(Tarihten gelen çığlıklar!)

(1955 - 1974)

( Kıbrıs Türk’üne uygulanan toplu katliamlar )

(Bu yazım; Kıbrıs adasında canını, malını, namusunu, yaşam hakkını kahramanca savunurken; ada tarihinin her döneminde, Rum’lar tarafından hunharca katledilerek şehit edilen ama asla onlara diz çökmeyen şehitlerimizin aziz hatıralarına ithaf edilmiştir…)

Tarihin derinliklerinden öylesine sesler gelir ki, nedenini öğrendiğinizde damarlarınızdaki kanın çekildiğini hissedersiniz! Canınız acır, içiniz yanar ama elinizden bir şey gelmez, gelemez ki! Sadece bir duadır o an dudaklarınızdan dökülen, sadece bir rahmettir söylenebilen…

Her 21 Aralık geldiğinde; evladını kaybeden anaların, babaların, eşini kaybeden sevgililerin, ya da anasız, babasız büyüyen evlatların acısı çöker, Kıbrıs adasının kuzeyine…

Lefkoşa Kumsal’da, Küçükkaymaklı’da, Girne Kapısında, Geçitkale’de, Taşkent’te, Atlılarda, Muratağa’da, Sandallar’da, Gazimağosa’da, Baf’ta, Leymasol’da sadece Türk oldukları için katledilen insanların ‘’tarihten gelen çığlıkları’’ duyulur…’’

1963’ten-1974’e uzanan o acılı dönemde; Kıbrıs adasında Rum’un acımasızlığını, Kıbrıs Türk Halk’ının adada bir gece içerisinde top yekûn nasıl yok edilmek istenildiğinin simgesi olmuş bir gündür 21 Aralık… (Bk. Tarihten Gelen Çığlık-Acritas Planı)

Tarihe mal olmuş ismi ile: ‘’ Kanlı Noel! ‘’diye anlatır tarih sayfaları bu insanlık ayıbını! 1963 Yılından buyana Kıbrıs Türk Halkı tarafından ‘şehitler haftası’ adıyla anılır…

Bu yıl da anılacak. O acılı yürekler bir kez daha kanayacak…

‘’Kanlı Noel’’:

Kıbrıslı Rum’ların, Kıbrıs Türk Halk’ına uyguladığı etnik temizliğin başladığı dönemi anlatır. Bu büyük bir insanlık ayıbı, aynı zamanda da insanlık suçudur…

Bu katliam; Hıristiyan âleminin en kutsal saydığı böylesine özel bir günde gerçekleştirilmiştir. Sadece o gece, 103 Türk köyü yakılıp yıkılmış, yüzlerce insanımız acımasızca katledilmiş, on binlerce Kıbrıslı Türk daha emniyetli Türk Kantonlarına göç etmiş; 11 yıl boyunca, Hamitköy ovasında Türkiye’nin göndermiş olduğu Kızılay çadırlarında yaşamak zorunda kalmışlardır.

Ama bu güne kadar, bu katliamın canileri ne ceza almış, ne de Rum tarafından hiçbir yetkili; yaşanan bu vahşetler nedeniyle, Kıbrıs Türk Halk’ından özür dilememiştir!

Tam tersine, o dönemin görmezden gelinmesi için ellerinden gelen tüm gayreti göstermişler, göstermeye de devam etmektedirler!

Yıllardan beri hak ve hukuk havarisi kesilen sözde milletler camiası; her birinin ardında yatan böylesine acımasızlıklar varken; yaşanan bu gerçekleri, Kıbrıs Türk’ünün o acılı yıllarını hatırlar mı acaba?

Ama onlar unutsa bile! Bizler unutmadık. Tarihten gelen o çığlıklar, adanın her yanında yankılanmaktadır. Rum’un, tarihin ardına saklamış/saklanmış olduğu bu karanlık yüzü; bize o dönemin çarpıcı görüntülerini hala hatırlatmaktadır!

Tıpkı Anadolu’nun işgalinde yaptıkları gibi! O nedenle bu vahşeti, kimileri unutmuş olsa bile! Ne o acılı dönemi yaşayanlar, ne de tarih sayfaları asla unutmayacaktır.

Bugün 21 Aralık 2015…Kanlı Noel’in 52’nci yıl dönümü. Böylesine büyük acıların simgesi olan bir günde, acılı yüreklerin feryatlarını yazmak, seslendirmek mümkün müdür?

Ya da, acımasızca katledilen insanların; diri, diri toprağa gömülenlerin, türlü işkenceler ile doğduklarına pişman edilenlerin o acı dolu anları, son nefeslerinde hissettikleri nasıl yazılır?

