Her köşesinde dans eden mutlu insanları, sokak sanatçıları, renkli klasik otomobilleri, cıvıl cıvıl meydanlarıyla ünlü, Che Guevara ve Fidel Castro’nun ülkesi Küba’yı keşfe çıkıyorum. Sosyalist rejimin son kalesi olan Küba’daki sosyal yaşamı, Vinelas Vadisi’ni, puronun sarılış hikayesini ve romun icat edilişini sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.

Küba Karayiplerin en büyük adası ve 14 farklı bölgeden oluşuyor, bunların en büyüğü başkent Havana. Küba yerli dilinde Kubau ‘güneşin toprağa değmediği yer’ demek. 

Küba’da insanın temel ihtiyacı olan eğitim, sağlık hizmetleri, barınma ücretsiz. Evsiz Kübalı yok, lüks yok, reklam da yok. İşçi de doktor da müzisyen de aynı parayı kazanıyor (30-40 euro). Dünyadaki en iyi sağlık sistemlerinden birine sahip ülke dünyanın en iyi doktorlarını yetiştiriyor. Amerikalı yazar Ernest Hemingway ‘Çanlar Kimin için Çalıyor’ ‘İhtiyar Balıkçı’ ve ‘Deniz’ adlı romanlarını Küba’da yaşadığı 20 yıllık dönemde yazmış. Ada tütün ve şeker kamışı tarlalarıyla dolu. Kübalılar tam bir Atatürk hayranı, Havana’da Ulu Önder Atatürk’ün büstü bulunuyor.

Kübalı olmak için Küba’da doğmak gerekir

Kübalı olmak için Küba’da doğmak gerekiyor ve annenin Kübalı olması şartı var. Geneloglar diyor ki, anne çocuğuna kanıyla, baba ise geniyle aktarım yapar. Vatandaşlık, milliyetçilik kandan gelen bir şeyse anne mutlaka Kübalı olmalıdır. Her doğan Kübalı, doğduğu andan itibaren ölene kadar belli başlı haklara sahip. Devlet der ki, bir çocuk doğduğu andan 1 yaşına kadar, 1’den 4’e, 4’ten 10 yaşına kadar bu gıdaları, 10 yaşından 15’ine, 15 yaşından ölümüne kadar da bu gıdaları almaya hakkı vardır. Bu sistem hanelere bölgesel olarak dağıtılır. Her mahallede devletin bir sütçüsü, kasabı, hurdacısı, pazarı, manavı var. İnsanlar karneleriyle gidip iştikakı neyse onu alıyor. Devlet elinde ne varsa verebildiği kadar et, tavuk, balık, domuz eti, yumurta veriyor. Bir kadın hamile olduğunu ibraz ettiği anda hakkı ikiye katlanıyor. Devlet ekmek, baklagil, şeker, sebze ve meyve de veriyor. Dağıtılan bu miktar sadece temel ihtiyaçlardan oluşuyor. Devlet elinden geleni minimal olarak dağıtıyor, burada insanlara gıdanın dağıtım konusu çok önemli. Küba’da aç insan yok.  Devlet neyi üretiyorsa, tarlasında ne yetişiyorsa onu sunuyor. 

Niye karaborsa var?

Halkın Küba’da üretilmeyen belli başlı eşyaları satın almak için euroya veya dolara ihtiyacı var. Halk döviz satın alamıyor, ancak turistten temin edebiliyor. 

Örneğin Küba’da şampuan, makarna, deodorant, makyaj malzemeleri üretilmemektedir. Devlet şampuanı ülkeye dışarıdan getirtiyor, Amerika ile ticaret yapmayan Tunus, Cezayir gibi ülkelerden alıyor. Amerikan ambargosu olduğu için herkesin 3 liraya satın aldığı şampuanı devlet 5 liraya alıyor. Şampuan almak isteyen Kübalı (Kübalılar inanılmaz temiz insanlar, kokan hiçbir insan göremezsiniz) dövizle satın alabiliyor. Döviz satışı serbest değil,  euro ve dolar turistte olduğu için halk devletin verdiği bedelin 5 katını veriyor.  Buyrun size karaborsa.

