11 Eylül terör saldırıları ve arkasından Afganistan ve Irak müdahaleleri gerçekleşmeden önce, ABD askeri yetkilileri ve yönetim kademesindekiler, Orta Asya’nın kaderinin, Afganistan’a bağlı olduğunu belirtmişlerdi. ABD’nin, Afganistan’a yerleşmesi, Rusya tarafından hoş karşılanmamıştı. Bu girişim, ABD’nin etki alanını genişletmesi, Rusya’nın arka bahçesine çöreklenmesi olarak nitelendirilmişti. Ancak, şimdi durum daha farklı… Bunca yıldan sonra, Rusya Devlet Başkanı Putin, koalisyon askerlerinin, Afganistan’dan çekilmesinin, sorunlar yaratacağını, belirtiyor.
Peki şimdi, Rusya’nın çözümü ne?
Rusya, Afganistan’dan kuvvetlerin çekilmesini, ilgilenilmesi gereken bir sorun olarak görüyor. Bu konuyla ilgili olarak, Bağımsız Devletler Topluluğu’nun bünyesinden çıkan Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nün (KGAÖ), Afganistan’daki NATO kontenjanlarının azaltılması konusunda yardımcı olabileceğini, öne sürülüyor. Putin, ülkelerin içişlerine karışmanın, uluslararası hukuka aykırı olduğunu yineliyor, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki olaylardan bahsediyor ve barış gücü misyonu hazırladıklarını, belirtiyor.
Bilindiği gibi, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Rusya’nın yeniden Sovyetler Birliği’ni kurmaya çalıştığını savunmuş ve Bağımsız Devletler Topluluğu, Avrasya Birliği ve Gümrük Birliği gibi oluşumların Sovyetleştirme çabaları olduğunu, ileri sürmüştü. Clinton’ın iddiaları, Putin’in sözcüsü Peskov tarafından yalanlandı. Peskov, krizlerin var olduğu bir dünyada yapılabilecek tek şeyin ülkeler arası entegrasyon olduğunu vurguladı. Bu tartışmalar sürerken, bölgede ABD’nin artan askeri gücünden de bahsetmek gerekiyor. Irak, Afganistan, Pakistan ve Türkiye’de ABD askeri varlığından söz edebiliriz. Rusya, 2012 yılının ortalarında, füze savunma sistemlerini tehdit olarak gördüğünü ve gerekirse vuracağını açıklamıştı. Askeri restleşme sürecek.
Hillary Clinton, Arap devrimlerini, mükemmel fırtına olarak nitelendirmişti. Liberal değerlerin ihracıyla, “Amerikanlaştırma”, “Macdonaldlaştırma” sürüyor. Gramsci’nin deyimiyle sistemin dominant gücü, kültürel hegemonyasını uyguluyor. Sadece Batılıların ürettiği buzdolabını satın almıyoruz. Batılıların yemeklerini yiyoruz,  kitaplarını okuyoruz, müziklerini dinliyoruz, dizilerini seyrediyoruz. Böylelikle, Batı’nın değer sistemlerini, kültürel kodlarını, eğitim sistemlerini benimsiyoruz. Robert Cox’un belirttiği gibi, ABD’nin çok etkili, çok başarılı egemen bir büyük güç olduğu, açıkça görülüyor. Çünkü, ABD’nin savunduğu neo-liberalizm, dünya çapında tek sistem olarak kabul ediliyor. Aslında, Hillary Clinton’ın çok fazla endişelenmesine gerek yok. Fukuyama’nın belirttiği gibi, ideolojiler ölmedi, tarihin sonu gelmedi, ancak liberalizmin kültürel hegemonyasının kesin zaferi görülüyor.
Duma, ABD vatandaşlarından ya da ABD merkezli kuruluşlardan destek alarak, Rusya’da faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerinin yasaklanmasını öngören yasa tasarısına, ilk onayı verdi. Ayrıca, Duma, Amerikalıların, Rus çocukları evlat edinmesini yasaklayan tasarıyı da onayladı. Evlat edinilen bir Rus çocuk, Amerikalı ebeveynlerinin ihmali nedeniyle, ölmüş ve bu kişiler ceza almamışlardı. Dışişleri Bakanı Lavrov, bu yasağa karşı çıkıyor ve antlaşmanın iptalinin, yurtdışındaki çocuklara yasal olarak ulaşamayacakları anlamına geldiğini, belirtiyor. Rus kamuoyunda, çocukların evlatlık verilmesi, acizlik olarak nitelendiriliyor.  Restleşme sürüyor. Hermitage Capital Fonu avukatlarından Sergey Magnistky, 3 yıl önce, Rusya’da tutuklanmış ve hapiste ölmüştü. Bunun üzerine, ABD ve Avrupa ülkeleri, bazı Rus bürokratların, ülkelerine girmesini, yasaklamışlardı. Rusya, Batı’nın hazırladığı insan hakları ve demokrasi karneleri nedeniyle, sınıfta kalıyor. Ancak, ABD’nin haklı olduğu bir nokta var, Putin, geleneksel Federal Meclis’e sesleniş konuşmasında, Rusya’nın 21. yüzyıldaki büyüme rotasının doğuya doğru olması gerektiğini söyledi. Kaçak göçün önüne geçeceklerini ve başta BDT olmak üzere Rusça öğretimini teşvik edeceklerini, duyurdu.