Ve tüm bu insanlık dışı vahşet, sadece o insanlar Türk oldukları için yapılmışsa! Ya bu vahşeti, bu katliamları yapanların tarifi nasıl yapılır? Nasıl yapılmalıdır?

Bakışlar vardır, yaşanan gerçekleri anlatır! Kimi zaman o bakışları görmesen de hissedersin! Buna gönül gözü derler…

Yıllar önce o şehitliği ziyaretimde onun adını ilk kez okuduğumda, son nefesini verirken gözlerindeki bakışın ne olduğunu, ne hissettiğini tahayyül dahi edemedim, yüreğim paramparça oldu. Ama beynime kazınan tek bir gerçek vardı! O da, şehitlikteki anıt kitabede adının karşısında sadece 16 günlük olduğu yazılı idi!

Evet, Selden bebek Rum canilerince katledildiğinde sadece 16 günlüktü! O gün üzüntüden kahrolmuş, insanlığımdan utanmıştım…

1974 de, tamamına katıldığım Kıbrıs savaşlarında; sadece Türk oldukları için Rum’lar tarafından katledilen pek çok sivil kardeşimizi, ele geçirdiğimiz bölgelerde buldukça; maruz kaldıkları o insanlık dışı işkencelerin izlerini görmüştüm. Bu insanlık suçunu işleyenlerin nasıl bir ruh taşıdıklarını, bu vahşeti yapanlara insan denilemeyeceğini ta o günlerden bilirim.

Ancak şuna da inanıyorum ki! Bu tarihsel gerçeklere dayalı insanlık suçunun, hiçbir şekilde yılmadan, çekinmeden K.K.T.C yetkilileri tarafından ciddi bir şekilde ele alınması, geç kalınmış da olsa; insan hakları mahkemesine suç duyurusunun yapılması mutlak surette gereklidir!

2010 Yılında kaleme aldığım,’’Tarihten Gelen Çığlık’’ isimli kitabımda da yer verdiğim o katliamlardan beni en çok etkileyeni, hafızamda iz bırakanı, şehitlerimizin aziz hatıralarını bir kez daha yâd ederek paylaşmak istiyorum. Gönül gözümde canlandırdıklarım, vicdanımda duyumsadığım duyguların sesiyle:

‘’Mezar taşında 16 günlük yazıyordu! Adını ‘Selden’ koymuştu anacığı… Selden varlık getirsin, bolluk getirsin diyerek… Ama bunca yıldır birlikte yaşadıkları Rum’lar, onlara ne bolluğu, ne de varlığı göstermişlerdi!

Umut işte, ana yüreği böyle hissetmişti kim bilir? Belki de Selden bebek aileye şans getirecekti…

Tarih 14 Ağustos 1974:

Çevreden gelen silah sesleri, gittikçe yoğun bir şekilde duyulmaya başlamıştı! Mualla hanım, kocası İsmail’i cepheye göndereli haftalar geçmişti! Ondan hiçbir haber alamamıştı. Ama biliyordu ki! O özgürlük, bayrak, vatan için, Selden bebeğin de yaşam özgürlüğü için cephedeydi. Ayrıldıkları o gecenin zifirinde kilitlenen bakışlarıyla, birbirlerini görememişlerdi ama gönüllerinden taşan aşkın pırıltıları ile veda etmişlerdi.

Gönül gözlerinin pırıltısında, özgürlüğün özlemi vardı! Özgürce yaşamak için, özgürlük için yolcu etmişti erkeğini. Sonu ölüm olsa bile!

Silah sesleri iyice artmış; o çok iyi tanıdığı, bildik sesler iyice yaklaşmıştı! Ana yüreği başına gelecekleri hissetmiş gibi Selden bebekle birlikte diğer çocuklarını da kanatlarının altına almış; sıkı, sıkıya sarmalamıştı hepsini. Hemen yanındaki bina daha emniyetlidir diye düşündü bir an! Oraya geçip saklanmak, saklamak istedi yavrularını. Ama yapamadı! Ağızlarından akan salyaları, kudurmuş bir şekilde bağrışan, insanlığın ne demek olduğunu unutmuş o Rum çetecilerine yakalanmışlardı işte!

Yüreği yerinden çıkacak gibiydi! Yuvalarından fırlayacakmış gibi korkuyla açılan gözleri ona, o sevgi dolu ana yüreğine son nefesinde dayanılması, inanılması imkânsız bir acının, evlat acısının tanıklığını yaptıracağını nerden bilebilirdi ki?