Sadece halk olarak düşünmeyin. 2006 yılında belli başlı restorantlara özelleştirme verilmiş. Örneğin restorantı için özel bir sos almak isteyen işletmeci, devletten döviz ile alıyor. Karaborsacılığın % 80’i restorantların adamları tarafından yapılıyor.

İthalat ihracatı yapan tek kurum devlet. Devletin de örneğin ham petrol ve yakıt ihtiyacı için dövize ihtiyacı var. Pandeminin ortasında turist pesosunu kaldıran devlet halkın yastık altı dövizlerini çekmek istiyor. 

Puronun kâbesi ‘Vinelas Vadisi’

Hiç reklamı yapılmamasına, hiçbir dergide, televizyonda tanıtımı olmamasına rağmen puro denince akla ilk Küba gelir.  Puro içicilerinin kâbesi olarak anılan Vinales Vadisi’ne yol alıyoruz. Unesco doğal dünya mirası diye geçer.  

Puro silindir şeklinde sarılmış tütün yapraklarından oluşan bir tütün mamulü. Ortasında, içinde tütün parçacıkları bulunduran bir tutucu yaprak, bunun etrafında spiral şeklinde sarılmış sarıcı yaprak bulunuyor. Puronun en pahalı kısmını oluşturan sarıcı yaprak; sağlam, esnek ve ipeksi bir yapıya, güzel bir aromaya ve düzenli yanmayı sağlayacak yanıcı özelliğe sahip olmalı. Küba'da üretilen purolar dünya çapında emsalsiz olarak nitelendiriliyor.

Puronun yapılışı

Öncelikle Kasım ayında serpme olarak tütün tohumları dere yataklarına ekiliyor. Tütün tohumu o kadar ufak ve ince ki dere yataklarına serpme olarak atılıyor. Yaklaşık 1-1.5 ay sonra tütün fidesi 15 cm boyuna ulaşıyor. Aralık ayında dere yataklarından alınan fideler tarlaya dikiliyor ve büyüme başlıyor. Ergin bir tütün bitkisi yaklaşık 1.5 metre büyüklüğünde, yaprak çapları ise 30 cm ila 50 cm arasındadır. Hasat zamanı tütünleri alıp tütün kurutma evlerine götürürüyorlar. Amaç tütünün kuruması ama aynı zamanda nemli kalması. Tütün kurutma evleri nemi içeride tutuyor,  yoksa saramazsınız parçalanıyor. Hasat, yaprağın yumuşak elastik olması için nem oranının en yoğun olduğu Mayıs ayında yapılıyor. Nem oranı yükseldikçe yapraklar iyice yumuşuyor, bu yaprakları askıdan çıkartıp tarlalar üzerindeki palmiye yapraklarının içerisine koyuyorlar ve 1 ay fermente edip, dinlendiriyorlar. Ondan sonra tütün fabrikalara veriliyor. 

Küba’da her fabrika her marka puroyu sarar. Bahsettiğim purolar fabrikada elde sarılan el yapımı purolardır. Tütün işçileri bir yıllık eğitimden sonra ancak puro sarmaya başlıyor. Çok zor bir iş. Sabah geldiklerinde işçilere hangi puroyu saracaklarsa o puroya ait yaprak teslim ediliyor. Çünkü farklı puro markaları,  farklı yaprak bileşimlerinden oluşuyor. Bir tütün yaprağı fidesinin 5 farklı yaprağından puro sarılırken, her bir yaprağın çeşidi puroya farklı özellikler katıyor. Çok güneş gören üst yapraklar puronun nasıl yanabileceğini belirlerken, az ışık gören en alttaki yaprakların elastik yapısı dış katmanı oluşturuyor. İşte bu 5 farklı kombinasyondan bugün yüzlerce markanın alt segmenti oluşuyor. Puronun marka ve alt markalarının sertliğini, hava geçirgenliğini, yanabilirliğini, aromasını bunlar belirliyor. 

Bazı tütün yaprakları farklı aroma elde edilsin diye güneş altında yetiştirilip Şubat ayında sökülüyor ve gölgeye koyuluyor.

