÇOCUK TUZAĞI

Karabağ’da açılan her cephede Azerbaycan ordusuna karşı perişan olan Ermenistan’ın son olarak 15 hyaş altı kız ve erkek çocuklarını silahlandırarak cepheye götürdüğünü ispat eden görüntüler ortaya çıktı.

Sürekli sivil Azerbaycan bölgelerini hedef alan Ermenilerin cephede savaşacak askere bulamadığı bilinse de cepheye çocukları götürmesinin ardında sinsi planları olduğu düşünülmelidir.

Hafta başında yürürlüğe giren insani ateşkes anlaşmasının akabinde Ermenilerden “Türkler Ermeni çocuklarını katlediyor” şeklinde manipülatif çığırtkanlıklar yapması muhtemeldir.

Batılı bazı siyasetçilerin Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik iğrenç iftiraları da bu tuzağın bir parçası olma ihtimalini taşımaktadır.

**  

AMERİKA’DAN TERÖR TEHDİDİ 

Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı S-400 füelerini test ettiğinin açıklamasından sona Amerika’nın ‘terör saldırıları ihtimali gerekçe göstererek’ Ankara, İstanbul, Adana ve İzmir'deki misyonlarının görevlerini askıya aldığını duyurması ‘Türkiye’ye yaptırım uygulama girişiminden başka bir şey değildir.

İslam ülkelerinin neredeyse hepsini terörist ilan edip sonra da istediği kıvama getirmeyi meslek edinen Amerika’nın son tavrıyla Türkiye’yi ‘Topraklarında terörize bir dizi faaliyet icra etmekle tehdit ettiğini düşünmek’ mümkündür.

**

ALMANYA’NIN CAMİ BASKININA SAHİP ÇIKAN BİZİMKİLER!

Batının İslam düşmanlığını, bilhassa Türklere karşı olan kinin kusma dönemi yaşadığımızın bir diğer örneğini Almanya’da gördük. Mevlânâ Camii’ne köpeklerle yapılan polis baskınını -her nedense- ülkemizdeki bazı siyasi çevreleri de pek sevindirdi!

Alman devletince koronavirüsün ekonomik etkilerini azaltmak amacıyla başlatılan ve işletmelerin yanında sivil toplum kuruluşlarını da kapsayan destek programına Mevlana Camii Derneği de resmi başvuru yapmış. Bu talep uygun bulunmuş ve derneğin banka hesabına 14 bin Euro aktarılmış. Malum, Almanya’daki Türklerin de pek çoğu işletme sahibidir. Cami cemaati olan bir grup Türk de bu yardım için başvuru yapmış ve ilgili makamlar uygun bularak onların hesaplarına da değişik yardım paralarını yatırmış.

Alman polisi hem derneğin hem de işletme sahiplerinin ‘aynı bilgisayardan başvuru yapmalarını gerekçe göstererek’ itibar suikastı kıvamında bir baskın düzenledi.

Almanların yahut Fransızların v diğerlerinin İslam’a, özellikle de Türkiye’ye, Türklere karşı öfke ve kinlerini, tuzak ve kumpaslarını biliyoruz da, Anadolu topraklarından bazılarının buna ‘hazine bulmuş gibi’ saldırmalarını anlamlandırmak bir hayli zor oluyor. Belki de anlamlandırıyoruz da, söylemeye dilimiz varmıyordur!