Yalvardı, yalvardı, yalvardı… Boğazından kan gelinceye kadar feryat etti! Acı dolu çığlıklarıyla inleyen Meserya ovası bile ana yüreğinin ne demek olduğunu anlamıştı! Ama onlar anlamamışlardı! Çünkü bu feryatlar, Rum canilerinin umurunda bile değildi! Bebek, yaşlı, çoluk, çocuk demeden; derince açtıkları çukurun içerisine canlı, canlı atmaya başladılar onları!

Kanatlarının altından koparılırcasına alınan evlatlar birer birer, diri diri toprağa gömülürken; o yiğit Türk anası, attı kendisini toprak ananın kollarına. Kapandı evlatlarının henüz son nefeslerini vermemiş bedenlerinin üzerine…

Selden bebek henüz 16 günlüktü! Ona nasıl kıyarlardı? Bu cinayetleri işleyenler insan olamadıkları gibi hayvanda olamazlardı! Çünkü vahşi yaşamda bile en acımasız hayvanların dahi acıma dürtüleri vardır diye düşündü o an!

Sonra, son nefesini verirken toprak ananın koynunda, son bir hamle ile uzanan anaç elleriyle kavradı Selden bebeğini, diğer iki kızını yeniden; son nefeslerini birlikte verip, o toplu mezarda şehit oluverdiler…’’ ( Bu olay: 1974’te Selden bebekle birlikte diğer iki kızını ve eşini kaybeden Ali Osman Bey tarafından bizzat kendi ağzından; ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabımda anlatılmıştır. Bk. Derin Yayınları )

Şimdi bu satırlardan soruyorum?

Siz, bu insanlık ayıbının suçluları, suç ortakları! Siz, insanlıktan nasibini alamamış pişkinler! Siz, insanlığın ne demek olduğunu unutan gafiller!

16 günlük Selden bebek, melek olup şahadet mertebesine erişirken; onun o süt kokulu son nefesindeki sesi duydunuz mu? Hayatın henüz 16 gününü tanımışken, gözlerindeki o son bakışı gördünüz mü?

Kıbrıs sorunu 20 Temmuz 1974’te başlamıştır diyenler! Bu yalana alet olanlar! Kanlı geçmişlerindeki benzer olaylarla yüzleşmekten kaçanlar!

Ey bu insanlık suçunu yok sayanlar!

Güney Rum kesiminde hala hayatta olup da bu cinayetleri işleyenler! Size sesleniyorum: Vicdanınızın sesini duyabiliyor musunuz?

Bu insanlık ayıpları nedeniyle; bugüne kadar Kıbrıs Türk’ünden özür dahi dilemeyenler!

Kıbrıs’ta yaşanan bu etnik katliama gözlerini kapayan, katledilen insanlarımızın çığlıklarına kulaklarını tıkayan vahşi batının; o nasır tutmuş vicdanları:

Duyun artık, ‘tarihten gelen bu çığlıkları’. Görün artık Kıbrıs Türk Halk’ına uygulanan bu soykırımı, o günden buyana devam eden ekonomik ambargoları…

Duyun ve görün ki! Sizin olmasa bile tarihin vicdanı rahat etsin!

Ve bugün!

Adada mutabakat adına, Kıbrıs Rum kesimine her istediğini verenler!

Çözümü; ’’Birleşik Kıbrıs’’ çatısı altında görenler:

Tarihin derinliklerinden gelen bu acılar görmezden gelinmiş, o katliamları yaşayanların hakkı, hukuku aradan geçen 52 yıl boyunca ne sorulmuş, ne de tazmin edilmişken;

Güney Rum kesimi lideri Anastasiadis; bu katliamları gerçekleştiren E.O.K.A çetelerini, milli kahraman ilan edip, Rum okullarında bu karanlık tarihin özellikle okutulmasının talimatını vermişken;

Rum tarafı Kıbrıs’ta süregelen müzakerelerde Türkiye’nin garantörlüğünü, Türk askerinin varlığını hiçbir şekilde kabul etmezken;

‘’Birleşik Kıbrıs’’ çatısı altında Kıbrıs Türk’üne sadece azınlık hakları verilebilir görüşü değişmeyen Rum tarafı ile gerçekten anlaşma yapılabileceğine inanıyor musunuz?

Ya da, anlaşmak adına;

K.K.T.C Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı’nın ifadesi ile: ’’Papalık seçimlerinde olduğu gibi! Her iki tarafın temsilcilerini bir odaya kapatıp, ’Beyaz Duman’ çıkana kadar’’ bekleyecek misiniz?