Fabrikada işçiler önce 3 farklı yaprak kombinasyonunu alıp iç sarım yapıyorlar. Onu bir kalıba koyuyorlar, 1 saat kadar bekletip dış sarıma geçiliyor. Her bir işçi bir purouyu A’dan Z’ye kendi yapıyor. Her puro, işçinin kendi sanat eseridir. Dışını başkası, içini başkası, kenarını başkası saramaz. Puronun şapka dediğimiz kesilen kısmında ağaç tutkalı kullanılıyor. Hiçbir şekilde doğal olmayan birşey (böcek ilacı) kullanılmıyor. Nikotin oranının en yüksek olduğu tütün fidesi tepesindeki çiçek kesiliyor ve 1 ay suda bekletiliyor. Nikotin suya karışınca tarlaları bu suyla spreyliyorlar. Çünkü böcek tütün kokusuna gelmiyor. Tamamen doğal. O yüzden tütün ürünleri içersinde puro sağlığa en az zararlı diye tabir edilir. Çünkü içerisinde kimya yoktur. Puro asla içe çekilmez. Tadı, ağızda bıraktığı aromasıdır. Ağzınızda dolandırıp dumanı geri üflersiniz. Çok sigara içenler puro içemezler, çünkü sürekli içe çekme refleksi vardır o yüzden de sigara içiciler ile puro içiciler ayrıdır. 

Diyelim ki bir işçi Cohiba Robusto saracak. Cohiba Robusto’nun 3 farklı yaprak bileşiminin nasıl olması gerektiği standart olarak bellidir. İşçinin her sardığı puronun içine koyduğu tütün miktarının aynı olması, her puronun aynı kalınlık ve uzunlukta olması ve o an sarılan bütün purolarla benzer olması gerekmektedir. O yüzden puro pahalıdır, çünkü emektir. Her puronun kalite kontrolü yapılır, elle sarılan puro tütünü kıyılmaz.

Bir işçi fabrikada haftanın 5 günü 8 saat çalışır ve günde yaklaşık 200 tane puro sarar. Devlet onlara 30 euronun dışında hergün ek olarak sardıkları purodan 3 tane hediye eder. Ya içerler puroyu ya da satarlar.

Tütünün endüstriyel hale gelmesi 1800’lü yılların sonlarında oluyor. Ondan önce bildiğimiz yaprak içiliyor. Kristof Kolomb ve onunla birlikte KübaMeksikaOrta Amerika ve Brezilya'ya giden diğer kaşifler; bu bölgelerdeki yerlilerin kurutulmuş palmiye yaprakları veya mısır koçanları içinde tütün yaprakları içtiklerinden bahsediyorlar. Denizciler yerlilerden gördüğü bu geleneği Avrupa’ya taşıyor. Güney Amerika’da ne çıkıyorsa Havana’ya getiriliyor. İspanyol kraliyeti de ele geçirdikleri her hazineyi kayıt altına alıp Sevilla’ya götürüyorlar. 

Köleliğin gözyaşı ‘Rom’

Küba’da sanayi yok, tütün ve şeker kamışı tarlaları var. Günde 18-19 saat şeker kamışı tarlasında çalıştırılan köleler enerji sağlamak için şeker kamışını sıkıp alkolize etmeyi öğreniyorlar ve rom bulunuyor. Şeker kamışı çok sert bir bitki ve bir saptan 3 sürahi su çıkıyor. 

Van'da turizmin gözdesi Akdamar Adası Van'da turizmin gözdesi Akdamar Adası

Romu tarlada çalıştırılan köleler buluyor. O yüzden romun diğer ismi köleliğin gözyaşıdır’. Şeker zaman içinde yiyecek ve içecek kültürüne entegre oluyor.  

Etrafında hep vadiler olan Trinidad şeker kamışı için en uygun yer. Küba’da en fazla köle getirilen yer aynı zamanda. İspanyollar tarafından böyle bir dünya kuruluyor Küba’da o zamanlar.

Kölelik 1867’de kaldırılıyor. Küba İspanya’nın ve tüm dünyanın en önemli şeker üretim adası oluyor.

Dış dünyayla bağlantınızın tamamen kopacağı, kendinizi farklı bir zamana gelmiş gibi hissedeceğiniz mutlu insanların ülkesi Küba’ya yolunuzu mutlaka düşürmeniz dileğimle.

Katkılarından dolayı yol arkadaşımız rehber Haluk Işıkmen’e teşekkürlerimizle.