Vatan gazetesi yazarı Mutlu Tönbekici; 13.09.2013 tarihli köşe yazısında, direnişçi gençlere nasihatlerde bulunup, kendince uyarmaya çalışmış. ‘Her yer Taksim, her yer direniş falan değil…  Her yer polis, her yer ölüm.  Benim için ölme Ahmet! Benim için ölme Ethem! Benim için ölme Ali!’ demiş.
Sizin için ölmedi ki o fidanlar. 
Onlar vatanları için, ölümü göze alıp, direnen gençlerimizdi. Boşuna nasihatlerde bulunmuş yazar. Sanırım hiç duymamış o gençlerin ant içerek haykırışlarını; ‘MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ.’ diye.
Hadi diyelim duymadı… Hiç mi Ata’mızın BURSA NUTKU’nu okumadı? Görev, 05.02.1933 tarihinde verilmiş. Ve der ki…
‘Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.’
İşte tam da şimdi;  her yer Taksim, her yer direniş. 
Sayın Tönbekici, sevgili Alabora’nın dediği gibi, mesele 3-5 ağaç değil, anlamadınız mı?
Mesele vatandır, mesele bayraktır, mesele cumhuriyetimizdir. 
Mesele sınırlarımızdır, mesele bizi bize kırdırmak istenmesidir. 
Mesele ırkçılıktır, bölücülüktür, ötekileştirmelerdir. Mesele savaş çığırtkanlığıdır. 
Ve asıl en büyük mesele, desteklenen İHVANDIR. Amaç ve hedef; sosyal ve siyasi yaşamda İslam’ın emirlerini kabul ettirmek üzere faaliyette bulunmaktır. Başkaldıranı; ‘Allah-ü Ekber’ naralarıyla, başını kesmektir. 
Ha unutmadan, tabii ki meselelerden biride; padişahlık ve diktatörlük hayalleridir.
O nedenledir ki, bu gençler ne sizin için öldüler ne de bir başkası için. Belki daha da ölümler, tutuklanmalar, yaralanmalar, sakat kalışlar olacaktır.
Atatürk der ki ‘Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek; ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek” Onu hapse atacaklar.’
Şimdilerde olduğu gibi polis;  devletin polisi değildir. Hukukun, devletin hukuku olmadığı gibi…  
Evet, Mutlu Tönbekici’nin de yazısında belirttiği gibi; İcazet büyük yerden...  Hiçbir katil de yakalanmayacak belki yargılanmayacaklar bile. Ama şimdilik.
Biliyoruz ki, ciddi anlamda anayasal suç işlenmekte.
Suriye’de kimyasal silah kullanıldı diye, tüm dünyayı savaşa çağıran yetkililerin,  kendi halkına kullandığı ne?
O sıkılan gazın, o sıkılan tazyikli, boyalı suyun içinde olan nedir?
Siz yas tutmayın, afili cümlelerde yazmayın yiğitlerimizin arkasından. Yazılmış afili cümleleri de samimi bulmayın.
Ancak bilin ki, ölümün afili olmaz. Acınınsa samimiyetsizi hiç olmaz.
Ve Atatürk devam eder nutkunda; “Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.” İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
En önemlisi;  Atatürk’ün Cumhuriyet’i neden gençlere emanet ettiği anlayabilmemizde. 
Tekrar hatırlamakta yarar var.
EY TÜRK GENÇLİĞİ!
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafa etmektir. Ey Türk İstikbalinin evladı! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen; Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur! MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Ve Nazım usta der ki, ‘ben yanmazsam, sen yanmazsan, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.’
Onlar sizin için ölmediler ki…